10 senedir sadece Pixies dinlemek (ve belki de 20)

Dadanizm nedir?

Dadanizm emektir.

Bir grubun peşinde yılları devirmektir.

Hem de sıkılmadan, aynı şarkıları ilk günkü ergen heyecanla dinleyerek…

Peki bana böylesine arabesk yaptıran nedir?

Eylül’de yayınlanacak yeni Pixies albümü ve ondan önümüze düşen tazecik bir şarkı Catfish Kate tabii ki de…

Garip zamanlarda yaşıyoruz. Hem dijital çağa ve tüketim kültürüne lanetler okuyup hem de eskiye sırt çeviriyoruz. Yeni filmler, diziler, müzikler keşfetme derdine kapılıp klasikleri, eskileri, BÜYÜKLERİ hor görüyoruz.

Sinemaseverler aslında bu konuda daha esaslı. Klasiklere hiçbir zaman sırt çevirmiyorlar. Evet, yeniyi arıyorlar ama eskiden de kopmuyorlar. Müzikte ise nedense yeni gruplar, müzikler keşfetmek ‘in’, eskiye dadanmak ‘out’. ”Ergen misin bunları dinliyorsun” sözünü duymanız mümkün hatta. Neyse ki kimse kalkıp da benim Pixies sevdamla ilgili bunu söylemedi. Sonu kötü biterdi.

Geçtiğimiz aylarda Instagram alemini 10 year challenge muhabbeti sarmıştı, hatırlarsınız belki. Herkes 10 yıl önce çektirdiği fotoğraflarını paylaşıp bebeksi hallerine efkarlanmaya başlamıştı. İşte ilk o zaman fark ettim durumumu. 10 yıl önceki çektirdiğim fotoğrafa baktım, bir de kendime. 10 yıl önce çekilmiş o fotoğraftaki genç kız (böyle söyleyince çok romantik oluyor) ne dinliyorsa, bugün de hâlâ onu dinliyor. Hatta üzücü olan şu ki, 20 year challenge yapılsa da durum çok değişmeyebilir. Neyse…

Pixies’e ilk nasıl vuruldum hatırlamıyorum ama kesinlikle Where is My Mind’la değildi. Ergenliğimin ortalarında bir yere denk geliyor muhtemelen. Beni ilk çarpan Hey ve Kim Deal’ın geri vokalleri olmuştu gibi, sanki, diye düşünüyorum fakat tam olarak çıkaramıyorum. İlerleyen zaman içerisinde farklı anlamlara bürünerek hayatımdaki yerini korudu Pixies.

Bazen birlikte kafamızda rakı kadehi kırdık, bazen ağır rock’n roll’a bağladık, bazen sadece tatlı tatlı vakit geçirdik, bazen aşırı gaza geldik. Ve buradaki gibi göbek attık. Benim yaşım kadar geçmişi olan bir grup söz konusu olduğu için, malzeme o kadar bol olmasa da (her yıl bir albüm yayınlayan bir grup değil neticede, hem verilmiş aralar, molalar da var) derinlere inen bir mazi var. İsyankar seslerle dolu…

Pixies üzerinden dallanıp budaklanan başka takıntılarım da var. Mesela The Breeders, mesela Frank Black and the Catholics ve diğer Frank Black veya Black Francis projeleri… The Breeders Pixies’le hayatıma giren en güzel şeylerden biri hatta. Kim Deal’sız Pixies tatsız tuzsuz gelebiliyor o yüzden. Bazen. Ama neyse ki onun yerine gelen Paz Lenchantin de sevdiğimiz basçılar listesinde baş sırada da çok büyük hüsranlar yaşamadık.

Böylesine bir ruh hali içerisinde olunca, yıl kaç olursa olsun, isterse kendini tekrara düşmüş olsun, fark etmez, önüme gelen her yeni Pixies şarkısını büyük bir sevgiyle kabul ediyorum.

Bunlar da yaşlandı artık demiyorum. Çünkü onları hâlâ dinleyebilmenin bir lüks olduğunu biliyorum. (Tamam canım, o kadar da yaşlı değiller.) 2016’da yayınlanan Head Carrier çok büyük heyecanlar vermemiş olsa da All I Think About gibi parçalara ve yanık gitarlara fena tutulmuştum.

Neticede ne olursa olsun, hiçbir zaman ”bozmadı” Pixies. Sonrasında gelen akımlara (bkz. grunge) ve gruplara (bkz. The Smashing Pumkins) çok sağlam ilhamlar veren müziği, o zamanlardan bu yana yine cayır cayır gitarlarla, insanın kanını fişekliyor, rock’n roll’un o coşturan hisleriyle sarıp sarmalıyor.

Grubun yedinci albümü Beneath the Eyrie, 13 Eylül’de yayınlanacak. Pixies’e dair tüm sesleri bir araya getiren On Graveyard Hill, albümden yayınlanan ilk parçaydı. Pixies’in P’sine sevdalı herkesi coşturacak kadar karakteristik bir Pixies şarkısı… Frank Black’in vokalleri de yerli yerinde. Sanki daha dingin hatta…

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Catfish Kate ise biraz daha sakin. Ama sevecen gibi tınlayan gitarları yine tekinsiz yerlere götürüyor insanı. Tam da onlardan beklediğimiz şekilde.

Şimdi böyle bir şey varken karşımızda, daha yenisini aramanın anlamı ne?