
Bir yalnızlık paradoksu: Kendinle baş başa kalma özlemi
‘Alonely’ yani yalnız kalamamaktan duyulan rahatsızlık hissi. Kabaca anlatmak gerekirse, bir nevi yalnızlığın aynadaki yansıması. Şimdi, bir bu eksikti diyenleriniz olacaktır… Fakat gün geçmiyor ki bilim insanları her türlü duygu durumumuza yeni bir isim verip, araştırmaya koyulmasın. Haliyle biz de konuya karşı kayıtsız kalamadık. Tam kelime çevirisini yapamadığımız bu durumu dadanarak anlayamaya çalışıyoruz. Kendinle baş başa kalma
Aslında, çoğumuz bu salgın sürecinin hepimizi biraz daha yalnızlaştırdığını düşünüyor olabiliriz fakat şöyle de bir gerçek var ki yalnızlığımızın keyfini sürmemiz gereken mekanlar ”özel” kategorisinden ”kamusal alan”a geçiş yaptı. Evimiz çünkü aynı anda hem bir ofis hem bir spor salonu hem sosyalleşme alanı… Çeşitli örneklerle istediğiniz gibi çoğaltmakta özgürsünüz. Mutfakta, kanepede, balkonda saatlerce süren Zoom toplantıları da cabası. Sorulması gereken esas soru ise; “İstediğimiz kadar yalnız kalabilme özgürlüğüne sahip miyiz?” Kendimize ayıracak yeterli zamanımız olmadığında da ‘yalnızımsı’ yani ‘alonely’ hissediyoruz çünkü. Bu garip sözcük de işte böyle türetilmiş.
Bildiğimiz anlamıyla ve tanımıyla ‘‘yalnızlık’’, zihinsel ve fiziksel sağlık üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle bilim camiası tarafından uzun yıllardır araştırılıyor. Genellikle kişinin, kişiler arası ve sosyal ilişkilerinden duyduğu öznel tatminsizlik hissi olarak tanımlanıyor. Konuya verilen önem o kadar fazla ki Japonya Başbakanı, bu soruna özel dikkat gösterilmesi için kabinesine bir yalnızlık bakanı bile eklemişti yakın zaman önce.
Peki ya kendimize yeterince zaman ayıramamızdan kaynaklanan tatminsizlik hissine ne demeli? Yalnız kalmaktan zevk alanlar yıllardır bu soruyla yaşadı ve cevabı da muhtemelen biliyordu. Ancak, Carleton Üniversitesi’nden psikolog Dr. Robert Coplan ve meslektaşları, yalnız kalamamanın verdiği yoksunluk hissinin sonuçlarını daha derinlemesine anlamaya çalışan bir dizi çalışma yürütmeye başlayana kadar soru bilimsel araştırmaya dahil edilmemişti. Şimdilerde, pek çok araştırmaya göre belirli kriterler karşılanırsa, yalnızlık arayışının yararlı olabileceği konuşuluyor. Hatta tercihe göre makul miktarlarda uygulanırsa diğer insanlarla kurduğumuz ilişkiler bile dengeleniyormuş.
Diğer yandan eğer ”dengeli” hissetmek için daha fazla yalnızlığa ihtiyacı olan biriyseniz ve bu ihtiyacınızı karşılayamazsanız sağlığınız risk altında dahi olabilirmiş. Sonuç olarak sinirli, bunalmış veya bitkin hissetme gibi durumları deneyimlemeniz de muhtemel. (Evet, içe dönükler yani ”introvert”ler de çok iyi biliyordu bunları.)
Üstüne üstlük, kendilerini ”çok yalnız” olarak tanımlayan insanlar yalnızlık içinde ne kadar çok zaman geçirirlerse, o kadar az depresyonda hissetmeye başlamışlar. Başka bir deyişle, yalnız hissetmenin tedavisi, daha fazla yalnız zaman geçirmekmiş. Ah ah, zamanında #BenimTekDostumYineBen diye boşuna dememiştik…
Coplan ve meslektaşları, yalnız kalamamanın da yalnızlığın yapabileceği benzer stres, depresyon veya olumsuz ruh hallerine yol açabileceğini söylüyor. “Yalnız zaman geçirmenin oldukça kötü bir şöhreti var. Tarihsel olarak, insanlar her zaman yalnız kalmayı kimsesizlik, çaresizlik ve depresyon ile ilişkilendirmişlerdi. Bu ciddi bir sorun ve önemsiz olduğunu düşünmemiz gereken bir konu değil” diye uyarıyorlar hepimizi. “Söylemeliyim ki sosyal izolasyon, yalnızlık ve yalnız kalamama üzerine çalışan biri olmak için kesinlikle ilginç bir zaman oldu” diye de ekliyor. Salgın sırasında veri toplamaya başladıklarını ve henüz nihai sonuçları olmamakla birlikte hem yalnız kalamama hem de yalnızlık düzeylerinde artış bulacaklarını varsaydıklarını da belirtiyorlar.
Pek çok yazar ve filozof da ısrarla yalnız olmanın faydalarını övdü şimdiye kadar bizlere. Hatta, Audrey Hepburn de zamanında çok sık yalnız kalmaya ihtiyaç duyduğunu, hafta sonunu dairesinde yalnız geçirmenin onu yenilediğini söylemişti. Bir bildikleri varmış demek ki.
Amerikalı yazar ve öğretim görevlisi Susan Cain, aslında bu konuya daha önce değinmişti. Kitaplarında ve yaptığı konuşmalarda, batı toplumunun içe dönüklüğü ve yalnız kalma ihtiyacını yanlış anladığını (hatta belki de anlamadığını) savunan Susan Cain, bu toplumlarda dışa dönük olmanın, ekip halinde çalışmanın, konuşkanlığın ve sosyalleşmenin vurgulandığını söylüyor ve aslında bazen hem iş dünyasında hem de eğitim yıllarında daha verimli ve yaratıcı olabilmenin yalnız kalmaktan geçtiğini öne sürüyor. Yine söylediklerine göre, içe dönük insanlar da ”dışarıya” çıkmaya, sosyalleşmeye zorlanıyor ve bu da tabii hayatın farklı dönemlerinde negatif etkiler gösterebiliyor.
Coplan ve meslektaşları da çocuklarda utangaçlık ve sosyal kaygının gelişimini incelemişler. Çocukların teneffüsler sırasındaki aktivitelerini gözlemlemişler ve bazı çocukların kendi başlarına zaman geçirdiğini fark etmişler. Sonuç olarak da “Kendi başına oynayan çocukların bir kısmı gerçekten utangaçtı, sosyalleşmekten çekiniyorlardı, ancak diğerleri kendi başlarına oynamaktan oldukça memnun görünüyorlardı ve herhangi bir endişe veya rahatsızlık belirtileri göstermiyor gibiydiler” açıklamasını yapıyorlar. Buradan da yalnız kalma tercihinin utangaçlık veya herhangi bir sosyal kaygıya bağlanamayacağı sonucuna varabiliriz belki de.
Farklı yaştaki üniversite öğrencileri ve 15-17 yaş arası gençler üzerinde gözlem yapmaya da devam ediyorlar. Daha ileri yaşlardaki gruplarda da tabii. Bu arada tüm bu çalışmaları sırasında geliştirdikleri Yalnızlık ve Yalnız Kalamama kriterlerini kullanarak ilerliyorlar ve insanlardan mesela “Her gün daha fazla yalnız zaman geçirebilseydim iyi olurdu” gibi ifadelere katılmalarını ya da katılmamalarını istiyorlarmış. Yani metodolojik bir ilerleyişi var sürecin.
“Her insanın ihtiyaç duyduğu yalnız kalma süresi çok bireyseldir ve kişinin hangi noktada yalnız hissetmeye başladığı büyük ölçüde değişir. Kimse, herhangi birine ‘şu kadar kere yalnız kalmanı öneriyorum’ gibi bir şey diyemez. Bu böyle yürümüyor. Herkesin ihtiyaçlarını karşılamak için farklı bir eşiği vardır” diye de özellikle belirtiyorlar.
Bu kendimle yalnız kalma durumunun her durumunda geçerli olmadığını belirtmekte de fayda var. Yani yalnız zamanınızı zevk için kitap okumaya, dizi, film veya video seyretmeye ya da dışarıda vakit geçirmeye ayırıyorsanız doğru yoldasınız. Fakat aynı süreyi çamaşır yıkama, ödev veya iş halletme ile geçiriyorsanız maalesef bu pek kaliteli bir yalnızlık olmuyor. Gerçekten sizin zamanınız olduğundan emin olmanız gerekiyor yani. Biraz kendimle yalnız kalacağım deyip alışveriş listesi hazırlarsak anlamlı sosyal etkileşimleri ve bağlantıları da kaçırıyor olmamız ihtimal dahilinde.
Uzun lafın kısası, başkalarıyla geçirdiğimiz zaman ile kendi başımıza geçirdiğimiz zaman arasındaki doğru dengeyi sağlamak hem yalnızlığın hem de yalnız kalamamanın negatif sonuçlarını önlemenin mühim bir yolu. Maalesef dengenin bir formülü yok, artık deneye yanıla bizi nelerin beklediğini göreceğiz. Hele ki sosyalleşmenin mesafelerle sınandığı şu garip dönemlerde. Kendinle baş başa kalma Kendinle baş başa kalma