Röportaj: 20’lik Bülten ve Üretim Kaydı ile bireysel yayıncılık üzerine konuştuk

Yayıncılık tarafında basılıdan dijitale doğru olan süratli geçiş dijitalin altında şekillenen yeni formatlarla evrilmeye devam ediyor. Web sitesi ve sosyal medya platformları üzerinden adımlarını hızlandıran dijital ve bağımsız yayıncılık bir süredir podcast ve e-bültenler aracılığıyla bireysel üreticilerin de önünü açıyor. Bireysel yayıncılar böylelikle tüm özgünlüklerini koruyarak kendi belirledikleri formatlarda ve çerçevede okuyucu ve dinleyiciyle buluşabiliyor, kendi yönlerini kendileri belirleyebiliyorlar.

Bu noktada sıkça dadandığımız iki yayıncıyı takdim edelim size: 20’lik bültenle hayatta karşılaştığımız her konuya genç bir bakış açısı sunan Yasmin Güleç ve kültür sanat alanındaki üretimlerin arka planına geçerek üreticilere mikrofonu uzatan Üretim Kaydı podcast’inin yaratıcısı Esra Ece Kuleci. Yasmin ve Ece, her ne kadar içeriklerini farklı konseptler altında sürdürseler de benzer ihtiyaçlarla yola çıkıyorlar ve kafalarında oluşan sorulara cevaplar bulmak için fulfors çalışıyorlar. Üstelik sıkça omuz omuza vererek, birbirlerine destek olarak.

Yasmin ve Ece ile bir sohbet etrafında buluştuk; bireysel yayıncılığın özgürleştirici, meraklı ama kimi zaman bir o kadar da zorlu taraflarını konuştuk.

Editörler: Seden Mestan, Ceren Kahveci

Fotoğraf: Melisa Su Akar

Yasmin Güleç & Esra Ece Kuleci

Başa saralım mı; ikinizin de yayıncılık hikayeleri nasıl başladı? 

Ece: 2020’de pandemiyle birlikte eve kapandığımız dönemlerdi. Kültür sanat içerikleri, izlediğim filmler ve dinlediğim albümlere dair kafamda oluşan sorulara cevap arıyordum açıkçası. “Bunu nasıl yapmış, acaba şu işte zorlanmış mıdır, burada nasıl bir yol izlemiş?” derken buna dair bir içerik olmadığını fark ettim. Okuduğum röportajlar da pek tatmin etmiyordu beni. Birkaç sene önceki filmlere odaklanıp, eski röportajları bulup onların üretim süreci üzerine kendim bir şeyler yazmaya çalıştım fakat bunu yaparken eski içeriklerde bile aradığım soruların olmadığını fark ettim ve buna odaklanan bir yayın yapmaya karar verdim.

Üretim Kaydı podcast olarak yayın hayatına bu şekilde başlamış oldu. İlk baştaki amacım bir içerik üreticisi olmak, bunu sürekli devam ettirmek değildi. Daha çok, biz şu an bir değişimin içindeyiz, bu pandemi bizi çok etkileyecek ve biz şu an bunu neden konuşmuyoruz fikrinden ilerledim. Hangi tercihlerlerle ve ne gibi zorluklarla bu işler üretildi; gelecekten bugüne bakıldığında bu gibi sorulara cevap verecek bir arşiv yaratmaktı niyetim.

Evet, pandemi bir taraftan da ezberlerimizin bozulduğu bir dönemdi. Peki senin az önce bahsettiğin, pandemi döneminde gözlemlediğin değişim ne yöndeydi?

Ece: Pandeminin getirdiği değişim aslında ama onun öncesinde de başlamıştı değişim. Her şey dijitalleşmeye başlamıştı, online konserler, tiyatro gösterimleri derken her şey pandemiyle birden dijital oldu. Aynı zamanda ekonominin, politikanın da getirdiği bir değişim vardı ki bu ister istemez içeriğe de yansıyor. Mesela göç konusundan daha çok bahsediyoruz her şeyde artık. Bunu, bunun neden böyle olduğunu konuşmak istiyordum. Büyük bir iddiam yoktu, istediğim şey bir arşiv oluşturmak ve kendi aramızda konuşmaktı. Benim konuklu ilk bölümüm de “Büyük İstanbul Depresyonu” kısa filminin ekibiyle oldu. Filmin yönetmeni Dilan’ın bir film çekmek istediğini, yazma sürecini biliyordum. O filmle pandemi döneminde eve kapandığımda karşılaşmış olmak bana çok iyi hissettirdi. Çünkü uzun yıllardır emek verilen bir şeyin bitmiş halini görebildim. “Beş sene bekledi ama oldu” dedim. Bu beklemenin ne kadar önemli olduğunu, o sette neler olduğunu oradan birine sormak istedim ve bu bir çıkış noktası oldu. İlk amacım arşiv oluşturmaktı fakat daha sonra ürettiğim içerik insanlara motivasyon vermeye başladı, bu şekilde yorumlar almaya başladım ve devam ettim.

Sen nasıl başladın Yasmin? 

Yasmin: Seninle bu konuda çok benzeriz, hep bunu düşünüyorum. Ürettiğimiz içerik bakımından ayrılıyoruz ama bir şeyin eksik oluşu, bir tatmin isteği ve bir sorudan yola çıkmak… Sen “Bunlar niye yok?” diye sorarak başladın, ben daha çok “Ben ne yapıyorum?” diyerek.

Ben üniversiteden pandemi döneminde, yatak odamda, Zoom üzerinden mezun oldum. Üniversiteden sonra hep öyledir ya, tüm arkadaşlarım çok farklı şeylere yönelmişti, herkes farklı yollara gidiyordu. O sırada mezuniyet sonrası ne yapmak istediğimi sorguluyordum ve gençliğe yönelik içeriklerde bir eksiklik olduğunu fark ettim. Türkiye odaklı baktığımızda üretilen içerikler çoğunlukla yabancı içeriklerin Türkçe’ye çevrilmiş halleri oluyordu ya da hep yabancı konseptler tanıtılıyordu. Ülke spesifiğinde gençlere pek bir ses verilmiyordu. Ben de bu eksiği nasıl kapatabileceğimizi düşünmeye başladım. Nasıl eğlenceli, önemli ve nitelikli yazılar çıkarabiliriz? Mesela ben üniversite kampüslerinde nasıl ilişkiler yaşandığını merak ediyorum ve bunu İngilizce arattığımda Vice, New York Times gibi yayınlardan bir sürü özgün içerik karşıma çıkarken, Türkçe arattığımda ciddi akademik makalelerle karşılaşıyorum. ‘‘Bu böyle olmamalı, gençlerin bilgiye erişimi olmalı,’’ diyerek yola çıktım aslında. Sonra da ‘‘Ee ben yazayım’’dedim ve oradan devam etti. Yani benim yolculuğum da seninkine benzer bir şekilde “ne yapabiliriz?” diye sormamla başladı.

Senin bireysel yayıncılığa geçişin de aslında o dönüşümü görünce oldu sanırım.

Ece: Benim için bireysel yayıncılığa geçiş, Üretim Kaydı’nın yazılı bir kanalı olmasıyla başladı. Bunun ilham kaynaklarından biri de 20’lik zaten 🙂 Uzun süre yazamadığımı düşünüyordum, podcast tercih etme sebebim de buydu. Podcast kaydında konuşabiliyorum, bir video çekimi söz konusu değil ve kaydı evden yapıyorduk, konuk da daha rahat oluyordu. Biz gerçekten pijamalarımızla oturup konuşabiliyor ve bunu bir içerik olarak sunabiliyorduk. Fakat insanların podcast’e erişimi daha kısıtlı olduğu için bir ara yazmayı da düşündüm. Bunu düşünmem de 20’lik okumaya başlamam aracılığıyla oldu. Podcast yayınlandıktan sonra söylemek istediğim şeyler oluyordu ve bunun için bana hem biraz zaman ve alan gerekiyordu, söylemek istediklerim havada kalıyordu. Söyleşi ya da röportaj olarak yazmak istemiyordum. Yasmin’in yazılarını görünce o dengeye olan ihtiyacımı fark ettim. 

Yasmin: Çok tesadüfi bir tanışma hikayemiz var.

Ece: Sonrasında hem bireysel yayıncılık dertlerini hem de aslında her şeyi konuşmaya başladık Yasmin ile. 20’lik okudukça aslında ben de yazabilirim dedim. Ben de kendimden bahsedebilirim, bu dili kullanabilirim. Konuğumla neden buluşmak istediğimi, ondan aldığım ilhamı ve öğrendiklerimi Üretim Kaydı’nın bülten formunda sunmaya başladım böylece.

Yasmin: Bence bireysel yayıncılık veya herhangi bir serbest meslekte kolayca başka yerlere kayabiliyorsun. Dengeyi tutturabilmek oldukça zor oluyor. Öyle zamanlarda da Ece’yle olan arkadaşlığım çok önemli oldu. Ece bende eksik olan birçok şeyi tamamladı. Genel olarak bizim çevremizde tutmaya çalıştığımız insanlar da hep birbirini yükseltmeye çalışan insanlar oluyor, yoksa herkes düşüyor.

Yayıncılık alanında bireysel çalışmak aslında bir taraftan da oldukça zorlayıcı çünkü yayının sadece içeriğiyle değil, tanıtımından gelir kaynaklarına, arka planındaki tüm başlıklarla da tek başınıza uğraşmak zorunda kalıyorsunuz.

Bireysel yayıncılıktaki deneyimlerinizden biraz bahsedelim, mesela hangi noktada kendinizi yalnız hissediyorsunuz ya da en çok hangi noktada tatmin oluyorsunuz? 

Yasmin: Bence motivasyon çok önemli bir şey. 20’liğin devam etmesi sadece benim ve 20’lik için üreten ve bizi severek okuyanların motivasyonuna bağlı çünkü destek çoğu zaman başka bir şekilde alınamıyor. Aşırı kapitalist bir yaklaşım olacak ama bireysel yayıncılık bence para açısından gerçekten çok zorlayıcı.

20’likte mesela bu algıyı kırmaya çalışıyoruz.. Ben tüm yazarlarıma bazen cebimden, bazen başka şekillerde telif veriyorum çünkü bence bizim yaptığımız şey bir çeşit algı kırma. Kalıplaşmış bazı algılar var, onlara karşı gelerek bireysel yayıncılığı ayakta tutmaya çalışıyoruz. Bazı kuralların yeniden yazılabileceğini gösteren bir yaklaşım. Burada en zor olan da bu yaratıcı dünya içinde hem kendi dengeni kurabilmek, hem de başkalarıyla işbirliği yaparak devam etme motivasyonunu bulabilmek.

Ece: Benim Yasmin’deki gözlemim, eğitimini bu şekilde aldığı için, bazı şeyleri çok iyi gözlemliyor ve bu doğrultuda çok iyi kararlar alabiliyor. Günün sonunda sen gazetecisin!

Üretim Kaydı bakımındansa, normalde bireysel yayıncılıkta herkes bir kurumda çalışmış, başka tecrübeler edinmiş, gazetecilik eğitiminden gelmiş ve bunun üzerine kendi yayıncılığa başlamış oluyor. Benim için tam tersi oldu. Ben kendi kendime yazmaya başladım, daha sonra başka yerlerden onlara da yazmam için teklifler geldi.

Beni en zorlayan şey, içerik görsellerinden sunum toplantılarına kadar her şeyle tek başıma ilgilenmek zorunda olmam… Bunu başkasına emanet edemiyorsun çünkü o kadar bireysel ve o kadar kendin karar alman gereken bir nokta ki, başkasına bırakabileceğin bir durum söz konusu olmuyor. Yasmin’in bahsettiği özgün olma kısmı bir şeylerin bizim elimizden çıkıyor olmasıyla gerçekleşiyor günün sonunda. Benim en çok motive olduğum şey ise podcast bittiğinde konuğun “Teşekkür ederim, bunlar benim aldığım en iyi sorulardı” demesi. Çünkü gerçekten sorulara çok özen gösteriyorum ve hazırlama süresi konuğa göre bir haftadan bir aya kadar değişiyor. Tüm eski röportajlarına, tüm işlerine derinden indiğim bir süreç oluyor ve bunun takdir edilmesi çok motive edici bir şey.

Bir de yakın zamanda üretmek isteyen ve üretmeyen insanlardan Üretim Kaydı’nın bir motivasyon kaynağı olduğu yorumlarını alıyorum. Mesela sektöre küsmüş bir sinema mezunu yazmıştı; bizim “Çilingir Sofrası” bölümünü dinleyince yarıda bıraktığı işlerine dönmeye karar verdiğini paylaşmıştı. Çok hoşuma gidiyor böyle geri dönüşler. Fotoğrafla ilgilenen ama işlerine ara vermiş başka bir dinleyici de Merve Ünsal ve Selim Süme ile kaydettiğimiz bölümü dinlemiş ve orada bahsedilen üretim biçimleri üzerinden kendine bir model oluşturmuş, böylece tekrar üretime başlamış. Benim Üretim Kaydı’nı yapmaktaki hayalim, hedefim bu değildi ilk başta fakat çok güzel bir şekilde buna evrildi. 

Üretim Kaydı gibi 20’lik de bir konsept altında ilerliyor ve bunu yaparken de hem popüler kültürü hem de günlük hayatımızı şekillendiren pek çok önemli konu başlığına yayın akışında yer veriyor. Şu anki içerik düzenine nasıl karar verdin peki Yasmin? 

Yasmin: 20’liğin hedef kitlesi çok net, içeriği de oldukça geniş. Biz yazılarımıza gençlik bakış açısından yaklaşıyoruz. Bazen pop kültürden de bahsediyoruz; mesela ilk yazılarımdan biri Shrek’in neden mükemmel bir animasyon olduğu üzerineydi. Onun dengesi değişiyor çünkü göstermek istediğimiz şey gençliğin gündemden  nasıl, neden ve ne kadar etkilendiği. Bizim de bir sesimiz var ve bunu kendimiz duyurmak istiyoruz. 20’lik bu ihtiyaçtan doğan bir şey ve çok yetenekli bir yazar grubumuz var. Yazarlar ne istiyor diye konuşuyoruz, demokratik ilerliyoruz bu konuda. Ben de okul gazetelerinde, normal gazetelerde çalıştığım için oradan aldığım, öğrendiğim şeyler üzerine geliştiriyorum bu modeli fakat nihayetinde normal bir dergi aslında.

Bireysel yayıncılık dünya genelinde artık aşina olunan bir şey. Sevilen pek çok yazarın da Substack yayını var ve bu okuyucunun çok alışık olduğu, seri kullandığı bir şeye dönüştü. Peki sizce Türkiye’de bireysel yayıncılık dediğimiz şey tam olarak nerede duruyor, nasıl bir yaklaşım mevcut dersiniz? 

Yasmin: Kimi zaman yurt dışında çok popüler olan bir şey Türkiye’de de tanınıyor ve ona yönelik bir talep gelişiyor fakat buraya gelmesi biraz uzun sürüyor. Bireysel yayıncılık da bence böyle bir yerde.  Şu an burada beslenmeye aç bir toprak var ve biz bunun tohumlarını ekiyoruz fakat sulamak için çok destek ve bütçe yok. Biz sulanmayı beklediğimiz, sulama sistemleri kurmaya çalıştığımız bir yerdeyiz 🙂 Ama buradaki alan büyümeye çok açık ve bu çok ama çok heyecan verici.

Ece: Yasmin çok motive edici bir yerden girdi. Ben biraz daha kültür sanat bakımından konuşmak istiyorum. Türkiye’de kültür sanat hep hobi olarak, bir şeyin yanında yapılması gereken bir olay gibi konumlanıyor. Çocukken bu yola çıkmaya karar versen bile böyle söylenir ama belli ki yaş ilerledikçe de değişmiyor.

Sivil toplum kuruluşlarında, markaların yıl sonu bütçelerinde ya da kurumların sponsorluklarında bile hep en dipte oluyor kültür sanat çalışmaları. Haliyle de bireysel yayıncılık içerisinde ekonomi, politika değil de kültür sanat üzerine üretiyorsan sen de biraz sonlarda oluyorsun. Fakat bunun güzel yanı, bunu yapanların kültür sanata bir sürü farklı bakış açısı getirmesi. Bu yüzden bireysel yayıncılığı oldukça önemli buluyorum ve Üretim Kaydı’nın bu konuda iyi bir yere geldiğini düşünüyorum. Bizim kitlemiz sosyal medyada hızlı dönüş alabildiğimiz bir kitle değil. Ben uzun bir süre boşluğa konuşuyormuşum gibi hissettim ama pandemiyle beraber bu konuda bir kırılma noktası gelişti. Daha doğrusu pandeminin sonlarına doğru diyeyim. İnsanların Üretim Kaydı’ndan sandığımdan daha çok haberdar olduğunu gördüm. Sonrasında da yüz yüze geri dönüşler başladı, “Şu bölümü dinledim, çok iyiydi” gibi yorumlar alınca fark ettim ki aslında insanlar Üretim Kaydı’nı biliyor. Sosyal medya tarafı benim veri ölçebildiğim bir alan değil. Substack’te bu durum daha farklı oluyor çünkü bir sürü veriye erişimin oluyor, neyin işleyip işlemediğini, okuyucunun ne yaptığını, neye nasıl tepki verdiğini görebiliyorsun. 

Spotify’da da durum pek böyle değil. Ben oradan böyle geri dönüşler alamıyordum, daha detaylı verileri daha çok yeni yeni vermeye başladı. Aslında Spotify podcast için çok mantıklı bir platform değil. Reklam veremiyorsun, bu tarz verilere ulaşamıyorsun. Ben birkaç farklı kategoride üretim yapıyorum ve bunları ayrı ayrı seçemiyorum, hem müzik hem film üzerine üretim yapıyorum diyemiyorum. Daha başındayız ama şimdilik Substack bu konuda daha verimli bir alan diyebilirim. 

Mesela 20’lik de podcast yayınlıyor ve biz bunları yapmaya devam etmek istiyoruz, ama bunları yaparken aynı zamanda bir sürü farklı şeyi düşünmek gerekiyor. TikTok’a bunu nasıl gireceğiz, alıntıları nasıl kullanacağız derken bir sürü şey giriyor işin içine. 

Esra Ece Kuleci & Yasmin Güleç

Yasmin: Aslında buradaki gerçeklik biraz “çok fazla şapka takma” konusuna dönüyor. Ben podcast kaydedip editlemeyi bilmiyordum ama bir anda öğrenip, kendimi bunu yaparken buldum. Benim şu an yaptığım şeyler arasında video çekimi, editlemesi, podcast kaydı, kurgulaması, yazma, sosyal medya yönetimi var. Liste uzun anlayacağınız. Bunun yanı sıra İstanbul’da hayatımı devam ettirebilmek ve 20’liği ‘sulamaya’ devam edebilmek için başka yerlerde çalışıyorum. Bireysel başladığın bir yolda görev dağılımını nasıl yapacağını bilemiyorsun, özellikle de bütçen az olduğunda “bunu da ben hallederim, başkasına yük olmasın” diyebiliyorsun. Ben biraz böyle yaklaşıyorum açıkçası. Kendi içinde görev dağılımı yapamadığında da kafandaki o şapkalar üst üste binip toplanmaya devam ediyor. Kocaman bir şapkan oluyor sonunda 🙂

Ece: İsmi “Üretim Kaydı” olan bir yayın kimseye para vermeden deşifre rica ederse, temelde kendisiyle çelişmiş oluyor. Stajyer modelinde de durum böyle; yakın zamanda iki stajyer ile çalışma şansım oldu onlara da süre konusunda adil davranmayı, öğrenecekleri alan sunmayı önemsedim. Benim İKSV’de bir staj deneyimim olmuştu ve orada o kadar çok şey öğrendim ki… Şu an staj ilanlarına baktığımda stajyerlerden epey deneyim istendiğini görüyorum ki aslında stajın amacı o kişiye o deneyimi sağlamak, bir şeyler öğretmek; bunu unuttuk gibi.

Yasmin: Gençlerin bu kadar az paraya bu kadar iş yapması doğru değil, bu algıyı kıralım. Böyle bir kafa tutma halinde olmak çok önemli. Bunun için senin yaptığın iş çok değerli çünkü gerekli bir arka plan bilgisi, bilinci sunuyorsun insanlara. Böyle bir içerik sayesinde üretim sürecinin arka planında ne gibi emekler söz konusu olduğunu da o süreçte neler oluyor.

Birseysel yayıncılık söz söyleme konusunda nasıl bir özgürlüğü beraberinde getiriyor? Dikkat ettiğiniz hususlar neler? 

Yasmin: 20’likte neyi nasıl söylediğime çok dikkat ediyorum. Yani sonuçta genç olmak, çoğu zaman politik bir kimliği beraberinde getiriyor. Mesela daha politik bir konudan bahsediyorsam otosansür uyguladığım oluyor. Çünkü içerikler benden çıkıyor ve bir sıkıntı veya hata olursa tamamıyla benim gözümden kaçmış bir şey oluyor. bu nedenle bazı söylemek istediklerimi daha ‘akıllıca’ ve üstü kapalı söyleyerek aynı mesajı verebilmek üzerine çok çalışıyorum. Tek ben değil, yazarlarımın da güvende olduğuna emin olmam gerekiyor. Başkaları da 20’liğe yazmaya başlayınca bu konuyu çok düşünmem gerekmişti. Mesela bir yazı geliyor ve açıkça bir şey eleştiriliyor. O yazarın güvende ve rahat olması da benim sorumluluğum, bu durumlarda işler biraz zorlaşabiliyor.

Sen bu konularda kendine sansür uyguladığını düşünüyor musun hiç?

Ece: Şöyle bir yerden başlayayım, zaten konuk odaklı bir podcast olduğu için konuğun rahat hissetmesi benim önceliğim oluyor. İlk dikkat ettiğim şey konuğun kendini sansürleme ihtiyacı hissetmemesi, kendimden ziyade konuk bakımından bunu düşünüyorum. Zaten kayıt bittikten sonra dinleyip çıkarmak istediği yer varsa çıkarabileceğimizi belirtiyorum, ama bunları söylerken de o konuyu konuşmanın ve kayıtta tutmanın neden önemli olacağından da bahsediyorum. Şimdiye kadar hiç problem yaşamadım bu konuda, güvenli alan sunarak  ilerleyince herkes çok rahat hissediyor. 

Manşet gazeteciliği diye bir şey var ve çoğu röportaj veren kişi bundan korkarak temkinli davranabiliyor.

Ece: Onun gerginliği olabiliyor insanlarda tabii ki ama Üretim Kaydı böyle bir yer değil. Aksine bunu istemediği için tam zıddı bir yayın yapıyor. Bahsettiğim güvenli alan, örneklerle de ilerleyince akıllarda oturuyor. Kendime uyguladığım sansür ise gündem konusunda bazen ortaya çıkıyor. “Böyle bir gündemde şu an bunu çıkmam doğru mu?” diye düşünebiliyorum. Bölümü  önceden hazırlıyorum ve yayın zamanı gelince şüphe duyduğum oluyor fakat artık fark ettim ki bizim gündemimiz hep böyle. Bitmiyor ki, hep bir şey oluyor. Bir süre sonra bakış açım benim buna dair bir şey söylemek isteyip istemediğime karar vermeme kaydı. Bazen biri benim söylemek istediğimi söylüyor, ben de ona destek veriyorum. Podcast zaten hızlıca gündemi yakalayabileceğimiz bir alan değil, kayıtlar en geç bir hafta önceden hazırlanmış oluyor. Kurgu vesaire derken o sırada benim oraya gündeme dair bir şey eklemem mümkün değil, ki insanlar da hızlıca dinlemiyor o bölümleri. Bir bölüm çıktığında onun dinlenmesi bir sonraki aya yayılıyor. Yazılı içerik formatında da bu olabiliyor, giriş bölümünde bundan bahsetmek gerekip gerekmediğini düşünmem gerekiyor. Orada kendime sansür uygulayabiliyorum. Bu bir bireysel yayıncılıksa ve ben bundan bahsetmek istemiyorsam o zaman üstüne daha fazla düşünmem gerekmiyor diyerek ilerliyorum. Ben zaten bu özgürlüğe sahip olmak istediğim için bireysel yayıncılığı seçtim. 

Sen editör, ben moderatör olarak bunu yavaş yavaş oturtuyoruz diye düşünüyorum. Bizim çıkış noktamız da bu aslında. Günümüzdeki içerik üretimdeki linç kültürüne karşı olup kendini daha yavaş anlatmak, daha düzgün anlatmak, nitelikli içerik üretmek öne çıkıyor. Yoksa linç kültürüne dahil olacak içerikler üretmek kendi başına zor bir şey değil. Bir şey yazarsın, bir başlık atarsın ve illa ki bir yerlerde okuyucusu, aynı fikirde olanı çıkar. 

Ben biraz da 20’liğin logosundan bahsetmeni isterim. Bir rakı kadehi var, bana çok ilginç gelmişti o. İlk yazın logonu açıklıyordu, benim çok hoşuma gitmişti. 

Yasmin: Benim teorime göre varoluşsal krizler ve rakı boyları uyuşuyor, o yüzden rakı şişelerinin boylarıyla ilerleyen yaşlarda gelen krizleri birbirleriyle karşılaştırdığım bir yazı vardı. Aslında biraz logoyu bu kadar alkol odaklı bir şey yapmak riskli bir seçimdi ama burada aslında alkolden öte bir şeyin temsili var. Rakı sofrası bir masada toplanmak, kederleri, mutlulukları paylaşmanın gerçekleştiği bir alan. 20’likte önem verdiğim bir şey de bize yazan, bizim röportaj yaptığımız herkesin benim bir rakı sofrasında karşılık oturmak isteyeceğim insanlar olması. Bu konuda çok seçici davranıyorum. Kesinlikle aynı fikirde olmamız, aynı düşünmemiz gerekmiyor ama masada yüzüne bakabileceğim, güzel bir konuşma yaşayabileceğim biri olması gerekiyor. Şu ana kadar böyle seçimler yapabildiğimi düşünüyorum. Yani logonun bir rakı kadehi olması da böyle ortaya çıktı, bu bence kültürümüzün çok önemli ve güzel bir parçası ve gençler de bunu alıp biraz canlandırma konusunda oldukça iyiler. Gelenekleri günümüze taşımanın güzel bir temsili. Genç nesiller de aynen rakı gibi, geçmişin kalıntılarını taşıyor ve buna kendi dönemlerine farklı renkleri ile uyarlıyorlar —ki gelenek dediğimiz kendini yenileyen bir şey aslında.

Ece: Çok güzel…

Yasmin: Ece beni o kadar iyi övebiliyor ki– 

Ece: Övgülerden devam ediyorsak benim 20’likte en sevdiğim şey logosu ve “Alıp Başını Gidenler” başlığı. Konsept başlıklarını çok beğeniyorum yaratıcı ve bizden çünkü.. 

Yasmin: Aslında benim de çok var doğrusu. İlk başta Üretim Kaydı’nı anlatırken bahsettiğin “süreç odaklı olma” konusu bence çok değerli çünkü gerçekten o süreci bilmek işi daha değerli kılıyor. Bir açıdan da ulaşılabilir kılıyor sanırım, o yolda yürüyor olmak çok güzel. Bir de birbirimizi yükseltmek, desteklemekten bahsediyorduk ve Ece bunu çok iyi yapabilen biri. Bu tür bir sektörde kendini kaybedip, her şeyi kendine tutmaya çalışmak bazı insanlar için doğal geliyor. Ama Ece insani değerlerini Üretim Kaydı’nda çok güzel yansıtıyor.

Ece: Herkes aslında insanların birbirini kıskanmasını, ortak çalışmamasını, birbirinin önüne geçmeye çalışmasını istiyor. Ben bunu yapmak istemiyorum, Yasmin’le beraber çalışmak ve üretmek istiyorum. Biri benim yayın konseptime uygun olmayan bir fikirle bana ulaştığında bazen Yasmin’e yönlendiriyorum, “Bu 20’liğe daha uygun bir konu” diyorum. Birbirlerini en ufak şeyde rakip gören kişiler çok, bunu sık sık görüyorum. Aslında herkes birbirine destek olsa hepimiz alanında özgün ve mutlu olabilir.

20’lik ve Üretim Kaydı gündeminde şimdiye dek olup bitenleri konuştuk. Gelecek için ne gibi planlarınız var peki?

Yasmin: Açıkçası gelecek planlarım, yaptığım şeyi yapmaya devam etmek ve 20’liğin etkisini arttırmak. 20’liğin en temel hedefi gençliğin nabzını tutmak ama bu ağırlığı olan bir cümle. Türkiye’de kaç il, kaç farklı grup, yaklaşım var. Herkesi kapsamasını istemek çok idealist olur ama kapsayabileceği kadar insanı kapsamasını sağlamak ve olabildiğince insanın sesini duyurmasına yardımcı olmak  isterim. Yazıları fazlalaştırmak, yazarlar ile büyümek/gelişmek, insanlara üretirken rahat ve mutlu hissedebilecekleri alanlar yaratmak, daha güzel proje içerikleri çıkarmak ve erişimini artırmak de planlarım arasında diyebilirim.

Ece: Geçtiğimiz aylara Beats by Girlz Türkiye ile bir atölye yaptık ve şahane bir deneyimdi, o yüzden gelecek hedeflerim arasında bu atölyelerin sayısını artırmak ve bir atölye serisi yapmak var. Üretim Kaydı’nın etki alanını genişletmek, daha fazla insana ulaşmak ve daha çok kişiyi konuk etmek gibi şeyler de hedeflerimin arasında ama bu konularda gerçekçi olmak gerekiyor. Tek kişi olunca her şeye yetişemiyorsun ve bu benim para kazandığım bir alan olmadığı için, paramı kazandığım kısımlara da yetişmem gerekiyor. Zamanımı daha iyi yönetebilmeyi de eklemek isterim. Üretim Kaydı’nın bir belgesel video projesi var, 2024-2025 sezonunda hayata geçecek bir şey daha çok. İstanbul’daki müzik üretimini konu aldığımız bir proje, o da odak noktalarımdan biri olacak bu sene. Ama tabii ki de devam edebilmek, istikrarlı olabilmek her zaman en büyük hedeflerimden biri. Benim hayatımda istikrarlı yaptığım tek şey oldu sanırım Üretim Kaydı. Onun için umuyorum ki bu şekilde devam edebileceğim. 

 

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et