Kara Konulara’a kavuşmanın coşkusu (ve de yılların hayranlığıyla) Can Bonomo’ya dadandık

Can Bonomo, nam-ı diğer Bono, aklımızda sanki hep İstanbul sokaklarının tozunu attırıyor, 2010’ların o uzak diyarında sahnede gemi yürütüyor ya da bir orkestra eşliğinde, şahsına münhasır hitabetiyle bize sesleniyor. Bunları yaparken de çoğunlukla fötr şapkası başından eksik olmuyor.

Ben Bono’yla ortaokul çağımda, o zamanlar belki de ilk dinleyicilerinden biri olan ablam sayesinde tanışmıştım. O dönem herkes gibi benim de Google arama geçmişim ergenliğimin vazgeçilmezi, dağınık ilgi ve merakımın özenli bir ürünüydü ve yanılmıyorsam “meczup ne demek?” sorusu o listenin uzun bir süre baş tacıydı. Ödevlerimde cevaplamam gereken “şair burada ne demek istemiştir?” sorusunu Bonomo’ya dolaylı bir şekilde sormaktan pek çekinmemiştim.

“Şiiri olmayan bir toplum düşünülemez” diyor Can Bonomo. Şiir ile şarkı sözlerini ayrı tutsa da, derdini nasıl izah edeceği üzerine oldukça kafa yormuş biri. Bonomo’nun şarkı sözlerinin besteyle birleştiği vakit yumuşayıp, usul usul akıntıya kapılması fakat bir anlığına incelemeye yeltendiğimde boyumu geçtiğini hissetmem o yaşıma mahsus bir his de değilmiş meğer.

“Hayatın akışıyla birlikte ilerlediğimi düşünmek isterim. Aksi halde zamanda sıkışmış, kendisini konforlu bulduğu bir yaşa hapsetmiş, tembel, kendi taklidini yapan bir adam çıkardı ortaya.”

Ve hayatın akışıyla birlikte biz de Kara Konular’a kavuşuyoruz. Mabel Matiz, Gökhan Özoğuz ve Melike Şahin’in de boy gösterdiği bu yeni albümün şerefine Bonomo ile şiirden, oğlu Roman’dan ve biraz da göz önünde olmaktan bahsediyoruz.

Merhaba Can! Beş sene sonra yeni bir Bonomo albümüne kavuştuk, biz çok mutluyuz, sen nasılsın?

Teşekkür ederim! Gayet iyiyim. Biraz dinleniyor, biraz albümü takip ediyorum. Şarkıların insanlarda yarattığı farklı etkileri görmek ilginç geliyor bana.

Birçok şapka takan bir sanatçısın, buna yazdığın şiirler de dahil. Zamanında şiir yarışmalarına “Kara” mahlasıyla katılıyordun. Şair kimliğinde sana destek olmuş, bilmem doğru mudur ama sanki etrafına bir güven kalkanı örmüş bir kelime bu. Yeni albümünü “Kara Konular” olarak adlandırırken o örgüyü devam ettirme dürtüsü var mıydı? Bir ilişiklik mevcut mu?

“Kara” benim sadece mahlasım değil, kalem adım oldu yıllar içerisinde. Kelimelere ve şiire yaklaşım biçimimi, hikayelerin arkasındaki duruşumu ve perspektifimi çok güzel betimliyor. Gündelik hayatımda neşeli denebilecek bir insanımdır halbuki. “Kara Konular”a ismini verirken aklımdan bu geçmiyordu ama bilinçaltım gerekeni yapmış olabilir.

Konuya şiirden girdik, biraz buradan devam edeceğim. Şair olarak şiirlerin eskisi kadar okunmadığı bir döneme denk geldiğini düşündüğünü söylemiştin. 2011’den beri sesinin, müziğinin, isminin güncel kalmış olmasının en güçlü sebeplerinden biri de yalın, şairane hitabetin. Şarkı sözlerinin barındırdığı oyunlar, akıcılık ve yumuşaklık bizi tekrar ve tekrar Bonomo dinlemeye sürüklüyor. Kağıt üstündeki dizeleri stüdyoya taşıyor musun?

Şiir ve lirik birbirinden çok farklı iki disiplin. Yazmaya oturduğum zaman hangisi üzerine çalışacağıma karar vermiş oluyorum. Eğer bir şiir şarkı sözüne, bir şarkı sözü şiire dönüşmeye çalışıyorsa o gün dikkatim fena halde dağınık demektir. Şiirin en görkemli dönemini yaşamıyoruz maalesef. Bunun döngüsel bir durum olduğuna inanmak istiyorum. Belki üç sene, belki beş sene sonra insanlar şiire geri dönecekler. Şiiri olmayan bir toplum düşünülemez.

Meczup ile seni ilk tanıdığımız döneme kıyasla çabuk üretim-çabuk tüketim alışkanlığı artık neredeyse her sektörde, ama özellikle de müzik sektöründe norm haline gelmiş durumda. Okuduğuma göre altıncı albümün olan Kara Konular, stüdyoda üzerine en çok kafa yorduğun, en fazla zaman harcadığın albüm oldu. Bu albümü diğerlerinden ayıran neydi?

Oğlum Roman’ın doğumuyla sahneye çıkan baba karakterimle alakalı sanıyorum. Dünyaya bir çocuk getirmek bana köklenmeyi hatırlatmış olabilir. Şarkılar tek başlarına zaman içerisinde kaybolup gidiyorlar. Albümler öyle değil. Albüm zamana çentik atmak gibi bir şey. Bu albümümün diskografimdeki en fazla emek harcadığım albüm olması da Roman’la alakalı. Oğlum kayıt sürecinde durmadan yanımdaydı. Ona bir şeylerle uğraşmanın, ilgilenmenin, emek harcamanın nasıl bir şey olduğunu öğretmek isterken yaptığım işten ne kadar keyif aldığımı hatırladım.

Meczup çıktığında ben 12 yaşındaydım. O albümdeki şarkı isimleri ile bir sürü eski kelimenin anlamını öğrenip, hayatımın en havalı müzik videolarını izlediğimi düşünmüştüm. Videolardaki görsellik tabii ki de seneler geçtikçe seninle beraber büyüyor, değişiyor fakat özünden sapmıyor. Yeni klipler nasıl oluyorsa hem taze hem de nostaljik geliyor. Şarkılarını görsele aktarırken ekip ile zihninizde neleri, nasıl şekillendiriyorsunuz?

Yıllar içerisinde ekip olarak şekillendirdiğimiz bir Can Bonomo estetiği çıktı ortaya. Yaklaşık 15 senedir aynı ekip, beraber çalışıyoruz. Bir senaryo topluluğunun yıllar boyunca aynı karakteri yazmasına benziyor bu durum. “Bu karakter bunu söylemez, bunu giymez, buraya gitmez.” demeyi öğrenmişlerdir artık. Yazdığım söz ve bestelerin üzerine konuşup hayal kuruyoruz. “Bu beste ne anlatıyor, kime anlatıyor, ne istiyor?” türevi teknik sorular sorduktan sonra oyun oynamaya başlıyoruz. Herkes fikrini söylüyor. Ekip dışından arkadaşlarımıza da çok danışırız. Herkes davetlidir bu oyuna. İçimize sinen bir iş çıkardıktan sonra da azıcık dinlenip bir sonraki işe başlarız.

Ruhum Bela ile Kara Konular arasında bir pandemi, birkaç farklı seçim, iyisiyle kötüsüyle daha neler neler yaşandı. Bu sürede aynı zamanda baba oldun, hayat birçok açıdan oldukça değişti, evrildi. Kara Konular için şarkı sözlerini yazarken kendini ifade edişinde yeni kapılar açıldığını hissettin mi?

Elbette açılmıştır. Hayatın akışıyla birlikte ilerlediğimi düşünmek isterim. Aksi halde zamanda sıkışmış, kendisini konforlu bulduğu bir yaşa hapsetmiş, tembel, kendi taklidini yapan bir adam çıkardı ortaya. Taklit olan şeyleri anlamak çok kolaydır. İşin kalitesinden ve samimiyetinden rahatlıkla anlayabilirsiniz. İcra eden kişinin gözleri de eskisi kadar parlak değildir artık. Her şeyden şikayet eden, hiçbir şeyden keyif alamayan mahkumlara dönüşmüştür. Özetle: Hayat devam ediyordu; benim de etmem gerekti.

Bak Jandarma Geliyor’un hikayesini de çok merak ediyorum.

Klasikleşmiş beste kalıplarının dışına çıkmak istediğim bir deneme oldu. A/C/B/C formunu biraz sallamak, değişikliğin verdiği rahatsızlığı deneyimlemek istedim. “Bak jandarma geliyor.” kısmını kendim söylediğim versiyonu beni tatmin etmedi. Daha ters köşe bir şey gerekiyordu oraya. Seko’dan (Serkan Keskin) rica ettim. Tam istediğim gibi oldu. Postacı ilk yazdığım versiyonda ölmüyordu. Albümün adına karar verdikten sonra öldürdüm onu.

Bu albümde Mabel Matiz, Melike Şahin, Gökhan Özoğuz ile sesine farklı pencereler açan düetler mevcut. Albümden önce de Nova Norda ve Demet Evgar ile bir araya geldiğiniz parçalara kavuşmuştuk. Önceki albümlerinde düet parçaları sık tercih ettiğin bir şey değildi. Tanıdığın, dinleyip sevdiğin sanatçılarla ortak melodilerde bir araya gelmek yaratıcı sürecini nasıl besliyor?  

Hayranlık duyduğum insanların şarkılarımı söylemesi muhteşem duygular yaşattı bana. Stüdyoda vakit geçirmek ayrıca çok keyifliydi. Gökhan zaten yıllardır tanıdığım, sevdiğim bir arkadaşım. Onun da öncesinde hayranlık duyduğum bir rol modeldi. Mabel’i yıllardır tanır ve çok severim. Daha önce hiç yan yana gelmemiş olduğumuza hayıflandım bu şarkılardan sonra. Geç olsun, güç olmasın gerçi. Melike çok sevdiğim, müthiş bir ses. Paylaştıkça keyfi arttı stüdyo deneyiminin. “Kara Konular” samimi ve hakiki bir dostlar albümüne evrildi böylelikle.

Aslında çok basit bir soru olacak fakat hiçbir röportajında bundan bahsettiğini duymadım, dolayısıyla gene de soracağım. Sesini kullanma şeklin, imlaların, tonlamaların oldukça şahsına münhasır, birkaç kuple duyduğumuz gibi senin sesin olduğunu anlayabileceğimiz bir vokal tarza sahipsin. Bunu nasıl keşfettin, nasıl benimsedin?

Şarkı söylemeyi bilmediğim için oldu. Hala da kendimi bir şancı olarak addetmem. Yıllar içerisinde kendimi çok geliştirmem, şarkı söylemeyi öğrenmem gerekti. Hala 10 sene önce kendi gayretimle keşfetmeye çalıştığım tekniklerle söylüyor olsaydım gırtlağımda ses teli namına pek bir şey kalmazdı. İnsanın sesinin güzel olmasıyla şarkı söylemeyi bilmesi ve sesini kullanabilmesi arasında muazzam fark varmış.

“Ben yenilmem / Tarzım değil”, seneler içinde tanıdığımız Can Bonomo’yu çok güzel özetliyor. Hem müziğin hem de sanatçı kişiliğin oldukça cesur, kendinden emin ve rahat birinin resmini çiziyor. Burada yazdığın sözlerin seni beslemesi, senin sözleri beslemen gibi bir döngü var mı? Hangisi daha önce geliyor, ya da öyle bir sıralama var mı?

Hiç düşünmemiştim bunu. Kendi ihtiyaç duyduğum şeyleri mi yazıyorum? Yoksa bende fazla olanın fazlasını insanlarla paylaşmaya mı ihtiyaç duyuyorum? Her daim muhteşem özgüven sahibi ve cesur bir insan değilim dolayısıyla bu şarkı özelinde sanıyorum ilk seçenek daha doğru. Bende fazla olanın fazlasını paylaşmaya ihtiyaç duyduğum şarkılar daha karanlık, daha dramatik şarkılar oluyor genelde. Demek ki ikisi de zaman zaman doğru.

Bahsettiğimiz gibi 2011’den beri tanınan, göz önünde olan birisin. Sosyal medya hesapların, konserlerin ya da röportajların aracılığıyla dinleyici seninle etkileşimde kalabiliyor. Bazı şeyleri göz önünde tutmaktan çekinmiyorsun fakat özel hayatını özel tutabilen bir sanatçısın. Bir bakıma dinleyicilerin gözü önünde büyüdün, bu süreçte bu dengeyi nasıl kurdun?

İlk başlarda biraz zorlansam da en toy, en genç olduğum zamanlarda bile sansasyonel vukuatlarım olmadı. Öyle biri değilim demek ki ben. Bazı şeyleri paylaşmayı, bazı şeyleri daha az insanla paylaşmayı, bazı şeyleri ise içimde yaşamayı seviyorum. Ara sıra ailemle bir fotoğrafımı paylaşarak insanları bu mutluluğa belli bir oranda dahil etmeyi, meraklarını gidermeyi, “ben iyiyim, her şey yolunda.” demeyi seviyorum mesela. Zamanla öğreniyor insan.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et