Bartu Küçükçağlayan ile Defansif Dizayn’ı, hikaye anlatıcılığını ve Büyük Ev Ablukada’ya dair bitmeyen merakımızı konuştuk

‘‘Dün gece masada unuttuğun kek gibi kararlı olsan’’ diyerek Türkçe sözlü müziğin çaktırmadan seyrini değiştirmişti Büyük Ev Ablukada. 2011’de, Krek’te camekan arkasında verdikleri konserleriyle bir tür İstanbul efsanesi gibi kulaktan kulağa yayılıyorlardı: Yeni çıkmışlardı, kim oldukları bilinmiyordu, röportaj vermiyorlardı ve konser biletleri satışa çıktığı anda tükeniyordu! Ellerinde gitarlarıyla şimdiye dek duyduklarımıza benzemeyen, çoğu zaman mizahı yüksek ama gerektiğinde de sağlam çarpan hikayeler çalıp söylüyorlardı bize. Sonrasında hem bu hikaye anlatıcılıkları hem de üç kelimeli grup isimleriyle pek çoklarına ilham verdiler zaten. (Tüm bunları bizzat hatırlıyorsanız belki sizin de kırışıklık önleyici kremler kullanmanızın vakti gelmiş olabilir.)

Yine de garanti formülün konforlu yollarını takip etmektense FIRTINAYT ile her şeyi alaşağı edip baştan yarattı Büyük Ev Ablukada. Gidişatın farklı olacağının habercisi olmuştu bu albüm. ‘‘Artık grup olarak konserlerde dans etmek istiyorduk’’ diyor Bartu Küçükçağlayan bu keskin dönüşü anlatırken; ‘‘Konserlerimiz bir noktada hep aynı olmaya başlamıştı. En ön sıralarda hep nasıl gitar çaldığımıza bakan, asık suratlı, uzun saçlı insanlar falan görmeye başlamıştık; bu beni biraz sıkıyordu açıkçası, dans etmek istiyordum oysa ben.’’ Gerçekten de FIRTINAYT’ın adı gibi enerjisi yüksek şarkıları o zamandan beri konserlere gelen kalabalıkları en afili figürler eşliğinde dans ettiriyor. (Bu gözler Büyük Ev Ablukada konserlerinde neler gördü neler…)

Ve çok yakın bir zaman önce üçüncü albüm geldi Büyük Ev Ablukada cephesinden. Bartu Küçükçağlayan’ın ‘‘Kalbimizin ritminin daha yavaş attığı bir dönemin eseri’’ diye tanımladığı Defansif Dizayn, söz ve müziğiyle hafifleyen, dinlerken bizi de hafifleten bir albüm. Bu albüm etrafında bir de özel bir sahne şovu var Büyük Ev Ablukada’nın. Şimdiye dek gördüklerimizden farklı ve her seferinde daha da evrilip değişen bir şov. 2024 boyunca her ay iki kere sadece DasDas’ta sahnelenecek. Arkasında ise kalabalık bir ekibin, çok uzun bir zamana yayılan emeği var. 

Zihnimizde Defansif Dizayn’dan şarkılar (çıkamadık şu Karargâh loop’undan), kalbimizde 2011 yılında yapamadığımız röportajın heyecanı (editörün ergen hisleri baki) tüm sorularımızla Büyük Ev Ablukada ve Bartu Küçükçağlayan’a dadandık. 

Fotoğraflar: Ahmet Emre Saka‘nın kamerasından, DasDas’taki Defansif Dizayn konserlerinden.

2023 yeni albüm gelmeden önce de çok yoğun gözüküyordu sizin tarafınızda; pek çok farklı şehirde ve yurt dışında konserleriniz oldu yıl boyunca. Olmaya da devam edecek. Bir de şimdi Defansif Dizayn konserleri var. Bu yoğunluğun sizin için güç veren bir tarafı var gibi gözüküyor, nedir sence o?

Şarkıları sıfırdan yaratmak, kaydetmek falan, aslında tüm bu albüm süreci gözüktüğü kadar eğlenceli değil. Ama bir kere ondan kurtulunca, onu konserde insanlara çalmaya başlayınca esas eğlence başlıyor diyebilirim. Bir iletişim haline giriyorsun; o kalabalıkla, insanlarla bir şeyler paylaşmaya başlıyorsun. Gerçekten bir enerji oluşuyor aramızda. Ve bu neredeyse bir bağımlılık yaratıyor diyebilirim. Senenin 365 günü konser ver deseler… Tamam o kadar çok çalamam, aralarda biraz dinlenmem gerek ama yine de haftada birkaç gün çalarım gibi… 🙂 Öyle kıymetli bir bela bu.

Aslında gerekenden daha az konser veriyoruz bu aralar. Farklı bir konsept tasarladık, DasDas’ta. Onun dışında İstanbul’da pek başka konserimiz yok gibi. Bir de albüm çıkmadan altı ay öncesinde konserleri durdurmuştuk, izleyiciyle bir sonraki büyük buluşmamız bu albümle birlikte olsun diye.

Her konserde yeni kuşak ekleniyor kitlenize bir önceki kuşak da eksilmiyor; seyirci tarafındaki bu sürekli değişimi, genç kanın gelişini nasıl takip edebiliyorsunuz?

Bu nasıl oluyor bilmiyorum ama işin reçetesi bu galiba zaten. Ne bileyim, müziğe olan merak ya da yeni bir şeyler dinleme heyecanı hep gençken başlar zaten. Ama son beş senedir gördüğüm bir şey var konserlerde: Şarkıların bazı yerlerinde seyirciyi de aydınlatacak şekilde ışıkları yakıyoruz. Mesela Güneş Yerinde’nin bir bölümü var; orada hepimiz sahnenin ortasına geliyoruz, ellerimizi kaldırıyoruz, tam o anda seyircinin de ışığı yanıyor. İşte o zamanlarda fark ediyorum; böyle önden arkaya doğru bir yaş sıralaması var gerçekten. Ön taraflarda gencecik, yanakları renkli renkli insanlar var. Arkalara doğru saçları beyazlamış ya da uzun sakallı tipleri görmeye başlıyorsunuz. Yaşlılar biraz daha arkalarda durmayı tercih ediyor galiba ama bazen müziğe kaptırınca onlar da öne doğru geliyorlar.

Bazen akustik konserlerde seyirciyi daha çok görebiliyoruz. Bir gün Galvan (Gülinler) konserden sonra şaşkınlık içinde gelip şey dedi: ‘‘Bugün konserde dede vardı ya!’’ Sanırım Ses Tiyatrosu’ndaki konserlerimizin yaş grubu daha yüksek oluyor; izleyiciler eşlerini falan alıp geliyorlar. Oranın izleyicisi oldukları için mi yoksa gerçekten bizi görmek için mi geliyorlar bilmiyorum ama onların önünde çalmak da ayrıca heyecanlı oluyor.

Geçtiğimiz günlerde Full Faça’nın 12. yılı için bir post girdiniz; altında bir yorumunu gördüm, 12 sene önce 20’lerimde olduğuma inanamıyorum yazıyordun. Nostalji değil de Büyük Ev Abluka tarafında hafiften bir geçmişi anma hallerine başladınız mı?

Evet evet, yapıyoruz onu. 12 sene önce 20’li yaşlarımdaydım, şimdi 40’larımdayım. Matematiksel olarak hesaplayınca bunu fark etmek şaşırttı beni. Bir de uzun süredir bu işle tutkulu bir şekilde uğraştığım gerçeği var, yakasına yapışarak hâlâ bırakmadığımın bir ispatı bu geçen zaman; bunu görmek beni çok mutlu ediyor.

Evet, Full Faça 20’lerimin sonuydu, Fırtınayt 30’larımın ortasıydı. Şimdi de Defansif Dizayn var, 40’larımın başında. Bir de insanın hayatta dönemleri oluyor. Yaşla alakalı ya da bağımsız… Full Faça’da mesela ben içine kapanık, şapkası önünde, hiç hareket etmeyen biriydim. Geçmişe bakınca gitar çalıp şarkı söylemeye çalışan birini görüyorum. Fırtınayt döneminde ise etekler giyip, ojeler sürüp kendini seyircinin önüne atmış biri var mesela. Bakalım Defansif Dizayn döneminde nasıl olacak…

Bir Büyük Ev Ablukada hayranı olarak FIRTINAYT ilk çıktığında aşırı heyecanlanmıştım; albümün çok iyi olması bir yana Büyük Ev Ablukada cephesinde bir dönüşümü de başlatıyordu sanki. Aslında çok sevilen bir formülü devam ettirebilecekken FIRTINAYT’la birlikte yepyeni bir yola giriyordunuz. Defansif Dizayn da aynı şekilde; geçmişten sesler taşısa da bir önceki kayıtlardan çok farklı bir yerde duruyor. Yenilenmek sizin için neden önemli?

Full Faça ile Fırtınayt arasındaki değişim çok daha keskin çünkü artık grup olarak konserlerde dans etmek istiyorduk; konserlerimiz bir noktada hep aynı olmaya başlamıştı. En ön sıralarda hep nasıl gitar çaldığımıza bakan, asık suratlı, uzun saçlı insanlar falan görmeye başlamıştık; bu beni biraz sıkıyordu açıkçası, dans etmek istiyordum oysa ben. Ben de yeni yeni açılmıştım, dansı keşfetmiştim ve dans edebiliyordum artık sahnede. Grupça da dans edebileceğimiz bir albüm yapalım istedim.

Ülkenin durumu da kasvetliydi o zamanlar, bombaların patladığı o dönemler… Bizi üzmeyecek, dans ettirecek şarkılar da yapabiliriz diye düşünmeye başlamıştık. İlk keskin kararı da bu şekilde almıştık. Adını da önceden koymuştuk; fırtınalı bir gecede eğlenceli bir şeyler çıkaralım gibi bir fikirle ilerlemiştik. Şarkıları da bu fikre, temaya uydurmaya çalışıyorduk. ‘‘Bu Fırtınayt’lık değil’’ gibisinden yorumlarla şarkıları düzenliyorduk. Ama şimdi Defansif Dizayn’da geçiş pek öyle olmadı. Basçımız Aslan (Mert Üçer), ‘‘Ben bu albümün daha elektronik bir yere gideceğini düşünmüştüm’’ dedi daha birkaç ay önce ama sahiden öyle olmadı, şarkılar bizi başka türlü bir yere çağırdı. Şarkıların kendisi yaptı tüm bu yorumları, ‘‘Ben burada elektronik istemiyorum, ben burada iyi çalınmış bir davul istiyorum’’ dedi mesela. Bu sefer sanki bu geçişi Defans Dizayn böyle istedi. Biz bir masaya oturup çok keskin kararlar verip ‘‘Asla Fırtınayt gibi bir albüm yapamayacağız’’ demedik yani, içimizden çıkan bu oldu.

Fotoğraf: Ahmet Emre Saka

Sanırım Karargah hariç, Defansif Dizayn’ın tamamına genel bir hafifleme hali hakim. Zaten Kopuk Uçurtma’da da söylüyorsunuz bunu. Oh Be! de yumuşacık, hafifçecik bir şarkı. FeeL gibi aslında aşırı gergin bir durumu anlatan bir şarkı bile bünyede romantik komedi hissi yaratıyor.

Evet, öyle yani gerçekten… Ne bileyim, mesela içeride hamile karım uyurken yazdığım şarkılar da var bu albümde. Sakinliği biraz yaştan, biraz etrafta olup bitenlerden ve pandemi döneminde duyduğumuz hislerden kaynaklı. Kalbimizin ritminin daha yavaş attığı bir dönemin eseri olduğu için bu albüm böyle bence.

Defansif Dizayn’da tarifi zor bir his daha var; hani filmlerde bir dış ses karakterin bir kağıda yazdıklarını izleyici için seslendirir ya, onun gibi hissediyor insan şarkıları dinlerken. Sanki kendi kendinize yazdığınız mektupları, günlükleri okuyormuşuz gibi. Hem artık cümleler de daha uzun ve detaylı… Bu stil değişikliği nasıl gerçekleşti?

Bu benim bilgisayar başında şarkı sözü yazdığım ilk albüm. Aslan’ın, Utku’nun ve Cembir’in bestelerini sözsüz bir şekilde alıp onların üzerine, kağıt-kalemle hiçbir yere yazmadan, sadece mikrofona söyleyerek sözlerini oluşturduğum bir albüm bu. O yüzden çok uzun saatler çalıştım ben bu albümde. Seneler diyebilirim gerçekten, iki-üç sene sürdü tüm bu çalışma. Bu kadar uzun ve çok çalışınca da neredeyse hiç boşluk bırakmayacak kadar da söz yazmış oldum. Bunda 2018’den beri rap müzik dinliyor olmamın da bir etkisi var bence. Melodilerdense, ki zaten çok melodi yazamam, daha çok art arda kelimeler koymaya çalıştım. Onları sadece kafiye yaratmak için değil gerçekten bütününde bir şey anlatmak için bir araya getirmeye çalıştım. Gerçekten çok çalıştım 🙂

Peki ‘‘hikaye anlatıcı’’ title’ı hakkında ne düşünürsün? 🙂 Böyle bir unvanı üstlenmek ister misin?

Sevinirim, çok sevinirim çünkü ben aslında… Ben hâlâ kendime müzisyen diyemiyorum ya! Utanıyorum. Yani Can Güngör, Korhan Futacı, Zeynep Oktar ya da Utku İnan stüdyoda bir şeyler konuşurken ben yanlarında kendimi öğretmenler odasına girmiş bir öğrenci gibi hissediyorum, kendime ‘‘müzisyen’’ demeye çekiniyorum.

Gerçekten, müzik aracılığıyla hikayeler anlatmak, hissettiklerimi eğip büküp onlardan bir şeyler yaratmak zaten benim bu işi yapmaktaki en büyük hedefimdi. Onu da başardığımı düşünüyorum, bu çok hoşuma gidiyor.

Sadece bireysel hikayelerinizi değil, başka karakterlerin hikayelerini de anlatıyorsunuz artık. Önce Tayyar Ahmet, sonra Serap. Simdi de Defne Kalbim… Boomer olmasam da Defne’nin Instagram hesabını ilk gördüğümde gerçek sanmıştım 🙂 Kaçık bir kız herhalde demiştim. Defne’nin hikayesini nasıl kurguladınız? İkincisi Z kuşağına bu hakimiyet nereden geliyor? 🙂

Bizim ilk albümümüzde Tayyar Ahmet vardı; Fırtınayt’ta da Serap… Aslında Serap’ı çok anlatmasam da Serap’ın etkilerinden bahsettiğim bir şarkı vardı. Bu albümde de Defne, Aslan’la evde şarkı üzerinde çalışırken geldi aklıma. Öncesinde ‘‘Bir kadın hakkında bir şarkı yazmak istiyorum ama içinde aşk geçmesin, bir erkeğin bir kadını övdüğü bir şarkı olmasın’’ demiştim hatta Aslan’a. Ve sonra ‘‘Dört aydır evi yok, tırnaklarında silik bozuk ojeler’’ cümlesi geldi aklıma. Hoşuma da gitti. O sıralarda zaten senaryo yazıyordum; yazdığım senaryolardaki bir karakter beni birazcık etkiliyordu açıkçası. Sonra kafamda onun imajından yola çıkarak birini yarattım. Kendi gençliğimde gördüklerimi bugüne uyarlamaya çalıştım biraz da.

‘‘Instagram’da sahte bir adı var’’ diye bir söz var şarkıda; bugüne gelene kadar da Instagram’ın birazcık havası söndü. Z kuşağının da pek Instagram’la ilgisi olduğunu düşünmüyorum, o biraz geç kaldı bence. Çünkü ben şarkıyı 2019-2020’de falan yazmaya başlamıştım. Onun yerine sözlere ‘‘TikTok’’ koymaya çalıştım ama kafiye olarak o da güzel olmadı. Instagram olarak kalmaya devam etti sözler.

Bu arada albüm çıkmadan önce şarkıya bir türlü isim bulamıyorduk. Bir kod adı vardı şarkının: Aslan’ın bir bestesi ve disko gibi olduğu için ‘‘Aslan Disko’’ diyorduk şarkıya. Neredeyse Aslan Disko kalacaktı adı. Sonra düşündüm bu şarkıdaki karakterin bir ismi olacaktı elbette. Bizimle stüdyoda çalışan ve stüdyoda bize yardımcı ve destek olan Defne diye bir arkadaşımız vardı; Defne olsun bu şarkının ismi diye düşündüm. Sonra başına ‘‘@’’ işareti koymak geldi aklıma, teknik olarak da mümkün mü diye dağıtımcıya, Spotify’a falan sordum. Bu bir Instagram adına evrildi; sonuna ‘‘kalbim 96’’ ekledim bir de. Kendim için başka anlamları da var bunun da. Instagram’da bu hesabı kullanmak da albüm için bulduğum en iyi fikirlerden biri olabilir belki de.

Gerçek bir Z kuşağı gibi kullanıyor Defne Instagram’ı… 🙂

O konuda gerçekten profesyonel olduğunu söyleyebilirim… 🙂

Fotoğraf: Ahmet Emre Saka

Albümlerle birlikte sahne performanslarınız da dönüşüyor; şimdi Defansif Dizayn’la birlikte DasDas’ta yeni bir konser serisine başlıyorsunuz mesela. Konserden ziyade bir kumpanyayla birlikte gerçekleştirilen büyük bir şov bu. Bu özel konserleri kurgulamaya nasıl başladınız? Arkasında nasıl bir süreç var?

Biz albümü kaydetmeden önce Cembir ve Muhtar büyük bir şov tasarlamaya başlamışlardı. Arkasında çok kalabalık bir ekip ve uzun bir süreç var gerçekten. Neredeyse 20 kişinin daha dahil olduğu bir süreçten bahsediyorum. Biz tiyatro kökenli bir grup olduğumuz için bizimle çalışanlar da hep bu alandan arkadaşlarımız. Dekorundan danslarına, her şeyiyle birlikte kurduk bu hayali.

Tasarladığımız bu yeni şov her ay iki kere DasDas’ta sahnelenecek. Bir tiyatro oyunu gibi düşünün bunu. Bu şovun dışında elektrikli konserlerimiz de olacak elbette. İstanbul dışında Ankara, İzmir gibi şehirlerde de çalacağız. Ama bu şov sadece DasDas’a özel.

Bir içerikçi olarak Büyük Ev Ablukada’nın ‘‘merak’’ yaratma konusunda hep çok başarılı olduğunu düşünüyorum 🙂 Mesela ilk çıktığınız yıllarda hiçbir ticari yönteme kalkışmamış olmanıza rağmen konserleriniz sold out oluyordu. ‘‘Merhabayın’’ diyerek yaptığınız şarkı anonslarınız olurdu; çok komikti ve garip bir heyecan ve merak yaratıyordu.

Aradan epey bir şey geçmiş olmasına rağmen o merak hissi hâlâ duruyor: Yangın Akvaryum’dan beri yükselen bir merak ve Defansif Dizayn konserlerinin albüm çok taze olmasına rağmen sold out oluvermesi… Şarkıların yazımından albümlerin duyurusuna kadar pek çok süreci siz üstlendiğiniz için soruyorum: Size yönelik bu merakı nasıl canlı tutuyorsunuz?

Benim kafam biraz öyle çalışıyor açıkçası. Grup olarak başladığımız ilk andan itibaren sosyal medyasıyla ben ilgileniyorum. Şarkıları ilk MySpace’e yükleyen de bendim. Oradan devam etmemiz gerektiği fikri de benden çıkmıştı. Hatta albüm yapmayalım ve albümü kendi sitemizden bedava yayınlayalım gibi bizi sonrasından batıran fikri de ben bulmuştum 🙂 Yeni ne varsa takip etmeye çalışıyorum. Bir şekilde de artık kafam bir PR’cı ya da bir içerik üreticisi gibi çalışıyor. Bu tarafımı baştan beri bunun içine bir şekilde dahil ediyorum gerçekten; sen söyleyince daha da fark ettim şimdi.

İlk çıktığımızda ben bir dizide oynuyordum ve sokakta beni insanlar hep o karakterle çağırıyorlardı. O yüzden bu şarkıları yapanın o olduğunun bilinmesini istemedim ve bu şarkıları MySpace’e koyarken hepimizi birer nickname altında yazdım. Kim olduğumuz bir süre bilinmedi ve o bilinmemezlik de çok hoşuma gidiyordu, tanınmamak için yaptığımız bir şeydi. Hiç kimse bizi bilmesin, görmesin düsturuyla yola çıkmıştık.

Bence bu konuda Berkun’dan da etkilenmiş olabilirim; Berkun’un da böyle merak yaratma konusunda cin fikirleri vardır, muhtemelen ondan da etkilenmişimdir. Bir şeyleri dümdüz bir şekilde çıkarmaktansa onu merak yaratacak bir fikirle sunmak onun da çok iyi olduğu bir konu.

O zamanlar röportaj da vermiyordunuz……..

Yıllar önce yapamadığın röportajı yapmış olduk mu sonuçta?

Evet, sonunda! Ama bunun da bir zamanı varmış demek ki. Hem o röportajı yapabilmek umuduyla KREK’e gelmiştim ve ilk Büyük Ev Ablukada konserimi izlemiştim. 2011’in ilk bir-iki ayı… Tüm konserleriniz sold out’tu o dönemde ve ben de Bant Mag. Aylin sayesinde gidebilmiştim o konsere, belki gidip röportajı yapabilirim diye yer ayarlamıştı bana.

O zamandan beri de hâlâ ara ara durup merak ederim; yeni çıkan bir grubun konserleri nasıl bu kadar hızlı bir şekilde sold out oluyordu gerçekten? KREK ile özdeşleşmiştiniz, tamam ama sonra Babylon konserlerinde de aynısı devam etti o yıllarda. Evet, o dönem tiyatro izleyicisi seni çok iyi tanıyordu ama bir anda Büyük Ev Ablukada diye bir grup çıkmıştı ve albüm malbüm yayınlamasa da, klasik tanıtımlar yapmasa da konserleri yok satıyordu.

Nasıl oldu tüm bunlar?

Nasıl başladı biliyor musun, biz 2008 yılında Cem ile tanıştık. Sonra ben evde Cem’e bir bestemi çaldım. O da bana dedi ki, gel biz üç sene çalışalım sonra konser verelim. Ben de tamam dedim. Gerçekten de bu konuşmamızdan üç sene sonra Babylon’daki konserimizi verdik. Ve Babylon’da çalmak benim en büyük hayalimdi. Küçükken annemlere yalan söyleyip Eskişehir’den kaçıp Babylon’a konser izlemeye gelirdim.

İlk büyük konserlerimizi Babylon’da veriyorduk biz de. Albümümüz yoktu ve tüm konserler sold out oluyordu. Böyle Babylon’un bar grubu gibi olmuştuk, her ay orada çalıyorduk. O kalabalığı görmek de çok iyi hissettiriyordu, ‘‘Demek ünlüyüz’’ falan diyordum. Geçenlerde Eski Babylon’a tekrar gittim, içeri girince fark ettim. O kadar da büyük değilmiş aslında, o zamanlar devasa geliyordu. Konserler sold out olduğunda tüm Türkiye’de ünlüyüz gibi hissediyordum, oysa içeride 300-500 kişi falan varmış demek ki.

Şimdilerde Defans Dizayn konserlerinde aynı şey söz konusu gibi, üstelik DasDas’ın alanı da daha büyük. 

Evet ya, hatta öğrenci biletleri hızlı bittiği için öğrenciler kızıyor bize. Daha fazla öğrenci bileti açmaya çalışıyoruz elimizden geldiğince.

2024’te DasDas’taki şovumuzu geliştirmek istiyoruz. Her şov birbirinden daha farklı olacak gibi çünkü her seferinde aklımıza yeni bir fikir geliyor ve biz de bunları denemek istiyoruz. Sanırım bu Defansif Dizayn konserleri 2024 için beni en çok heyecanlandıran şeylerin başında geliyor. Bu şova gerçekten çok kalabalık bir ekip halinde büyük emekler verdik ve hepimiz bu şovun daha iyiye gitmesini istiyoruz. Ve bu macerada bizi yalnız bırakmazsanız seviniriz.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et