Eskişehir, Al’York ve mitlerin gerçek olduğu bir buluşma

Backstage by German Legend konser serisinin ikinci ayağında Al’York’un o dur durak bilmeyen enerjisini sahnede izlemek için Eskişehir’deydik.

Bir Eskişehir miti vardır. Eğer daha önce Eskişehir’e gitmediyseniz, sürekli kulağınıza çalınan, git gide merak uyandıran bir mit.

Bir kere çok soğuktur Eskişehir. Ankara gibi. Bozkır soğuğu dediklerinden. Sizi acımasızca etkisi altına alabilir.

Bir de üniversite şehridir burası. Haliyle her ne kadar dingin bir havası olsa da gençlerin enerjisiyle günlük yaşamın her anında geçerli bir dinamizme sahiptir. Haliyle eğlence hayatı ve müzik sahnesi de bu dinamizmden payını alıyor. Barlar sokağından hareket eksik olmuyor. Konser takvimi ise İstanbul, Ankara gibi ”büyükler”e kafa tutacak cinsten. İçinden akıp giden Porsuk Çayı, tarihi Odunpazarı bölgesi ve yeni modern sanat müzesi de şehre farklı kimlikler katıyor. Çocuk, genç, yaşlı tüm kent ahalisini kendine çekiyor…

Bunların hepsi, zihinimi türlü meraklarla dolduran mitlerden ibaretti benim için. Eskişehir’e hiç gitmemiştim. Üç-dört saatlik uzaklıkta olsa bile… Ve bu ilk, sadece bir buçuk gün süren kavuşmamızda gördüm ki, mit sandıklarımın hepsi gerçekmiş. Soğuğundan insanın ruhuna enerji katan genç nüfusuna kadar…

Sebebi ziyaretimiz, Backstage by German Legend serisi kapsamında gerçekleşecek Al’York konseri. Yerli müzik sahnesinin, rock’n roll’un gümbür gümbür seslerinin peşine takılan gruplarından biri Al’York. Ankara’da aynı okulda okurken yolları kesişen grup üyeleri, o zamandan bu yana beraber sahne alıyor. Son yıllarda tüm özgün seslerin Ankara’dan çıkmasının bir sebebi olmalı diyor ve tez zamanda bunu konuşmak için Al’York’la röportaj yapabilmeyi diliyoruz.

becks-203

İstanbul’dan çıkıp Eskişehir’e vardığımızda Backstage by German Legend sahnesinde Al’York’u izlememize daha saatler vardı ama şanslıydık da çünkü geçtiğimiz aylarda kapılarını açan, sıradışı mimarisi ve koleksiyonlarıyla merakımızı pekiştiren Odunpazarı Modern Müze’yi görme fırsatımız olacaktı.

Şehre dair ”mitti, gerçek oldu” dediğim ilk an, o meşhur soğuğuyla çarpışmam sırasında gerçekleşti. Soğuk değil de ayaz demeli belki de…

German Legend’ın davetlisi olarak başladığımız bu mini seyahatimizin açılışını elbette bira eşliğinde havada pizzaların uçuştuğu bir öğle yemeğiyle yaptık ve Odunpazarı Modern Müze’nin en az kendisi kadar şahane bir mimari ve dekorasyona sahip oteline eşyalarımızı bıraktıktan sonra Müze’ye giriş yaptık. (Tek güne çok şey sığdırmanın peşinde, siz de bizimle birlikte koşturacaksınız bu yazıyı okurken!)

İşadamı Erol Tabanca’nın doğup büyüdüğü bu şehre bir hediyesi Odunpazarı Modern Müze. Şehrin sosyo-kültürel yaşantısına büyük katkıları olacağı gibi, diğer şehirlerden ve hatta ülkelerden çekeceği ziyaretçilerle ekonomik olarak da şehre farklı bir canlılık getirecek belli ki. Bu bir mit veya öngörü de değil hem. Müzeyi ziyaret ettiğimiz o cumartesi akşam üstünde katlar o kadar kalabalıktı ki… Kalabalıkların bu ilgisi yakında da dinmeyecek gibi.

Haldun Dostoğlu’nun küratörlüğünü yaptığı Vuslat seçkisi, hem Türkiye hem de yurt dışından pek çok sanatçının işlerini müzenin katlarında buluşturuyor. Vuslat’ı da üç farklı tema altında düşünmüş Dostoğlu: Erol Tabanca’nın hayallerine kavuşması, Eskişehir’in bir modern sanatlar müzesine kavuşması ve eserlerin izleyicisine kavuşması… Üç kata yayılan seçkide, farklı materyaller ve yöntemlerle üretilmiş pek çok zihin açıcı eserle karşılaşabilirsiniz. Japon mimar Kengo Kuma ve ekibinin imzasını taşıyan ve sürdürülebilirlik esas alınarak yapılan müze binasının sade ihtişamı ise Odunpazarı’nın o tarihi evleri arasında harika bir tezat yaratıyor. Sanki gelecekten gelip o ahşap evlerin arasına kondurulmuş gibi.

becks-173

Müze gezisinden sonra ise sırada, dünyaca ünlü yeme-içme eksperi Oğul Türkkan’ın bilgilendirmeleri eşliğinde yine bol biralı bir akşam yemeği programı vardı. (Yaşasın biracılık!)

Akşam yemeği menüsü, özellikle biraya en iyi eşlik edecek tatların seçilmesiyle hazırlanmıştı. German Legend’ın marka hikayesini anlatarak konuya başlayan Oğul Türkkan hem biraya dair bilgiler verdi hem de biraya dair mitleri doğruladı ve yanlışladı. (Buralar çok önemli tabii.)

Mesela German Legend’ın ilk yeşil şişeli bira olduğunu, eve çok bira içen bir arkadaşınız gelirse ona bardakta değil şişede bira ikram etmeniz gerektiğini (haha çünkü şişeden içerken hava da yutacağı için hızlıca tıkanacak), asıl biranın değil yanındaki çerezlerin kalorili olduğunu Oğul Türkkan’ın anlattıkları sayesinde öğrendik. Ve köpüren biranın iyi bira olduğunu da…

Neyse ki birayla muhabbetimiz sofrayla sınırlı kalmadı. Al’York’un Eskişehir Social Club’daki konserine de German Legend eşlik ediyordu zira… (Bu arada iki Social Club varmış Eskişehir’de ve grup, konserde vokalleri Alp’in anlattığına göre ilk olarak ‘yanlış’ Social Club’a gitmiş. Neyse ki yolumuz doğru yerde kesişti.)

becks-176

Eğer rock müziğe sevdalıysanız asla kayıtsız kalamayacağınız gruplardan biri Al’York. Hele ki rock’ın nedense Türkiye semalarında (ve hatta dünyada belki) popülerliğini hip-hop ve rap türlerine emanet ettiği şu günlerde… Al’York’un o yakıcı gitarlar ve sağlam ritimleri eşliğinde Backstage by German Legend sahnesine çıktığı o ilk an, bir tür trans sebebiydi benim için. Mis gibi havayı ciğerlerime solur gibi içime çektim o müziği. (Eyvah şu an aşırı arabeske bağlamak üzereyim!)

Benim yolum Al’York’la ilk kez olarak internette, bir konser kayıtlarını görmemle başlamıştı. Sanırım ya 2015 ya da 2016 olmalı. Aynı dönem bir de EP’leri geldi. İlk EP’ye yakışır Debut adlı bu EP’de müziğini daha iyi anladım ve tanıdım grubun. Çokça rock ve blues’un yer yer yürek yakan sesleri…

Sahnede de türün tüm enerjisini izleyicisine yansıtıyor Al’York. Kendi şarkılarının yanı sıra David Bowie gibi ustalardan cover’lar da çaldıkları Backstage by German Legend konserinde bir ara Alp’i kendini yere fırlatıp gitar çalarken gördüm. Bundan daha rock’n roll bir şey olabilir mi?

Fark ettim ki Al’York’u daha önce hiç açıkhavada izlememişim. Bir açıkhava konserinde o enerjinin ne haller alacağını düşünemiyorum bile. (Pogoya davet!)

Rock’n roll deyip durdum ama konserden sonra, yol yorgunluğuyla ve tüketilen biraların tatlı etkisiyle olsa gerek, geceyi bitki çayı içip erkenden yatağa girerek bitirmiş bir insanım. Eskişehir’in gençliğine, enerjisine, gururlu bir gülümsemeyle bakan, sevecen bir babaanne gibi…