
Nerede o eski büyülü dünya, nerede çocukluğum: Fantastik Canavarlar: Dumbledore’un Sırları
Fantastik Canavarlar: Dumbledore’un Sırları spekülasyonlar, tartışmalar, birkaç farklı pandemi ve iddialardan sonra nihayet vizyona girdi. J.K. Rowling iptal oldu mu olmadı mı diye düşünürken Johnny Depp ve Amber Heard arasındaki dava sürecine takıldık. Çekimler ertelendi, Mads Mikkelsen kadroya dahil oldu. Sonra duyduk ki Ezra Miller tutuklanmış. Bir filmin başına daha ne gelebilir derken tarih 15 Nisan’ı gösterdi. İtiraf ediyoruz, bu filmi Aşk-ı Memnu’nun finalini bekler gibi beklemedik. Ama Sadakatsiz’in yeni bölüm fragmanı kadar heyecanlıydık.
Dumbledore’un Sırları’nda Newt Scamander ve ekibi bir kez daha Grindelwald’un peşine düşüyor. Jude Law’un hayat verdiği Dumbledore, bu filmde ön plana geçiyor ve Newt’ın ana karakter sıfatını da yerle bir ediyor. Neyse ki övmelere doyamadığımız Mads Mikkelsen, Grindelwald karakterinin hakkını veriyor. Johnny Depp malum mevzular yüzünden seriden uzaklaştırılınca, Grindelwald rolüne getirilen Mikkelsen’in ikna edici bir performans sergilediğini söylemek mümkün. Ancak Depp’in tuhaf karakterleri çekici kılan karizmasının Mikkelsen’de bulunmadığı da çok açık. Mikkelsen’in duru performansı, Grindelwald’un serinin ilk iki filminde gördüğümüz çılgın tavrını da silmişe benziyor. Ne yazık. Grindelwald bu filmde sıradan bir siyasetçiye dönüşüyor. Soğuk, sert, ukala, iş bilmez, nefret dolu. Şimdi sen de herkes gibisin Grindelwald.
Aşığım merkez
Jude Law’un ise şaşırtıcı bir şekilde Dumbledore olduğuna inanmak üzereyim. İpek cübbeli Dumbledore’un ekrana ne zaman geleceğini merak ediyorum; ancak Law’un takım elbisesi de hiç fena değil. Üstelik serinin hayranlarını mutlu edeceğini düşündüğüm pek çok sahneye de şahitlik ediyoruz. Dumbledore ve Grindelwald arasındaki aşk ilk kez bu filmde ele alınıyor. Dumbledore, filmin açılış sahnesinde Grindelwald’a ”Sana aşıktım.” diyor. Yalan yok, kalbim kuş gibi oldu. Bir anka kondu göğsüme. Mikkelsen ve Law’un sahnelerinde ikilinin birbirine aşık olduğunu hissettim. Aşk, hatta, iki oyuncunun da performansını basite indirgiyor. Dumbledore ve Grindelwald’un sahip olduğu bağ, gözle görülür bir gerçekliğe dönüşüyor. Belki, tam da bu sebepten Mikkelsen’in seriye dahil olmasında bir hayır vardır.
Dumbledore’un Sırları’nın serinin önceki başarısızlıklarını unutturma çabası da belli. JK Rowling ve Steve Kloves, hikaye alanını daraltarak senaryoyu bu defa olaylara değil; karakterlere yaslıyor. Harry Potter hayranlarını yeniden kazanmaya yönelik bu hamle, kısmen başarısızlığa uğruyor. Senaryoda kullanılan ilahi bakış açısı, karakterlerle bağ kurmaya alışmış Potter hayranlarının seriyi bir türlü sahiplenememesine yol açıyor. Bu noktada Fantastik Canavarlar’ın bir kahramanın yolculuğuna odaklanmadığını ve birden fazla kahramanı içinde bulundurduğunu unutmamak lazım. En azından ben kendime bunu sık sık hatırlatıyorum. Bu şekilde daha az hayal kırıklığına uğruyorum. Serinin Potter filmlerinin bir devamı olmadığını da aklımın bir köşesine not ediyorum.
Büyünün gerçekliği
Fantastik Canavarlar’daki mekan-karakter ilişkisinin zayıf olması da seyircinin filmin içinde kaybolmasını engelliyor. Çünkü büyücülük dünyasında hatırı sayılır zaman geçiren ve artık emekli olması gerektiğine inandığım David Yates, ısrarlı bir şekilde yönetmen koltuğunda oturmaya devam ediyor. Behlül’de olmayan cesaret sende olsun. Kaç git uzaklara, gözünü seveyim. Filmdeki mekan seçimleri o kadar gerçek değil ki, seyirci hep uzaklarda kalıyor, kamera seyirciyi sürekli dışarı itiyor. Ancak fantastik bir filmi başarılı kılan gerçeküstücülüğün aşılıp seyirciyi filmin gerçekliğe ikna etmektir. Yates ve Rowling, Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda iyi bir ikili olarak başladıkları bu yolculukta sarsılıyor.
Mekanlar havada süzüldükçe, seyircinin ayağı bir türlü yere basmıyor. Mekanlar birer özne olarak değil, nesne olarak kullanılıyor. Karakterlerin girip çıktığı, sahne geçişlerinde göz ucuna saklanan bakanlıklar yardımcı bir yan karakter olmaktan öteye geçemiyor. Senaryoyu toparlamak adına atılan adımların son ayağı bu aynı zamanda. Mekanı yok sayıp, karakterleri yürüttükçe senaristlerin de işi kolaylaşıyor. Öte yandan senaristlere şapka çıkarmam gerektiğinin de farkındayım. Filmde Grindelwald ve Dumbledore’un kısa bir düellosuna yer veriliyor. Düello sahnesinde ikilinin birbirinin kalbine dokunup kalp atışlarını hissetmeleri, o kadar beklenmedik bir sürprizdi ki. Sahnenin Rowling’in işi olduğu çok belli. Dumbledore’un yapayalnız hayatının nasıl başladığının da bir habercisi tabii.
Senaristlerin önemsemediği karakterlere veda
Film çeşitli karakterleri de yarı yolda bırakıyor. Ezra Miller’ın hayat verdiği Credence, solmuş bir çiçek misali yitip gidiyor. Ne yazık. Potter hayranlarının binbir teoriler ürettikleri bu hikayenin senaristler tarafından önemsenmediği o kadar belli ki. Ah ah! Miller’ın uygunsuz davranışlar sergilediği gerekçesiyle tutuklandığını duydunuz mu? Duymayanların acil Twitter’a girip kendilerini biraz sosyal kültürle meşgul etmelerini öneririm. Bir an için domatesin kilosunun 30 lira olduğunu unutuyorsunuz. Ciddileşelim ve Credence’a elveda diyelim. Gotik çiçeğim benim. Gönül sayfamda bir çiziksin Credence.
Rowling ne yapmaya çalışıyor?
Filmin bir diğer unutulan karakteri de Nagini. İkinci filmin süper gizli sırları arasında yer alan Nagini’nin hikayesine bu filmde değinilmiyor. Tina neredeyse hiç görülmüyor. Minerva’nın bu filmde ne aradığını hala bilmiyoruz. İşin doğrusu, uzun lafın kısası, Rowling’in ne yapmaya çalıştığını bilmiyoruz. Aklındaki plan hakkında öngörülerimiz olsa da karşımıza gelen ürün her seferinde bizi şaşırtıyor. Üstelik attığı her adım, Potter evrenini de etkiliyor. Minerva’yı Fantastik Canavarlar’a dahil ederek hikaye çizgisini değiştirmişken yapabileceği değişikliklerin sınırının olmadığını da görüyoruz. Bir sonraki filmde Voldemort’un hikayesine geçiş yapmaya başlayacağımızı düşünüyorum. Ama kim bilir? Seyirci Nagini ve Voldemort’un tanışmasına şahitlik etmek istiyor. Grindelwald ve Dumbledore’un büyü savaşı da dördüncü filmin öne çıkan olayları arasında yer alabilir.
Dumbledore’un Sırları, büyücülük dünyasında geçen bir hikaye sunuyor. Fakat okuyucuyu büyüye inandırmayı başaramıyor. Karakterlerin gücüne sığınan film, Harry Potter gibi bir kahramanın da ölümsüzlüğünü kanıtlıyor. Rowling de bence bunun farkında. Hogwarts’ın kapıları bize hep açık olsa da o kapıdan bir başka Harry Potter daha geçmeyecek.