Bir tatlı huzur ve sonsuz düşlere seyahat: Almanya’da bir Füsun Onur sergisi

Almanya’nın Köln şehrinde benzerine rastlamadığım bir Füsun Onur sergisi var. Küratörlüğünü Emre Baykal ve Barbara Engelbach’ın üstlendiği ‘‘Retrospektif’’ sergisi, Onur’un uluslararası kitleye ilk takdim edilişi değil. Ancak böylesine kapsamlı bir sergiyi Köln’de keşfetmenin de heyecanını üzerimden atmış değilim. Tam da bu sebeple Baykal ve Engelbach’ın kapısını çaldım. Sergi, 28 Ocak’a kadar Museum Ludwig’de ziyarete açık. Yolunuz Almanya’ya düşerse, göz atmadan dönmeyin.

”Nereye gidersem gideyim, İstanbul’u da yanımda götürüyorum”

1994, Füsun Onur.

İstanbul’un kendine has dokusu, Boğaz’ın sularına karışırken Füsun Onur’un yıllar önce söylediklerini zihnimde canlandırıyorum. Ama ben Köln’deyim. Soğuk bir kış günü, güneşten eser yok ve yağmur yeni bir deniz yaratmaya meyilli damlıyor. Kısa bir an geçmişe gidiyorum, Sarıyer’deki Sakıp Sabancı Müzesi’nin önünden küçük bir kayığa binmişim ve yoğurt yemek için Kanlıca’ya geçiyorum. Boğaz’ın ortasında, vapurların arasına dalıyorum.

Füsun Onur’un çalışmalarında yinelenen bir hikaye Boğaz. ‘‘Retrospektif’’ sergisini ziyaret ettiğim an anlıyorum, aramızda bir birliktelik var. İstanbul’a karşı ortak bir takıntı içindeyiz. Sanatçının ‘‘Pembe Bot’’ çalışması da bu sevgiyi kanıtlar nitelikte. Dalgalar üzerinde dans eden botlar, Onur’un bir yıl sonra tasarladığı ‘‘İstanbul Takıntısı’’, bir rüyanın içine çeken ‘‘Çiçekli Kontrpuan’’ ziyaretçilere mekansal bir deneyim yaşatma arzusunu doğruluyor. Serginin ana motifini oluşturan mavi rengine adım başı rastlamak mümkün.

Çiçekli Kontrpuan, 1982 (2023) Museum Ludwig, Köln, Füsun Onur, Fotoğraf: Aljaz Fuis

Mavi, masmavi

‘‘Çiçekli Kontrpuan’’, ziyaretçileri bir tablonun içine çekiyor; Harry Potter filmlerini aratmayacak sinemasal bir tecrübe sunuyor. Sonsuzluk gibi gelen bir maviden diğerine koşarken Museum Ludwig’de kayboluyorum. Sağım solum, sobe. Serginin küratörleri Emre Baykal ve Barbara Engelbach’a göre, İstanbul’a ve Boğaz’a olan derin bağlılığı, Onur’un çalışmalarında sık sık karşımıza çıkıyor. Baykal ve Engelbach, sanatçının Boğaz’da ve suda yaşama deneyimine ilişkin sürekli yeni estetik formlar ürettiğini söylüyor. Onur’un, Köln’ün en işlek caddelerinden birinde, karanlık gökyüzüne rağmen ışıldayan bir mavisi var.

Sınırsız bir hayal gücü

Kariyerinin ilk yıllarından bu yana yaygın sanat pratiklerinin dışına çıkıp klişeleri yıkma görevi üstlenen Onur, şiirsel üslupların da taşıyıcısı. 2023 tarihli ‘‘Perili Oda’’, bir kuşatma adeta. Masmavi ışıklarla dolu, canlandıkça yakan, var olmadığını bile bilmediğiniz anıları tetikleyen bir düş diyarı.

Baykal ve Engelbach, Onur’un ziyaretçilerin bu sergide yeni bir dünya keşfetmesini ya da dünyaya yeni bir gözle bakmasını arzuladığını dile getiriyor. Onur, hayal gücünün onu bir yolculuğa çıkardığını ve nihayetinde de bir varış noktasına ulaştırdığını düşünüyor. Benim için sanatçı Ali Kazma’nın Onur’un evine konuk olduğu video portresi, serginin varış noktası. Aile fotoğrafları ve antika eşyaların arasında gezerken Onur’un sınırsız hayal gücünü nereden aldığını tahmin etmek zor değil. Museum Ludwig’in Köln Katedrali’ne bakan giriş kapısından girdim, kendimi Kuzguncuk’ta, yaz zamanı orta yaşlı amcaların güneşlendiği, gençlerin Boğaz’a atladığı o ara sokaklardan birinde buldum. Biraz daha ötesi Çengelköy, çay bahçesi.

Pembe Bot, (1993) 2014 Arter, İstanbul, Füsun Onur, Fotoğraf: Esen Karol

Önyargısız bir göz, açık fikirler

Küratoryal süreci yürütürken ziyaretçilerin eserlere önyargısız yaklaşmasını hedeflediklerine işaret eden Baykal ve Engelbach, bu fikri Onur’dan alıyor aslında. Zira sanatçı için de ziyaretçilerin açık fikirli olması önemli. Öte yandan, Onur’un minyatür dünyalara yönelik hevesinin kopyası olan ‘‘Eski Eşyaların Düşü’’, hayal dünyasına kaçmanın hiç de zor olmadığını keşfetmek isteyenler için birebir. Benzer bir anlatı modelini, Alice Harikalar Diyarı’na atıfta bulunan ‘‘Evvel Zaman İçinde’’ çalışmasında görmek olası. Onur’un günlük hayattan ne derece ilham aldığı da ortada. Baykal ve Engelbach, sanatçının özellikle 1972-1996 yılları arasındaki üretiminin kişisel yönüne dikkat çekiyor: ”Bir bakıma tüm gündelik nesneler hafızanın ve dolayısıyla tarihin taşıyıcılarıdır. Onur, 1972’de İstanbul’daki ikinci kişisel sergisi için aldığı ve yirmi yılı aşkın süredir sakladığı bir elbiseyi 1996’da Paris’te açtığı bir sergide sundu. Paris sergisi, elbiseyi yapıldığı yere döndürdü”. Onur, elbiseyi sergiye götürürken içini polarla, kumaş çiçeklerle ve beyaz tüllerle kaplamış; vedayı simgesel kılmanın yollarından biri kuşkusuz.

Eski Eşyaların Düşü, (1985) 2014 Arter, İstanbul, Füsun Onur, Fotoğraf: Murat Germen

Ah, İstanbul!

Hayalinin peşinden koşanları kendine arkadaş kılan Onur’un politik bir yönü de var. Üstelik yer, yine İstanbul. Bu defa takvim 1974’ü gösteriyor. Gürdal Duyar’ın ‘‘Güzel İstanbul’’ eseri, İstanbul’da halka açık bir meydana yerleştiriliyor. Ancak eser tartışmaların hedefinde kalınca, hasar görüyor, meydandan kaldırılıyor. Onur’un ilk gözlemde dikkat çeken ‘‘Nü’’ çalışmasında çıplak bir kadın figürünü parçalarına ayıran sanatçı, Duyar’ın eserinin kaldırılmasına karşı bir tutum takınıyor. ”Buradayım, varım” dercesine toplumsal normlara baş kaldıran Onur, aynı ciddiyeti ‘‘İsimsiz’’ yerleştirmesinde de sürdürüyor. Çevresinde dönüp dolaşırken yakınlık hissetmekten alıkoyamadığım bu eser aslında bir sandalye. Bir zincirle sarılı, oturma yüzeyinde Füsun Onur yazılı bir levha yükseliyor. Sandalye, pek tabii, sanatçıyı temsil ediyor. Füsun Onur kim? Onu, bu eski sandalyeye kim zincirledi? Sandalye, bana herhangi bir toplumda ama en çok da Türkiye’de kendimi kadın olarak konumlandırırken ne kadar zorlandığımı hatırlatıyor. Onur’un ”İzleyici sanat yapıtını dünyayı, düzeni değiştirecek diye izlemez. Onda kendi donatımını, varsıllığını görüp güçlenir” sözleri de kulağımda.

Almanya’dan sevgilerle Füsun Onur. Çok yaşayın.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et