
Geçmiş günlerimize bir saygı duruşu: El Camino
”Breaking Bad’in filmi geliyormuş”, ”Breaking Bad filminin çekimleri tamamlanmış”, ”Oha Jesse Pinkman varmış”, ”Walter White yok muymuş” derken o gün geldi sonunda: Breaking Bad filmi El Camino, Netflix semalarında.
Garip bir his tabii. Sadece ”nostalji’yle açıklamak mümkün değil. Evet, geçmişten anlar, sahneler birer birer gözümüzün önünde canlandı ama (of, özellikle de o sineğin peşine düştükleri bölümdeki yürek sıkışmasını çok andık) bir taraftan da aradan hiç zaman geçmemiş gibiydi. O müthiş final tam altı sene önce yayınlanmış oysa…
Benim şahsen, tekrar dönüp izlemeyi yüreğimin kaldıramadığı bir dizi Breaking Bad. Hatta bir itiraf: o sinekli bölümden sonra, biraz da Walter White’ın dönüştüğü o karanlık karakter vicdanımı fazlaca zorladığından yarıda bırakmıştım diziyi. Yapamamıştım, Walter White Heisenberg’e dönüşürken beni çok zorlamıştı. Ama olması gereken de buydu zaten, sonradan anladım. Karakterin bu dönüşümü muhteşem bir şekilde anlatılmıştı… Arada birkaç sezon izlemediğimi hatırlıyorum. Sonra final sezonu geldi çattı. Daha fazla karşı koymam da mümkün değildi… Her hafta internet yıkılıyordu, Heisenberg anlı şanlı bir düşüş yaşıyordu.
Hatırlamayanlar için Aaron Paul, 2 buçuk dakikada diziyi özetliyor. (Sinekli bölümü de unutmadan haha)
Spoiler’ı en bol dizilerden biri maalesef Breaking Bad. (Salak bir tweet yüzünden daha finali izlemeden öğrenmiştim kime ne olduğunu, acısı hâlâ kalbimde.) El Camino’dan bahsederken spoiler’lara girmemek de olmaz çünkü final bölümünde bıraktığımız yerden devam ediyor film ama ben gerçek bir hanımefendi gibi davranıp sır verip ser vermemeye çalışacağım.
Aslında bir tür saygı duruşu bu yeni film: Hem geçmişe hem de Breaking Bad’e sıkı sıkı bağlı izleyiciye… Karakterlerle yakından bir ilişki kurmuş olan izleyicinin kafasındaki soruları gideriyor El Camino: E, peki Jesse Pinkman’a ne oldu sorusunu cevaplıyor, arada, geriye dönük sahneler ve öbür taraftan gelen karakterlerle geçmiş günleri yadediyor. Evet, Walter White’a ne olduğunu görmüştük ama Jesse Pinkman’ın hikayesinin nasıl devam ettiğini öğrenmek bir izleyici olarak hakkımızdı. Haliyle sadece diziyi izlemiş olanların anlayabileceği bir film bu. Breaking Bad’in spin-off’u Better Call Saul’dan farklı olarak. (Tabii, Breaking Bad’den sonra Better Call Saul’u izlemek diziden alınan keyfi birkaç kat artırıyor. Ortak karakterler ve göndermeler var çünkü ama yine de sıfırdan başlayarak da izleyebilirsiniz Better Call Saul’u.)
İşin arkasında elbette ki yine büyük deha Vince Gilligan var. Karakter yaratma konusunda onun gibisi gelmedi. (Ayrıca bkz. X-Files) Spin-off’larda bile şahane vuruşlar yapıyor. El Camino’da da her şeyi dozunda tutarak anlatıyor Jesse Pinkman’ın hikayesini. Aslında bu bir dizi olsa, birkaç bölüme yayıp uzun uzun anlatabilirdi. (Tek bir sineğin peşinde koca bir bölüm geçirdikleri düşünülecek olursa…) Ama tabii 120 dakikaya sığdırmak zorunda olduğu için konuyu, bazı konuları yuvarlayarak geçmişler. Yine de daha fazlasını beklemek saçma olurdu, dediğim gibi bu bir saygı duruşu, Jesse Pinkman kardeşimize hoş bir veda busesi.
Bence bundan sonrasında da eğer isterlerse devam edebilirler ama artık Jesse huzuru bulsun, bir yerlerde yatıp dinlensin, kendince takılsın. Walter White’ın söndürdüğü hayatlardan biri neticede. Ha sonunda, hocası tarafından çok şık bir hareketle kurtarıldı, o ayrı (bence televizyonda bromance’in zirveye çıktığı anlardan biridir) ama olsun, yoluna Walter White çıkmasaydı, çok daha tatlı bir hayatı olabilirdi.

(Şu sahnede Aşk-ı Memnu, Behlül’ü hatırlıyor olmam… İyi değilim bence.)
Bu arada, sadece Jesse Pinkman’a değil, Walter White’a da ne olduğunu öğreniyoruz El Camino’da.
Jesse’yi kurtarmak için geldiği evde çok şık bir şov yapmıştı hatırlarsanız. Arabasının arkasına monte ettiği bir makineli tüfeği uzaktan ateşlemiş, evi kurşun yağmuruna tutmuştu. Jesse’yi korumak için üstüne atılırken kendisi de bu kurşunların hedefi olmuştu. En son kendisini kanlar içinde görmüştük. O sahnede öldüğünü düşünenlerin yanı sıra hayatta kalıp polis tarafından yakalandığını iddia edenler de vardı. Bence çok net bir şekilde tahtalı köyü boylamıştı ama bu ikili durum da, ”Yoksa hayattta mı” diye ucu açık bırakmaları da güzeldi. (Aşmış bir benzeri için bkz. Sopranos finali) El Camino’da daha ilk birkaç sahneden öğreniyoruz ki Walter White’ın hikayesi o sahnede sonlanmış, orada öğrencisini kurtarmak adına kendini feda etmişti.
Yine de bu, El Camino’da Walter White’ı ve yani Bryan Cranston’ı görmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Ufak bir flashback’le de olsa abimiz karşımıza çıkıyor. O sıcacık bromance yeniden gönüllerimizde canlanıyor. Ayrıca, Jane karakteriyle Krysten Ritter’ı da flashback ile hayal arası bir yerde görüyoruz. Özlemişiz onu da…
Jesse Pinkman’ı cnlandıran Aaron Paul’un performansı hakkında ayrıca söz söylememize gerek var mı? Sanki karakteri altı yıl önce bırakmamış gibi üzerine geçirmiş. Farklı olarak biraz kilo almış, yanakları dolmuş sanki ama fulfors Jesse Pinkman olarak işinin başına dönmüş. Aaron Paul’un yüz ifadesi nedense bana hep muzip gelir, sanki az evvel çok absürt bir şey duymuş da her an kopmaya hazırmış gibi, gözlerinin içi gülen bir adam. Haliyle bu drama hallerinde hep tezat bir şeyler bulurum, içten içe bu tezatlıkla eğlenirim. Bu filmde de o en zorlu sahnelerinde bile Aaron Paul’un yüz ifadesine takılıp durdum. Yıllar sonra tekrar görmek iyi geldi. (Nasıl bir hasretlikmiş bu yahu, iyice saçmalattırdı bana.)
Bence Vince Gilligan bir spin-off daha çıkarır Breaking Bad’den. Belki talihsiz yavru Walter Jr.’ın neler yaşadığını görürüz. Belki daha da geçmişe gideriz. Kim bilir…
Şu kesin ki, son 20 yılın en iyi dizilerinden biriydi Breaking Bad ve kendisiyle daha işimiz bitmedi.