
Güneydoğu Anadolu depremi sonrası ikinci plana atılan eğitimler ve “belirsizliğin” dayanılmaz sancısı
6 Şubat’ta yaşanan depremlerle hepimiz sarsıldık. İnsanlar yaralarını sarmaya devam ederken bildiriler, mesajlar ardı ardına gelmeye başladı. Saatler her şey için durmuşken bir sonraki hafta bir yandan bizi bekliyor gibiydi. Önündeki belirsizliklerle sarıp sarmalanan en önemli kesimlerden biri de üniversite öğrencileri oldu. Hızlıca yurtların boşaltılmasına karar verilmesiyle birlikte 2022-2023 bahar döneminin başta online bir şekilde sürdürüleceğinin haberini aldık. 17 Şubat’ta ise Nisan’da tekrardan açılıp açılmayacağının tartışılacağı bildirildi Yüksek Öğretim Kurulu tarafından.
Her üniversite farklı bir çözüm yolu ararken ortalık iyice birbirine girdi, öğrencilerin kafası karışırken ne barınma problemi çözüldü ne de eğitim aralıksız devam edebildi. Depremden etkilenen kişilerin ve yakınlarının sorunları tabii ki birincil planda, fakat mağduru mağdurla çözmeye çalışmak matematiksel olarak mantığa uymuyor. Hele ki üniversitenin ve en başından ise eğitimin arka plana atılması da yaşanılan tüm bu sorunlarda neyin yanlış yapıldığını ve yapılmaya devam ettiğini gösteriyor.
Kuruluşlarından beri fikirlerin oluşturulup tartışıldığı üniversiteler her kriz anında neden bir kenarda kurumaya bırakılıyor? Üniversite kafeteryada içtiğin çay mı, sabah 9 dersi mi, kitaplar mı? Bize sorarsanız hepsi ama asla sadece bir tanesi değil, çünkü kendisi zaten içindekilerle gelişen, büyüyen bir alan. KYK’larından çıkarılan öğrenciler arasında deprem bölgelerinde evlerini kaybedenler olduğunu öğrenirken ‘‘online eğitim’’, ‘‘hibrit eğitim’’ diye çıkan farklı üniversite bildirilerini takip edemiyoruz. Anlamını baştan ararken şunu biliyoruz, üniversite yukarıdan verilen kararlar silsilesi değil. Üniversitenin anlamın kaymasından KYK yurtlarının boşaltılmasına, hatta barınma şansı olanın da kampüsünün boşaltılmasına aklımızda sorularla dadandık.
Çoğu üniversitenin tatil olduğu bu dönemde meydana gelen depremde birçok öğrenci ise yurtlardan ve geçici barınma yerlerinden evlerine dönmüşlerdi. Hızlıca ve sonuçları düşünülmeden alınan bu kararla birlikte öğrencilerin fiziksel açıdan mobilitesininin, sosyalliklerinin ve alacakları eğitimin kalitesi ve transparanlığının gözetilmediği, öğrenciler için belirsizliklerle dolu bir süreç de başlamış oldu. Hal böyleyken üniversitenin anlamının da içinin boşaltıldığına tanık oluyoruz.
Sosyolog Sezai Ozan Zeybek’in 2016’da kaleme aldığı yazıda üniversitelerin toplum içinde taşıdığı önemi biraz daha farklı açılardan yakalayabiliyoruz, “Üniversiteler teknolojik bilimsel araştırmalar yapılan veya altın bilezik kazandıran kurumlar olmanın haricinde gelecek nesli bilinmez bir dünyaya hazırlayan ve bugünkü sorunlar üstüne kapsamlı (felsefi) bir düzeyde düşünmeye imkan sunan yerlerdir.” Bu yazıda üniversitelerin gelmişinden bahsederken geçmişine pek de bakamayacağız. Fakat üniversitelere biraz Türkiye’nin de gözünden bakacak olursak anlamından biraz daha şaşmış olduğunu görüyoruz.
Delbanco’nun College kitabında da belirttiği gibi üniversitelerde doğrudan “fayda” sağlamayan, temel bilim olarak adlandırabileceğimiz bilgi üreten bölümler önemini kaybetmekte ve bunun en önemli sebebi teknik, meslek edindirecek bilgileri doğrudan üretmiyor oluşu. Fakat, aslında üniversiteler daha çok kamusal tartışmalarda etkin rol almayı sağlamaya yönelik bir yol yordam üreticisi görevi üstlenir. İşte tam da burada toplumsal problemlerin tartışmasında hayattaki sert ikilikleri bir kenara atıp gri alanlarda yüzmemize yardımcı olan özellikleri edinmemize yardım eder.
Bu söylenilenlerin üstüne düşünecek olursak üniversiteler şu anda hem mesleğe hazır etme görevi görürken bir yandan da kamusal alanda var olurken kalıplaşmış yargıların üstünde gezinebilmemizi sağlıyor diyebiliriz. Akademisyen Cihan Erdönmez yazısında Berlin Üniversitesi’nin kurucusu Carl Ferdinand von Humboldt’tun üniversite için kullandığı ilkelerden bahsediyor: Öğretim ve araştırma birliği, bağımsız öğretim ve kendi kendini yöneten akademi. Bu ilkeler tabii ki de yine insanlar ve toplumlar tarafından kararlaştırılmış olmasıyla birlikte üniversite “böyle olmak zorundadır” demek anlamına da gelmiyor tabii ki, şu anda okuyan bir üniversite öğrencisinin ideal üniversite tanımı bundan farklı olabilir, hatta hayaller ve hayatlar dünyanın her yerinde farklı şekillerde ortaya çıkabilir.
Barınamayanı barınamayanla çözmek
İstanbul gibi çok büyük nüfusların yaşadığı şehirlerde özellikle son yıllardaki ekonomik koşullarla birlikte üniversite öğrencileri çoktan barınamaz olmuştu. Yaşadığımız büyük afetin sonucunda hali hazırda barınma sorunu yaşayan öğrenciler ise çok daha zor durumda kaldılar. Aniden verilen kararla özellikle KYK yurtlarında barınan öğrenciler çıkartıldı hatta kimisi ‘‘kovuldu’’.
İletişim Tasarımı ve Yönetimi ve Sosyoloji çift ana dal öğrencisi Işılay, KYK yurduna bahar dönemi içinde taşınacakken biletini askıya alarak kalıcı evi Antalya’da bekleyişe geçti. Hibrit eğitim kararı alan üniversitelerden birinde okuyor.
“Hibrit eğitim öğrenciler için çok verimsiz, eğitmenler için çok yorucu. Bizim KYK yurdunda kalan öğrencilerden eşyalarının toplanması istendi ‘Ya kendileri gelip alsınlar, ya tanıdıkları alsın ya da biz düzgün bir şekilde çıkartıp bir odaya koyacağız’ dendi. Hibrit durumu ise biraz çelişkili, online olması sınıftaki herkes için eğitim açısından ‘eşit’ gibi olacaktı. Depremden etkilenen öğrenciler için online teknik desteği yapılır diye düşünüyordum en başta, barınma İstanbul’da zaten bir sorun ve şehir dışından gelen ve yurtta kalan birçok öğrenci şu an dışlanmış oldu.”
Rüyal ise şu anda hazırlıkta; önümüzdeki seneden itibaren hukuk okuyacak. Rüyal da deprem sırasında ara tatil sebebiyle memleketi Denizli’deydi, tam geri dönmek üzereyken belirsizliklerle dolu karmakarışık sinyallerin içinde buldu kendisini. “Sınıf öğretmenim son durumun bana belirsiz olduğunu söyledi. Bir haftadır belirsiz deniyor ve sürekli kararlar değiştiriliyor. Aslında benim kafama taktığım tam olarak bu; belirsizliği strese çeviriyorum. Nerede eğitimime devam edeceğim, kıyafetlerimi almaya gitsem mi, yoksa zaten döner miyim? Ayrıca arkadaşlarım da aynı belirsizlik içinde, onlar gidecek ben kalacağım veya tam tersinin olmasından da korkuyorum ve yalnız kalma korkusu basıyor.”
asla unutamayacağımız bir görsel,biz sadece üniversitemizi istiyoruz.#yanlıskarar ,yanlış zamanlar hep bizi bulsada asla ümitsizliğe kapılmadan mücadelemize devam edeceğiz.#üniversitemedokunma pic.twitter.com/nhCAtB4x2l
— hakan (@hakandedin) February 21, 2023
Tıp Fakültesi üçüncü sınıf öğrencisi olan Zeynep de şöyle anlatıyor durumunu: “Nisan ayında belki açabiliriz ama şu an eğitim çevrim içi devam edecek dendi. Neyse ki benim yurt sıkıntım yok ama bizim sınıfta bir arkadaşımız KYK yurdunda kalıyordu ve onu direkt yurttan çıkardılar. Tıp öğrencileriyle ilgili açıklamanın da daha sonra yapılacağı söylendi. O yüzden, ‘Ben hemen dönmek istemiyorum, birkaç gün daha kalmak istiyorum’ demiş ama ‘Bize böyle bilgi geldi, sen de çıkmak zorundasın’ demişler arkadaşımıza. Apar topar çıkarıldı ve çok mağdur oldu.”
YÖK Başkanı açıklama yaptı. Online eğitim 20 Şubat'ta başlıyor.#Yüzyüze değil #online eğitim kararı alan iktidara soruyoruz: pic.twitter.com/PzwqXcayCd
— Barınamıyoruz Hareketi (@barinamayanlar) February 17, 2023
Belirsizlik içerisinde net kararlar verilmezken üniversiteler kendi başlarına bırakılarak, öğrencilerin sesi kimilerinde dinlenerek kimilerinde dinlenmeyerek farklı kararlar alınıyor ve alınmaya devam ediyor. Her üniversite kendi öğrencileri için en doğrusunu yapmaya çalışıyordur diye umuyoruz tabii ki. Fakat eğitim meselesinin, KYK yurtlarının çok farklı etkenlerle çok fazla insanı etkilediğini fark ediyoruz. Bahsettiğimiz gibi geçmiş senelerde oluşturulan Barınamıyoruz Hareketi ise KYK yurtlarının depremzede aileler için kullanılmaya uygun olmayan yapılar olduğunun altını çizerken bir yandan da memleketlerinde ve aile evlerinde güven ortamı sağlayamayan öğrencilerin ne olacağını sorguluyorlar. Verilen kararla birlikte birçok öğrenci apar topar KYK yurtlarından çıkarıldı fakat yurtların öğrencilere tutumları bile verilen kararlar kadar çeşitli ve dengesiz. Kimi KYK yurtları Işılay’ınki gibi biraz daha vakit tanırken Boğaziçi Direnişi ve başka hesaplardan da paylaşılan videolarda çok daha ani bir şekilde çıkarılan, eşyaları kaybolan, özel hayatlarına müdahaleye varacak şekilde eşyaları bir odada derlenip bırakılan birçok öğrenci görüyoruz.
YÖK Başkanı açıklama yaptı. Online eğitim 20 Şubat'ta başlıyor.#Yüzyüze değil #online eğitim kararı alan iktidara soruyoruz: pic.twitter.com/raP7az4ppS
— Barınamıyoruz Hareketi (@barinamayanlar) February 17, 2023
Bunun dışında bir gerçek daha da var ki KYK yurdunda yaşarken deprem bölgesi memleketi olan öğrencilerinse gidecekleri bir yer olmadan çaresiz bırakıldılar. Boğaziçi Direnişi videosunda Demokrasi Üniversitesi’nde tıp öğrencisi olup ailesi Malatya’da depremden etkilenmiş bu dönem hastane stajı yapacak doktor adaylarının da yurttan çıkartılarak evsiz bırakıldığını paylaşıyor. Yani deprem büyük hasarlara yol açmışken, birçok insan yerinden yurdundan olmuşken hayata devam etme olanakları da kimilerinin ellerinden alınıyor, eğitim bu sebeple değerlendirilmesi gerekilen sorunlarda son çözülecek sıkıntı olarak görülüyor. Yarım dönem azımsanırken öğrenciler vakit kaybediyor, eğitimleri aksıyor. Bunun üzerine psikologların tavsiye ettiği “normalleşme” süreci de göz ardı edilirken zaten birkaç seneden oluşan üniversite hayatı da değersizleştiriliyor. Evrensel’deki yazısında Adnan Gümüş online kararının afeti daha da derinleştirdiğinin altını çiziyor. “650 bin öğrencinin yurtlardan çıkarılması 650 bin kişilik ek yer yaratmamakta, sadece gençlerin çıkarılıp bir diğerinin yerleştirilmesinden ibaret bulunmaktadır” diye belirtiyor. Sahi, belirli bir barınma problemini çözmek için açılmış olan yurtlarda yaşayan insanları çıkartarak evlerinden olmuş bir diğer grubu onların yerine yerleştirmek barınma sorununu nasıl çözüyor?
Öğrencilere bu ülkede verilen değer #öğrenciler #ueniversitemedokunma pic.twitter.com/dy4MGDcJAK
— Gamze Erekli (@erekligamzee) February 12, 2023
Çevrimiçi yüz yüzeye karşı: Eğitim eşitsizliği
“Bizim zaten derdimiz okul olmasın değildi hiçbir zaman. Sadece arkadaşlarımla sürekli bir şeylere yardım etmeye çalışıyorduk ve benim çok yakın bir arkadaşım ailesini kaybetti, sınıftan başka bir arkadaşımız annesini babasını kaybetti. İnsanların psikolojik olarak toparlanmaya ihtiyacı olduğu için derslerin ertelenmesini istedik. Mesela biz yaz tatilimizde iki hafta çalınıp ders eklenmesine de hazırdık. Bizim derslerimiz tamamen online, teknik dersler de sonraya ertelendi ama bir yandan hibrit eğitimde yüz yüze gelme şansı olmayanlara da haksızlık olduğunu düşünüyoruz” diyor Zeynep üniversitelerin bu ”yeni” düzeni hakkında.
Pandemide provası bolca yapılmış online eğitim ise üniversite yaşamının yerini asla tutamazken bir yandan da öğrenimi de oldukça zorlaştırıyor. Online eğitim bir nevi “tatil” bir izlenimi verirken dersleri bir ekran arkasından izlemek, ders arasında iki muhabbet edememek, hocayı derste görüp bilgisayarı kapatınca kendi yatak odana dönmek (ideal barınma şartlarında), hele ki en ufak bir hatanın gelecekte büyük sorunlara yol açacağı bölümlerde okuyanlar için eğitim hakkını gasp edecek bir seviyeye gelebiliyor.
“Her ne kadar hoca fiziki sınıf ortamında Zoom açıp dersi anlatsa da iki farklı seyircisi olacak ve orada olanlar daha öncelikliler; olmayanlar duyuruları ve projeleri geç öğreniyor (yaşadım çünkü bunu). Bir yandan depremden etkilenen öğrenciler için kesinlikle tahmin edebiliyorum okul ve akran ortamının önemini; üzüldüğüm nokta da buydu. Ayrıca en başta eğitim online denince ben ve akranlarım; ‘Bir dakika şu an pandemiye dönüyoruz’ dedik ki daha sindirememiştik; hop bu habere alışmaya ve okul dönemini fazlaca düşünürken bir de bilginin hibrit açıklaması geldi ve yıkıldım” diyor Işılay.
Pandemide adı koyulan “yeni normal” online görüşmeleri çok daha sıradan bir hale getirdi. Aynı zamanda bu dönemin başlamasıyla birlikte yeni terimler de beraberinde çıkıverdi. Her yeni şey beraberinde bir de sıkıntıyla gelirken “Zoom yorgunluğu” diye bir kavram ortaya çıktı. Normal şartlarda tüm vücudumuzu kullanarak yaptığımız ve algıladığımız jest ve mimikler Zoom’la birlikte sadece suratlarımıza indirgenirken farklı duyularımıza dokunan çeşitli uyarıları da almamış oluyoruz. E, dolayısıyla anlama, eğitim, duygular, hepsi biraz daha yarım kalıyor çevrim içi eğitimde.
“Uzaktan” tıp eğitimiyle ilgili de şunları anlatıyor Zeynep: “Okul en son YÖK’ün açıklamasına göre online devam ediyor. Burası, tamamen online devam etme kararı alan belki de tek tıp fakültesi. Bazı laboratuvar derslerimiz ile el becerisine çok gerek kalmayan laboratuvarları da online yapıyoruz şu anda. Hocalar görüntüleri ekrana yansıtıyor hepimiz Zoom’dan bakıyoruz gibi saçma sapan bir durum var. Ben pandemi dönemindeyken de anatomi laboratuvarına kamera koyuyorlardı hoca iskeleti tutuyordu elinde sopayla ‘Şu şu kemiği, bu bu kası’ diye gösteriyordu ve biz hepsinden sorumlu oluyorduk sınavda da. Ben kötü bir öğrenci değilim ama en kötü notlarımı online geçen birinci sınıfta aldım. Biz arkadaşlarımla hep şunu konuşuyoruz ‘Bir şeyi tam öğrenemezsek birinin hayatına mal olabilir. O yüzden her şeyin bizim için taşıdığı anlam biraz daha farklı oluyor. Hiçbir şeyi boş geçemiyoruz, ya ileride bir gün karşımıza gelirse? Ben bilmiyorum mu diyeceğim?”
Yaşadığımız depremde kaybettiklerimiz, yıllara yayılan tüm ihmalleri yüzümüze sert bir şekilde çarpmış oldu. Şimdi ise toparlanmaya çalışırken başka kesimler de mağdur ediliyor. Bu yazıyı yazma sebebimizse KYK’larda yaşamak zorunda kalan ve bırakılan depremzedeler değil; onca bütçe, Turizm bakanlığına bağlı onca otel varken, eğitim hakkından mahrum bırakılan öğrencilerin mağduriyetleri. Hatta sadece bu da değil, domino taşı gibi sırasıyla birbirine vuran sorunların daha büyük enkazlar doğurmasına dair korkumuz. Dediğimiz gibi üniversiteler sadece meslek edinme kurumları değiller. Hiçbir zaman da olmadılar. İyiyi-kötüyü düşünmeden ayırt edenlerin şöyle bir durup etrafına baktığı yer üniversite. “Başka” olanı tatmak ve belki de çok başka olmadığını anlamak aslında…