
Hayallerimizin olduğu yerde: İka Bağları
İka Bağları markasıyla pek çoklarımızın doğaya ulaşma hayallerini gerçekleştiriyor Merve Bayram. İlham almak serbest. Ve tabii takdir etmek de…
Şehir hayatının hayhuyundan kurtulup Ege’de bir köyde, bizzat toprağa dokunarak yaşamak… Kendi meyve-sebzenizi üretmek; hatta o mahsullerle reçel, salça, püre yapmak… Hayal ederken bile insanın ömrü uzuyor sanki.
Tabii, koşullar ve hayaller örtüşsün diye beklerken karar vermek de güçleşiyor ama esas zorluk burada değil. Trafikte iki saat bekleyince ya da günü kimseyle kavga etmeden bitirince hayatta her şeyi başarabileceğine olan inancı devasa bir boyuta ulaşan şehirlilerin unuttuğu bir konu var: Doğa bizim görüp bildiğimiz hiçbir şeye benzemiyor ve onun karşısında şişkin egolarımızı bir yana bırakıp paşa paşa sözünü dinlememiz gerekiyor. Amacımız hayallerinizi yıkmak değil; size birazdan tanıştıracağımız Merve Bayram’ın hikayesindeki koşulları anlatmak.
Geçtiğimiz hafta cevapları geç gönderdiği için özür dilerken, “Küresel ısınma yüzünden bağ bozumu beklediğimizden erken oldu, sürekli çalışıyoruz” diye yazmıştı Merve. Günlük muhabbetlerim, birkaç dakika sonra unutulacak telaşlı mesajlaşmalar ve onlara eşlik eden emojilerden ibaret olduğu için bu sıradanlığın ortasında, uzun uzun Merve’nin mesajına baktım. Sanırım o an gözümde bir tür bilge statüsüne yükseldi. Doğanın nelere muktedir olduğunu bilen ve ona saygı duyan herkes biraz bilgedir bence.
Türkiye’nin önde gelen (ve bazıları ekol sayılan) kültür-sanat ve medya kuruluşlarında çalıştıktan sonra büyük şehirlerde yaşayan pek çok kişinin haklı bulacağı sebeplerle işi bırakmış ve İka Bağları’yla birlikte bizzat doğanın içinde çalışmaya başlamıştı Merve. İka Bağları’nın markalaşmasında büyük bir rol üstlenirken doğanın kuralları ile şehrin dinamiklerini birleştirmeye çalışıyor; bu ikisi arasında bir tür aracılık üstleniyor.
Pek çoklarının daha en baştan cayacağı bir yolda, istikrarlı bir şekilde ilerliyor. Ben bırakayım, bir de kendi anlatsın.
Aslında kariyerine kültür-sanat alanında başladın ve yıllarca bu alanda ilerledin. İka Bağları öncesinde neler yaptığını bize biraz anlatabilir misin?
İş hayatına ilk olarak !f Bağımsız Film Festivali, Resfest Digital Film Festivali ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği festivallerde rehberlik yaparak başladım. Daha sonra İKSV’de konuk ağırlama sorumlusu pozisyonunda görev aldım ve ardından Otto Restoranlar’da kurumsal iletişim ve etkinlik yönetimi yaptım.
Akabinde yine İKSV’de, bu sefer Pazarlama bölümünde pazarlama iletişim sorumlusu olarak çalıştım ve daha sonra sektör değiştirerek son kurumsal işim olan Vogue Türkiye’de, iki yıl boyunca Moda Koordinatörlüğü görevini üstlendim.
Diğer yandan, hayatım boyunca doğanın içinde büyüdüm. Bu nedenle orada olmak bana her zaman iyi geldi. Sanırım bu sevginin ve günümüz koşullarında doğaya artan özlemimin de bir sonucu olarak, 2017 yılı Ağustos ayından itibaren İka Bağları markasıyla ilgileniyorum.
Peki İka Bağları nasıl ortaya çıktı, gelişti? Sen hangi aşamada dahil oldun?
İka Bağları aslında kayınpederimin memleketi olan Balıkesir’in Balya ilçesine bağlı Çukurcak köyünde doğan bir hayal. Nerdeyse her emekli insanın hayali olan kırsala yerleşip daha sakin ve yavaş bir yasam sürmeyi kayınpederim de emekli olduktan sonra Çukurcak’a dönerek orada toprakla ve bağcılıkla uğraşmaya başlayarak gerçekleştiriyor. Atalık tohumlarla ekip, temiz tarım metotlarıyla yetiştirdiğimiz sebze ve meyveleri mevsiminde tüketmemizin yanı sıra, mevsimlerinin dışında da tüketebilmek için mahsullerimizi reçel, turşu, salça haline getirip saklamaya başlamıştık.
Benim İka Bağları’na tam anlamıyla dahil olduğum noktada da ailemize ve sevdiklerimize yetecek ölçüde geleneksel ve doğal yöntemlerle yapılan bir üretimimiz vardı. Ürettiklerimizi paylaştığımız insanlardan talep gelmeye başlayınca ve bizim de ürünlerimize olan güvenimizle birlikte bunu bir iş modeli haline getirip geliştirmeye karar verdim.
Cahilce bir soru olacak ama sormadan olmaz: İka Bağları adı nereden geliyor?
Üzüm bağlarımız ve bostanımız, çiftliğin bulunduğu Çukurcak köyü ile Semizköy arasında yer alıyor. İka da “iki köyün arasında” kelimelerinin ilk harflerini bir araya getirerek ailemizin bulduğu bir isim. Bu ismi zamanla herkes benimsedi ve biz de markayı aynı şekilde “İka Bağları” olarak devam ettirmeye karar verdik.
Şehirliler için doğaya dönüş neredeyse romantik bir hayal olmuştur hep. Gerçekleştirebilen de çok az. Sence doğaya bağlı bir iş yapmanın güzel ve zor tarafları neler?
Toprakla uğraşmak aslında hem çok meşakkatli hem de kolay. meşakkatli çünkü özellikle temiz bir tarım yapmaya çalıştığınızda ve bundan bir gelir modeli yaratmak istediğinizde doğa size ne vermek istiyorsa onunla yetinmeniz gerekiyor.
Diğer bir zorluğu da iklim dengeleri değişiyor, çevremizdeki kimi köylerde suların azaldığını duyuyorum, geçmiş yılların referansıyla yola çıktığımız kimi hasat zamanlarında değişiklikler oldu; bu da mahsuller için büyük risk oluşturuyor ve operasyonel aksamalar olabiliyor.
Bir taraftan da kolay çünkü toprak çok bereketli ve siz birazcık ona özen gösterdiğinizde size bir fidandan nerdeyse iki-üç ay kilolarca mahsul verebiliyor.
Yani doğayla uğraşmak aslında onun dilinden konuştuğunuzda ve onun kurallarına uyduğunuzda zor değil. Doğanın dengesini bozmadan ona eşlik ettiğiniz ve onu geliştirdiğiniz sürece de size cömertliğini hemen gösteriyor. Biraz da sizin beklentilerinize bağlı. Biz doğayla uyum içinde nasıl daha sürdürülebilir bir model yaratabiliriz ve elimizdekileri nasıl daha iyileştirebiliriz hep onun peşindeyiz.
İka Bağları pek çok farklı noktada satışı olan ve bilinen bir marka artık. Ürünlerinizden ve markalaşma sürecinden de bahsedebilir misin? Özellikle şu markalaşma sürecinde nasıl bir yol izlediğinden, nelerle karşılaştığından?
Markalaşırken ailemiz için önemli olan ve varoluş sebebimizi yansıtan mesajları her zaman hem iletişimimizle hem de ürünlerimizle vermeye çalıştık.
İka Bağları’nın ailemizin bize aşıladığı doğa sevgisinin bir yansıması olduğunu; temiz ve geleneksel metotlarla ürettiğimiz özlem duyulan tatları insanlarla paylaşmak istediğimiz için bu yola çıktığımızı samimi bir dille anlatmaya çalıştık.
Şimdilik ürün gamımız dokuz çeşitten oluşuyor ve zeytin dışında bunların hepsini kendimiz yetiştirip, üretiyoruz. Domates püresi, hafif acılı ve tatlı kapya biber püresi, salatalık turşusu, biber turşusu, jalapeno turşusu, ceviz reçeli, Cabernet Sauvignon siyah üzüm pekmezi ve siyah zeytin…
Uzaktan bakınca doğayla uğraşmak çok zormuş gibi geliyor. Senin de arada eski mesleğini özlediğin, yılgınlığa uğradığın anlar oluyor mu? Neler yükseltiyor motivasyonunu?
Eski mesleklerimin hepsinin yeri ayrı özellikle kültür-sanatla uğraştığım zamanlarda hayli keyif almıştım ama şu an uğraştığım işle hem kendime hem de insanlara daha faydalı olduğumu hissediyorum. Yaptığım işin değişkeni çok olduğu için hep yeni bir şey öğreniyorum. Bu da benim merakımı ve heyecanımı canlı tutuyor ama asıl önemli olan, hayat görüşüme son bir yıldır daha yakınım o yüzden aslında yaptığım iş, “iş” olmaktan çıkıp beni hayli tatmin eden bir yaşam şekline dönüştü.
Bu işte zihinsel yorgunluk tabii ki yine var ama fiziksel yorgunluk daha fazla. Özellikle hasat ve üretim zamanında ve sanırım ben bunu zihinsel yorgunluğa tercih ediyorum. Yılgınlığa uğradığım anlar da belki fiziksel olarak çok yorulduğum zamanlar olabilir ama yaptığım işe duyduğum tutku çok daha yüksek olduğu için gülü seven dikenine katlanır diyorum. Hem hangi iş kolay ki?
İşin içinde doğa oldu mu plan, program yapmak zor olsa gerek ama yakın gelecek için düşündüğünüz, gerçekleştirmek istediğiniz projeler var mı?
İka Bağları ürün gamına ekleyebileceğimiz veya bizden talep edilen kimi ürün fikirleriyle ilgili denemeler yapıyoruz ve ürün gamımıza yeni ürünler eklemeyi düşünüyoruz. Buna ek olarak çok uzun zamandır hayvanlar üzerinde test edilmeyen ve organik içerikli vücut, yüz ve makyaj ürünleri kullanıyorum. Hatta dudak & vücut peeling’i, koltuk altı deodorantı, vücut nemlendiricisi gibi kimi ürünleri evde kendim yapıyorum. Önümüzdeki zamanda da bu ürünleri geliştirerek İka Natura markası altında üretmeyi planlıyorum.