
Röportaj: Küçük Şeyler filmini yönetmeni Kıvanç Sezer ve başrol oyuncularından Başak Özcan anlatıyor
Festivallerden sonra Küçük Şeyler sonunda vizyonda! İzlerken tatlı tatlı güldürse de hiç umulmadık bir yerden de sert bir şekilde vuran bir film. Yönetmeni Kıvanç Sezer ve başrol oyuncularından Başak Özcan’la konuştuk.
İzledikten sonra bir daha eskisi gibi olamayacağınız filmlerden biri Babamın Kanatları. Hiçbir şekilde romantizme kaçmayan gerçekçi anlatımıyla sağlam bir kapitalizm eleştirisi yapıyordu. Boğazınıza bir yumru oturtması bir yana, zihninize de sert bir yumruk çakıyordu. Üstelik çok da yalın bir anlatımla…
Kıvanç Sezer, 2016’da izleyiciyle buluşan ilk filmi Babamın Kanatları’nın ardından Küçük Şeyler’le karşımızda. Geçtiğimiz aylarda yurt dışındaki ve Türkiye’deki festivallerde izleyiciyle buluştuktan sonra, Küçük Şeyler artık vizyonda.
Babamın Kanatları ile birlikte bir üçlemenin parçası olan Küçük Şeyler’i eğer zihninizde Babamın Kanatları’ndan sahneler eşliğinde izlemeye koyulursanız ters bir köşeye savrulacağınızı önden söyleyelim.
Evet, Küçük Şeyler de harika bir kapitalizm eleştirisiyle geliyor. Ama bu sefer merkezinde işçi sınıfı değil, büyük çıkmazlarıyla beyaz yakalılar var. Anlamsız iş görüşmelerinde hiç olmayacak sorulara maruz kalan, patrona yağ çekmek için (çünkü ”yağ çekmek” iş tanımının kimi zaman bir parçası) türlü türlü hallere bürünüp kendini silip yok edebilen beyaz yakalının yürek acıtan hikayesi.
Yürek acıtıyor, çünkü empati yaratma gücü çok yüksek Küçük Şeyler’in. Ama diğer taraftan bir o kadar da absürt ve komik. Daha ilk sahneden, tam olarak ne olduğunu anlamaya başlamamışken bile sizi güldürüyor. Babamın Kanatları’ndan farklı olarak, çaktırmadan, alttan alta veriyor mesajını ve yine iyi vuruyor.
Aslında bir ilişki draması olarak başlayan film, pek çok yere açılan bir hikayeye sahip. Başrollerinde ise ilk kez beyazperdede izlediğimiz (ve bu rolüyle ödülleri toplayan) Başak Özcan ile şekilden şekilde giren oyunculuğuna her daim dadandığımız Alican Yücesoy var.
Film vizyona girmişken yönetmeni Kıvanç Sezer ve oyuncusu Başak Özcan’la bir araya geldik ve hem filmi hem de beyaz yakalıyı yakıp yıkan ”küçük şeyler”i konuştuk.
Küçük Şeyler’i Ayvalık Film Festivali’nde izleme fırsatım olmuştu. Gösterim sonrası, izleyiciyle soru-cevap kısmında size yöneltilen soruları/yorumları duyunca fark ettim ki, herkes farklı bir yerden algılamış filmi… Ben beyaz yakalılığın absürt işleyişine kaptırdım mesela izlerken kendimi. Bir kadın izleyici de, hiç büyümeyen ‘adam’ figüründen çok etkilenmişti, hatta bunu çok iyi anlattığınız için teşekkür bile etmişti sanırım 🙂 Bir de filmdeki kadın karakteri materyalist bulup eleştirenler de vardı. Anladığım kadarıyla herkesin ‘Küçük Şeyler’i kendine…
Kıvanç Sezer: Evet, filmin şöyle bir özelliği var: Filmi izlerken bütün salon perdede gördüklerine reaksiyon veriyor ama herkes kendi içinde, farklı yerlere reaksiyon veriyor. Komedi-dram diyebileceğimiz bir film bu. Kimileri için komedi tarafı ağır basıyor. Kimileri için de ağır drama olmamasına rağmen, karakterlerin durumlarıyla özdeşleşme sağlayabildiği için yoğun hisler yaratabiliyor. Mesela Onur karakterinin işsizlik halinde olduğu gibi… Onunla benzer süreçlerden geçmiş izleyenler için ağır gelebiliyor. Bazıları beyaz yaka tarafıyla ilgileniyor filmin, bazıları da çiftin gerçekçi ilişkisine takılıyor… Sadece kendi ilişkilerinde olduğunu, kapalı kapılar ardında yaşadığı durumları perdede görünce bir tür ortaklık kuruyorlar. Komşu Hikmet karakterini ve onun Facebook muhabbetlerini çok sevenler de var.
Dolayısıyla insanların sinema salonunda izlerken kikirdediği bir film bu. Ama toplumsal arka plan ve yalnız kalma, sevgiyi kaybetme halleri ile birleşince içten içe hüzünlü de olabiliyor. Biraz kendine özgü diyebilirim bu açıdan.
Bu çok katmanlı hikaye ilk olarak ne şekilde ortaya çıktı?
Kıvanç Sezer: Aslında bu bir üçlemenin ikinci filmi…
İlk film Babamın Kanatları’nı yazmadan önce, Küçük Şeyler’in fikrini oluşturmuştum kafamda. Bir ilişki dramasına dair bir sinopsis yazmıştım. Niyetim bir adamın, işsiz kaldıktan sonra evliliğinde değişen dengeleri anlatmaktı. Üzerine çok düşünmüştüm ama bağlamını bulamamıştım.
Babamın Kanatları’nı çekerken, daha doğrusu yazarken şunu düşündüm: Bu işçiler, özellikle de lüks sitelerde çalışan inşaat işçileri, aylarca o mekanlarda çalışıyorlar, yaşıyorlar. Fakat inşaat bittikten sonra sitelerin güvenliğinden içeri bile giremiyorlar. Kocaman bir yabancılaşma hikayesi var burada. O evi alan ile o evi yapan arasındaki… İki taraf da birbirini hiç görmüyor.
O esnada bir taraftan da Küçük Şeyler’i kurguluyordum kafamda ve bu hikayeyi de Babamın Kanatları ile kesiştirmeye karar verdim. Bir üçleme fikri de böylece ortaya çıktı. Alt sınıf, orta sınıf ve üst sınıf… Üçüncü filmde de müteahhiti anlatacak bir üçleme. Türkiye’nin 2010’larına dair, kentsel dönüşümün ve bu konut endüstrisinin toplumun üç temel katmanını ne hale getirdiğini anlatacak bir üçleme.
Babamın Kanatları’ndan sonra çok farklı bir yerden vuruyor aslında film. Bu kadar absürt bir anlatımı olacağını tahmin etmemiştim. Çok güldüm! Bu sefer farklı bir yoldan gitmeye nasıl karar verdiniz?
Kıvanç Sezer: Zamanla oldu bu… Bu farklı anlatımın bir risk olduğunu biliyordum çünkü her yönetmenin kendine has bir üslubu olduğu düşünülür ve yönetmenlerden de hep bu türde, spesifik bir üslupla film yapmaları beklenir.
Küçük Şeyler’i yazarken filmin tonu üzerinde de düşünüyordum ve şunu fark ettim: Onur ile Bahar’ın hikayesi yakından bakınca evet, çok trajik ama uzaktan bakınca da bir o kadar komik. Uzaktan bakınca gördüğümüz bu komediyi filme de dahil etmeye karar verdim. Çünkü aslında ‘trajik’ olarak gördükleri durumların çoğu o kadar da feci değil. Kendi dramalarını kendileri yaratıyorlar; o güvenli alandan, konfor alanlarından çıkmadıkları için. Bu biraz toplumdaki o kesimin genel hali… O yüzden ben de onları daha müstehzi bir şekilde ele almaya karar verdim. Yazımı bitince de absürt bir dünya ortaya çıktı.
Başak Özcan: ”Konfor alanı” demişken aklıma geldi: Bahar ile Meryem’in okulda buluşup konuştukları bir sahne var; o sahneyi çok seviyorum. İki farklı sınıftan iki kadın. İkisinin de kocası işsiz. Sebepleri farklı olsa da… Ama orada Bahar bir drama queen gibi davranıyor. Başına gelen en kötü şey bu olabilirmiş gibi. Derin derin düşüncelere dalıyor. Ama biraz da bu yüzden hızlı davranıp çözüm bulabiliyor belki de. Bu sahnede iki karakterin hikayeleri, iki ayrı sınıf bazında ayrılmış oluyor. O yüzden seviyorum sanırım bu sahneyi.
Gerçekten de, Babamın Kanatları’nı izledikten sonra Küçük Şeyler’deki insanların drama hali çok sinir bozucu geliyor. Babamın Kanatları’ndaki karakterler içinde bulundukları durumu değiştirme lüksüne sahip değiller. Küçük Şeyler’de de karakterlerin yaşadıkları tüm sıkıntılar aslında kendilerinin birer eseri gibi… Bu durumları onlar yaratıyorlar. Peki nedir beyaz yakalılığın bu çıkmazının sebebi?
Kıvanç Sezer: Sahici değiller. En büyük çıkmazları bu. İşçi sınıfı sahicidir. Bütün yaşadıkları zorluklara rağmen sahicidir. Kapitalist sınıf da sahicidir. Çünkü çoğu zaman içinde bulunduğu sömürü ilişkisi onu sahici bir yere iter. Fakat orta sınıf ne devedir, ne de kuştur aynı zamanda.
Parası yoktur ama İtalya’ya tatile gider çünkü bir yerde, bir ortamda bunun muhabbetini yapacaktır. Bu hali, Türkiye toplumunun burjuvalaşma süreciyle de açıklayabiliriz belki. Bana biraz Ionesco’nun Kel Şarkıcı’sını çağrıştırıyor.
Bu beyaz yakalının sahici olmayan halleriyle gerçek hayatta ben de dalga geçmek, laf sokmak istiyorum ama ayıp olabilir diye de bir şey diyemiyorum. Bu film üzerinden de birazcık ironi yapmak, lafımı iletmek istedim.
Ben açıkçası bu filmin şirketlerde, gizliden gizliye insanlara izletilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kendi absürt halleriyle yüzleşmelerini sağlamak adına. Kısacık da olsa beyaz yaka geçmişi olan herkesi şöyle güzel bir sarsacaktır.
Peki biraz da çekim sürecinden bahsedelim mi? Ne kadar sürdü çekimler?
Kıvanç Sezer: Toplamda üç buçuk haftada çektik filmi ama tüm çekim süreci beş aya yayıldı. Mevsim geçişleri ve oyuncuların kilo alıp vermeleri söz konusu olduğu için bu beş ay içerisinde zaman zaman durup beklememiz gerekti.
Başak rol için saçlarını kesti ve bu süre içerisinde 10 kilo verdi. Alican da beş aylık süreç içerisinde 10 kilo aldı, saç-sakal uzattı.
Geçenlerde filmi izlemiş bir oyuncuyla konuşuyorduk; ”Alican jön ve yakışıklı bir aktördür ama filmde onu hiç öyle kullanmamışsınız. Onu yakışıklı göstermemeyi çok iyi başarmışsın” dedi bana.
Evet, haklı ama burada Alican’ın oyunculuğu çok önemli. Alican kendine dışarıdan bakan bir oyuncu değil. Gerçekten de o karaktere girebilen, karakteri en uç noktalara kadar götürebilen biri. Başak da öyle. O yüzden Onur ve Bahar karakterleri bu kadar iyi canlandırıldı.
Evet, zaten festivallerden ödüller de geldi. 26. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde ve 9. Malatya Uluslararası Film Festivali’nde ödülleri topladınız.
Başak Özcan: Geçtiğimiz günlerde de 9. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali’nde “Jüri Özel Takdiri” sertifikasını aldım. Çok önemli bunların hepsi benim için.
Kıvanç Sezer: Uluslararası Karlovy Film Festivali’nde prömiyerini yapmıştık filmin. Üç yıl önce, Babamın Kanatları’nın prömiyeri de orada olmuştu. Daha sonra İspanya, Montenegro, İtalya, İsveç ve ABD’deki festivallerde de gösterimlerimiz oldu. Türkiye’deki prömiyerimizi de Adana’da yaptık. Adana’daki festivalde üç ödül aldık. Antalya’da da aynı şekilde. Malatya’dan da beş ödülle döndük.
Açıkçası ödülleri tek tek sıralamayı pek tercih etmiyorum. Hem ayıp geliyor hem de izleyicide önyargılardan ötürü, farklı bir algı yaratıyor. ”Bir film festivallerde bolca ödül almışsa sıkıcıdır” diye yerleşmiş bir düşünce var çünkü. O yüzden afişe bile koymadık ödülleri. Seyirci açısından izleme deneyimi hiç de sıkıcı olmayan bir film olduğunu vurgulamak istedik.
Peki Başak siz Bahar’ı canlandırırken, Onur’a karşı neler hissettiniz?
Başak Özcan: İşsiz kalmasından ziyade, onunla baş edememe hali çok sinir bozucuydu. Tam bir güzel aldırmazlık hali içerisinde… Sürekli ergenlikte gibi, bir tür büyümeme durumu söz konusu. Sorumluluğu kendinden başka herkese yüklemeye çalışıyor.
Günlük hayatta da bana böyle insanlar çok sinir bozucu gelir: Hiçbir taşın altına elini sokmayan, sorumluluk almayan, çözüm bulmayan ve hep şikayetçi olan insanlar… Onur gibi.
Fakat Onur’dan ziyade öfkemi sisteme yönlendiriyorum ben. Çünkü Onur sistemin öğütüp tükürdüğü biri. Sisteme maruz kalmış bir insan.
Ben de nedense annesinin onu yetiştirme tavrına yükledim suçu. Oğluna hayatta hiçbir zaman kendi işini yapmasına izin vermemiş, gerçekle yüzleştirmemiş, sakınıp saklamış bir anne figürüydü sanki.
Kıvanç Sezer: Biz aslında bir büyüme hikayesi olarak da anlatıyoruz bu filmi. Ergen özellikleri taşıyan bir karakter Onur. Onun hikayesinde, filme adını da veren ‘küçük şeyler’ meselesi var. Mesela annenin olduğu pilav koyma sahnesinde annesi ”Aman o beceremez” deyip Onur’un tabağına pilav koymasına izin vermiyor; onun için gidip kendisi koyuyor. Ama Onur için pilav zaten küçük, değersiz bir şey. Bu aslında emek ile kurduğu çarpık ilişkiyi de gösteriyor. Onun büyük kariyer planları var, böyle küçük şeylerle uğraşamaz!
Onur gibi insanları çok görüyoruz. Ben kendimde de gördüğüm bazı özellikleri de katarak bu erkek algısını biraz eleştirmek istedim, bu karakter üzerinden.
Alican da kendinden çok yorum kattı. Tüm sinir bozuculuğuna rağmen sevimli de olabilen bir karakter yarattı. O da bazı insanlarda özellikle, bu erkek karakterle empati kurulmasını sağladı bence. ”Aman canım, adam da ne yapsın” denmesinin sebebi bu bazı izleyiciler tarafından.
Başak Özcan: Bana bu çok enteresan geliyor. Onur, Bahar’ı manipüle ediyor sürekli. Gösterimlerden sonra izleyicinin yorumlarını dinlerken fark ettim ki Onur zaman içinde izleyiciyi de manipüle etmiş. Bir seyirci bana şöyle demişti: ”Onur bu sistemden çıkmak isteyen, mutlu olmak isteyen, hayatında yeni bir yol açmak için uğraşan biri. Bahar da sistemin bir kişisi…”
Oysa Onur işten atıldı ve izleyicinin yukarıda söylediklerini bahane ederek Bahar’ı manipüle etmeye çalıştı. O kadar şaşırdım ki! Seyirci, erkek karakterden gelen sözlerle manipüle olmaya hazır gibi. Kadın karakterdense erkek karakterin söylediklerine açıyor kendini.
Oysa kadın her zaman bir haysiyet savaşı veriyor erkeğe karşı. Evet, küçük dediğin şeyler, hayatın ta kendisi. Küçük şeyler bizi var ediyor, ortaklaştırıyor ya da ayırıyor.
Söyleşilerde Bahar’ın materyalist bulunması da bu yüzden belki. Ki benim denk geldiğim bir söyleşide Bahar için materyalist diyen de bir erkek izleyiciydi… Sanki Bahar kendi çıkarı için Onur’u iş bulmaya, çözüm üretmeye zorluyormuş, Onur’un hayallerini gerçekleştirmesine engel oluyormuş gibi…
Başak Özcan: Bence ilişkinin başlarında Bahar da daha materyalistti. ”Evim, arabam, kocam olsun” gibi sistemden beklenen her şeyi bir arzulayan bir insandı ve orta sınıfın konforunu kocası sayesinde yaşarken o zemin çekildiğinde aslında ne olduğunu sorgulamaya başladı. İşten ziyade, –ki iş çok önemli bir şey, bir kredi ödüyorlar, hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar, bu asla azımsanacak bir şey değil- sorunlara çözüm üretmektense sürekli karşısındakini manipüle etmeye çalışan bir adam karşısında hayatını, ilişkisini sorguladı.
Onur’un ”Senin hayalin yok” dediği sahnede gerçekten Bahar’ın bir hayali yok ama bence bir arayışa giriyor ve o yüzden materyalist başlasa da filmi materyalist bitirdiğini düşünmüyorum Bahar karakterinin.
Kıvanç Sezer: Ben biraz da çift olarak izlemeye gelenlerin tepkilerini görmeyi seviyorum. Kendi aralarında ”Bak, gördün mü” diye diye izliyorlar, kendilerinden bazı sahneleri görüyorlar çünkü.
Bence bu bir film için büyük bir şans, izleyici tarafında bir provokasyon yaratmak…
Başak Özcan: Birbirlerini dürterek izleyenler gördüm. Konuşmaları ben de duyuyorum. Sürekli fısır fısır, birbirlerine söyleniyorlar.
Peki üçüncü film ne kadar hazır?
Kıvanç Sezer: Kafamda pek çok fikir var ama senaryo yazma süreci benim için bazen bir inşa süreci bazen de yıkma süreci. Dolayısıyla şu anda inşa mı, yoksa yıkma sürecinde miyim kestiremiyorum. Bir sürü parça var ve o parçaları doğru bir şekilde bir araya getirmeye çalışıyorum. Kendime bir son tarih de koymadım bitirmek için. Biraz bu filmin, Küçük Şeyler’in temposu azaldığında kapanıp ortaya ne çıktığına bakacağım. Bir ya da iki yıl üzerinde çalışmam gerekiyor senaryonun. İyi bir noktaya ulaştığında da hazırlıklara başlayacağız. Her zamanki gibi oyuncularla bir araya gelme, fon aramalar… Her filmin böyle bir yolculuğu oluyor, o yolculuk bitince de hemen bir sonraki başlıyor.
Küçük Şeyler’in finansman sürecinde Tolga Karaçelik’in yapımcı olarak dahil olduğunu biliyoruz… Onunla yollarınız nasıl kesişti?
Kıvanç Sezer: Tolga’yla bir gün Bebek Kahve’de oturuyorduk. Birkaç konuda fikirlerini alıyordum, ekip ve ekipmanlara dair. O da bana ”Senin yapımcın yok mu” diye sordu. Olmadığını öğrenince de yapımcı olarak filme dahil olmayı teklif etti. ”Ben de benzer süreçlerden geçtim, üzerinden yük almak isterim’’ dedi, ki daha senaryoyu bile okumamıştı…
Tolga’nın ardından Kanat Doğramacı da yapımcı olarak filme dahil oldu. Onunla da bu süreçte tanıştık. Filme çok büyük katkıları oldu sahiden. Böyle böyle, giderek çoğalarak bir araya geldik ve biraz imece usulü filmi hayata geçirdik.
Dayanışmayla ortaya çıkan bir hikayeye sahip filmimiz. Festivallere giderken de kalabalık bir ekip halinde gidiyoruz. Bu da herkesin kendini ekibin bir parçası hissettiğinin bir kanıtı. Filmin yolculuğuna dair bir heyecan duyuyorlar demek ki, bu da beni çok mutlu ediyor.
Aynı kadronun üçüncü filmde de bir araya gelme durumu olabilir mi o zaman?
Kıvanç Sezer: Henüz o aşamaya gelmedik. Ama mesela Tolga’nın ekibe dahil olması, yapımcılık yapmak istediği için değildi. Tolga, kendi hikayelerini yazıp çeken bir yönetmen… Dolayısıyla umarım tekrar Tolga’nın dahil olmasını gerektiren bir koşul olmaz, biz de iyi fonlar buluruz ve istediğimiz şekilde çekebiliriz filmi.
Bu, bir film yapma sürecinin belki de F planı; o kadar sonlarda yer alıyor… Zor durumdayken, hızlıca karar almak zorunda kaldığımız durumlarda bu planı devreye geçiriyoruz. Küçük Şeyler’i de çok küçük bir bütçeyle ve kimi zaman ödün vererek gerçekleştirmek zorunda kaldık. Ama bu da bize yaratıcılık alanı açtı.
Neredeyse bütün oyuncular gönüllü geldi diyebilirim bu süreçte, destek olmak için ve çok güzel bir ortam oluştu.
Zaten sosyal medyadaki paylaşımlarınızda görüyorum; ödül törenlerinde, festivallerde herkes aşırı eğleniyor fotoğraflarda 🙂
Kıvanç Sezer: Onlar ödül töreninden önce çekilmiş fotoğraflar genellikle, yani ”ödül aldık” mutluluğu değil de ”ne güzel ödül törenine gidiyoruz, hep beraberiz” şeklinde bir mutluluk!
Festivallerden bahsederken aklıma geldi: Aslında çok evrensel bir hikaye anlatıyor film. Yurt dışındaki festivallerde izleyiciden gelen yorumlar ne yönde?
Kıvanç Sezer: Karlovy Vary’deki prömiyerden sonra, ”İstanbul’daki erkekler genel olarak böyle mi” diye bir soru gelmişti mesela 🙂 Ben de, ”Hepsi böyle değil ama genelde bir büyümeme hali, ergenlik hali var Türkiye’deki erkekler açısından” diye yanıtlamıştım. Alttan alta bunu işliyoruz, biraz irrasyonel bir duruma doğru kaysa da.
Avrupalı izleyici Bahar karakteriyle daha yoğun bir empati kuruyor mesela. Türkiye’de bu biraz yarı yarıya gibi: Bahar’a materyalist diyen de oluyor, ”Ne yapsın o da” diyenler de… Ama yurt dışında Bahar’la empati, Bahar’ın Onur karşısında harekete geçmesini isteyenler çoğunlukta.
Bu sanırım toplumsal cinsiyet rolleriyle ilgili; bizde o çok modern görünümü kazıyınca hemen altından feodal bir bakış açısı çıkabiliyor.
Evet, pek çok farklı gerçekliği yüzümüze çarpan bir film oldu Küçük Şeyler!
Peki röportajı kapatmadan önce son olarak ne demek istersiniz izleyiciye 🙂
Kıvanç Sezer: Küçük Şeyler 29 Kasım’dan itibaren vizyonda. Eğer mümkünse bizi sinemada izlesinler çünkü biz Recep İvedik’ler gibi değiliz, çok az sayıda salonda gösterime girebiliyoruz.
Bir de filmi izledikten sonra ”Yalnız değilmişim” diyecekler. Benzer şeyleri yaşayan o kadar çok kişi var ki aslında.
Başak Özcan: Bence de! İş veya ikili-üçlü-dörtlü ilişkilerde, şiddeti veya tonu farklı olsa da hepimiz benzer şeyleri yaşıyoruz. Ben de öyle hissediyorum ve hatta bizzat o şeyleri yapıyorum, biliyorum.