Hüzünlü çocukların depresyondan çıkış albümü: Japanese Breakfast ve “Jubilee”

Meyve bahçesinden çıkan Japanese Breakfast’ın yeni albümü Jubilee tanıdık hislerle dolu. İzlediğimiz bazı filmlerdeki karakterleri, durumları anımsatıyor hatta: sevgilisiyle yolları ayrılmış birinin kendisiyle ‘gerçekten’ baş başa kaldığı o ilk andaki yaşama sevinci gibi içimizi ısıtıyor; marketten taşıdığı kese kağıtlarını mutfak tezgahına bırakıp gün batımında pestolu makarnasını pişiren kadın gibi neredeyse hüzünlü ama bir o kadar da huzurlu hissettiriyor.

Japanese Breakfast’ın yaratıcısı Michelle Zauner ise müzik piyasasına yeni girmiş değil aslında. 16 yaşında çalmaya başladığı gitar onu solo kariyerine bir adım daha yaklaştırırken bir müzik grubunda çalmanın ise “içselleştirilmiş ataerki” olacağını ifade etmiş Ringer’daki röportajında. Michelle Zauner, ergenlik acılarını Modest Mouse ile dindirip 2013’te Little Big League ile ilk resmi müzik çalışmasına başlıyor.

2013’te bizimle buluşan bu grup şu an duyduklarımızın yanında çok daha karanlık ve shoegaze’e yakın diyebileceğimiz türden. Zauner bu tecrübesinden sonra annesini kanserden kaybediyor ve 2016’da ilk kişisel albümünü yayınlıyor. Jubilee’den önceki iki albümü de aynı Jubilee gibi sıcak gün ışığını omuzlarımızda hissettirse de derinliklerinde çok daha yasla dolu albümler. Annesini kaybetmesinin üstüne bu sene çıkarttığı Jubilee albümü ne kadar bir müzikle varoluşa gelmiş olsa da Jubilee, beraberinde çıkarttığı ve annesine adadığı anı kitabı Crying in H-Mart ile çok daha kişisel bir albüm olarak karşımıza çıkıyor. Bu anı kitabı annesini kanserden kaybettikten sonra Kore tatlarını bulabileceğiniz H-Mart dükkanında kendisinin nasıl gözyaşlarına boğulduğunu anlatıyor. Apple Music’te yaptığı bir röportaja göre bu kitap, albümü çok daha kendisiyle ve sanatçı kimliğiyle birleşmiş hale getiriyor ve daha önceden hikayesini bilmeyen hayranlarıyla arasını biraz daha sıkı fıkı yapıyor. Hatta Apple Music’teki röportajında dediğine göre kendi hikayesiyle kesişen hikayeleri olan gençler onunla iletişime geçmiş, kendilerine nasıl iyi geldiğini belirtmişler. Zauner aynı zamanda albümünü kendi müzikal sınırlarının en dışına taşmış hali olarak tanımlıyor.

Müzik yazarı O’Malley de bu albümü mutsuz insanların mutlu albümü olarak değerlendiriyor yazısında. Çünkü bahsettiğimiz albüm aynı sevdiğiyle yolları ayrılmış başrol oyuncusu gibi, hüzün ile huzurun ve yeni şansların kapısını açıyor melodileriyle. Aynı Yin ve Yang gibi, yağmur güneşsiz olamaz. Ayrıca, özünde keyif de, huzur da, hüzün de duygudur ve bizden bağımsızlardır. The Japanese Breakfast işte tam da dünyada “ham” halinde de bulunduğu gibi hüznü ve sevinci birbirine karıştırarak veriyor bize. Yaşanan travmalardan sonra devam edebilmek, hüzünü yanında taşırken hayattan keyif alabilmek gibi…

Gelelim albümdeki parçalara… Albüm ilk şarkısını bir rüyadan çıkarcasına başlatıyor. Inception’a biz “ilham” olmuş diyelim ama biraz da konu vermiş olan Satoshi Kon’un ünlü filmi Paprika, Zauner’e de büyük bir ilham kaynağı oluyor. Filmin adını almış olan bu parça, aynı filmdeki rüyalararası geçit töreni gibi karmakarışık hülyalar dünyasıyla bizi sarıp sarmalıyor.

How’s it feel to be at the center of magic
To linger in tones and words?
I opened the floodgates and found
No water, no current, no river, no rush
How’s it feel to stand at the height of your powers
To captivate every heart?
Projеcting your visions to strangers
Who feel it, who listen, who linger on еvery word

Derken bize rüyalararası geçit töreninin başında, müzikle rüyaları birleştiren dünyasında harcayacak gücü kalmadığında bile nasıl hissettiğini soruyor. Müziğin verdiği heyecan, aynı heyecanla uyanılan bir gün gibi bizi bambaşka hislerle hareket ettiriyor. Bu yolun bu törenlerle, bu yolculuklarla nasıl umuda bağlandığını, yalnız olduğunda ise bandonun sesinin ne kadar yalnız hissettirebileceğini hissettiriyor.

Umut dolu başlangıçlar bir kenarda, aşktan bahsedilmeyen albümlerle karşılaşmak pek de mümkün değil sanırım. Bu albümde aşk bizi Be Sweet ile ikinci parçada vuruyor. Eğlenceli, bir nebze de olsa dans edilebilir bu parçada Zauner’in bir sevdiği olabilir ama asıl derdi sevdiğinin onu bırakıp gittiği fantezilerde sevdiğinin peşinden koşmak. Oldukça toksik duyulan bu hayallerin sonunda gelinen nokta o kadar da korkunç değil. Tek derdi sevdiğinin ona tatlı davranması, dolayısıyla sevdiğine tekrar inanabilmek. Albümün diğer şarkılarına müzikal olarak biraz daha uzakta kalan Be Sweet bize şimdilerde trend diyebileceğimiz 80’ler disko gecelerine geri dönüş havası hissettiriyor. Albümü tanıtan şarkı olarak görülen bu parça Janet Jackson, Madonna ve başka bir çok sanatçıdan ilham alınmış bir indie-pop şarkısı.

Biraz daha ilerleyecek olursak karşımıza Posing in Bondage çıkıyor. Bu parçanın isminin seksi niyetlerle yazıldığını düşünenler varsa Michelle’in tuzağına düştüler! Tam da bunu yapmaya çalışırken tek eşli bir ilişkiye olan hasretinden bahsetmek istiyor aslında Michelle. Bu esnada kiminin arzularıyla müziğine çekiyor dinleyicileri. Bahsettiği bandaj aslında bir insanın diğer insana bağlanması gibi diyebiliriz. İkinci verse’unde de bahsettiği gibi Michellle’in insanların dünyada ikiye ayrılarak hayatlarını diğer yarılarını aramakla geçireceğinden çok emin.

The Japanese Breakfast, müziklerinin ve anlatılarının yanı sıra aynı zamanda bir video klip dünyasına da sahip. Be Sweet de bunlardan biri iken Posing in Bondage da Michelle’in oynarken bir yandan da yönetmenliğini yaptığı projelerden. Klipte bulunduğu süpermarket ise şarkısında bahsettiği birliktelik ihtiyacının nasıl yalnızlıklardan kopup geldiğini gözler önüne seriyor. Kendisinin de dediği gibi sabaha karşı saat 1’de marketin boşluğu kadar yalnız hissettirecek pek fazla şey yok.

Albümün son şarkısı, Posing for Cars ise grubun içinde bulunan sevgili kocasının gitar solosu ile sözlerin anlatamayacağı duyguların tadını vererek bir kapanış yapıyor. Posing for Cars birbirini seven iki sevgilinin balladı olarak başlıyor. Adeta o başta anlatılan yalnızlık ve birliktelikle bandajla birbirine sarılma isteği albümün son şarkısıyla gerçekliğe kavuşuyor. Yalnız dertler burada bitmezken, hala tadılan yalnızlıklar ve ihtiyaçlar müziğiyle yürek ısıtıyor. Parçanın damgası olarak görülebilecek gitar solo işte bu duyguları, birlikteliği, halen süren sevgiyi bize sözlerle anlatılamayacak şekilde hissettiriyor.

Son olarak Koreli kimliği ile de toplulukta dikkatleri çekmiş Michelle, “indie” dediğimiz sıradanlıktan az da olsun kaçmaya çalışan müzik türünde bile dışarıda kalmışlığın tadını hissettiğini anlatıyor. Hatta bir röportajında Asyalı ailelerin çocuklarına küçük yaşta piyano dersi verirken büyüdüklerinde müzisyen olmalarının aileleri için nasıl bir kabus olabileceğinden de bahsediyor. Yine de alternatif müziğin piyasanın hakimiyetini dağıtarak yeni ufuklar yaratması bizi Japanese Breakfast gibi harika bir proje ve Michelle Zauner gibi harika bir sanatçı ile tanıştırıyor. Kendi hikayesiyle müziğini büyütmüş Japanese Breakfast umarım bize ışığıyla ısıtmaya devam eder!

 

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et