
İçimizi buran film, Marriage Story
Festivallerin ardından sonunda Netflix’te izleyiciyle buluştu Marriage Story. Peşinde Altın Küre adaylıklarını da getirerek.
Film bitince bu başlık kendiliğinden, birden ağzımdan çıkıverdi. Hatta doğruluğundan emin olmak için TDK’yı açtım ve karşımda tam aradığım, hislerime tercüman bir tanım vardı: Burmak, isim. Bir şeyi iki ucundan tutup ekseni etrafında ters yönlere çevirerek bükmek. İşte, Marriage Story’nin bünyemdeki etkisi.
Marriage Story, 6 Aralık’ta Netflix’te yayınlandığı gibi ben de aynı günün akşamını filme rezerve ettim. Aslında bu kadar hızlı davranmak gibi bir niyetim yoktu ama hem kardeşim Ece’nin hem de hisli arkadaşım Efe Tunçer’in yorumlarını duyunca, bana başka seçecek bırakmadılar. Filmi açtım.
Ece benden birkaç saat önce izlemişti ve benim de bitirmemi bekliyordu. Ama ben başıma gelecekleri hissetmiş gibi filmi ikiye bölüp izledim: Sancısız ilk yarıyı akşam, ciğerleri solduran ikinci yarıyı da ertesi sabah. Şimdi iyi ki öyle yapmışım diyorum, tamamını gece izlemeyi yüreğim kaldırmazdı. Dolayısıyla muhabbetimiz de sabaha kaldı.

Sabah oldu, kardeşim bitirmemi bekliyor, bekliyor ki gelsin ve film hakkında konuşalım. Ben de ilk yarının verdiği gazla ve rahatlıkla “Tamam tamam bitince haber vereceğim sana” deyip geçtim yerime, başladım ikinci yarıya. Aradan bir saat geçti, baktı ki sesim soluğum kesildi, Ece yanıma geldi ve beni o halde, (önemli not: uzanmış halde izliyordum) kendimi yattığım yere gömülmüş ve burulmuş halde buldu. “Nasıldı” diye sorunca, “İçim buruldu” dedim, başka bir şey diyemedim.
Eğer siz de izlediyseniz, film hakkında yazmak için malum burulmanın geçmesini beklememi anlayışla karşılarsınız. İzlemeyenler içinse film en en en basit tabiriyle boşanan, belki de kendilerini boşanmak zorunda hisseden bir çiftin ayrılık sürecini anlatıyor. Buradan bakınca çok orijinal bir fikir diyemeyiz ama zaten orijinallik sıklıkla fikrin kendisinde değil, nasıl işlendiğinde yatıyor. Charlie’nin sık sık söylediği şekliyle “New Yorklu” bir çift olan, her ikisi de tiyatrocu Nicole ve Charlie boşanma kararı alırlar, bir yandan oğulları Henry’yi bu duruma alıştırmaya çalışırken diğer yandan da birbirlerine bir söz verirler: Avukat tutmadan, arabulucuyla bu işi nihayete erdireceklerdir. Ancak elbette bu süreç sandıkları kadar toz pembe ilerlemez…

Filmi özel yapan ve yazar-yönetmen Noah Baumbach’ın sırrı ise bana kalırsa büyük oranda filmin upuzun açılışında, bize yaşattığı duygu selinde gizli. “What I love about Nicole” cümlesiyle başlayan ve yedi buçuk dakika süren dev bir aşk mektubu, başlı başına atmosferi yaratabilmesin rağmen filmin sonu geldiğinde tüm bu sözler, daha da anlam kazanıyor. Bazı filmlerin mutlu sonla bitmeyeceğini, ilk dakikasından hissedersiniz. Marriage Story bizi bu yolculuğa ilk yedi dakikasında öyle çok gerçek, öyle sade ve öyle vurucu şekilde çıkarıyor ki, biz sonunda yiyeceğimiz tokatın farkında, iki saat kıpırdamadan izliyoruz.
Rolde kaybolmak diye bir tanım varsa, iki ana karakterimiz bu tanımı tam karşılıyor. Ben şahsen film boyunca yıllardır izlediğim Scarlett Johansson’u da Adam Driver’ı da hiç görmedim, tek gördüğüm birbiri karşısında kıvranan Nicole ve Charlie çiftiydi. İki gerçek insan, bir ayrılık. Aklıma sahneler geliyor, dayanamıyorum… Nicole’un avukatı Nora’ya kendini anlattığı, Scarlett Johansson’un sadece mimikleriyle kalp sıkıştırdığı sahne mi desem, ikilinin tansiyon düşüren kavgaları mı desem, boğazımızı düğümleyen mahkeme sahnesi mi, gerçekten bilmiyorum.

Ama kavga sahnesi demişken, ona bir de Noah Baumbach’ın penceresinden bakabiliriz. “Herhangi bir filmimde çektiğim en zorlu sahneydi” diyor yönetmen, “(Nicole ve Charlie) artık neye inandıklarını anlamaya çalışıyorlar. Ve bence bir çiftin kendilerini bulmaları, tehlikeli bir durum.” Sahnenin provalarını ise bir dans, hatta bir aksiyon sahnesi olarak tanımlıyor. Eh, Adam Driver’ın duvarı yumruklayıp deldiği bir sahneden bahsediyoruz, biz de aksiyon içermiyor diyemeyiz. “Charlie, bana kalırsa, kendini kontrol edebilen biri ve Adam, karakterle bütünleşiyor. Dolayısıyla böyle bir adam kontrolünü kaybedince, bir bedeli olmalı.” diyen Baumbach için bu sahne, film boyunca karakterlerin yaşadıkları duygusal acıyı ayrıca fiziksel olarak da gösterme isteğinin bir örneği. Onun bir diğer niyeti de filmin her sahnesinde, çiftin birbirine duyduğu sevgiyi bir şekilde gösterebilmek olmuş.
Özel istek üzerine, kısa bir mola.
Marriage Story’yi benzerlerinden, ya da en azından aynı türe mensup filmden ayıran bir yan da bence biz izleyiciyi sürekli arada bırakması. Bir sahneden Nicole’e sinirlenip Charlie’ye üzülürken diğerinden Charlie’ye lanet okuyup Nicole’e ağlıyoruz. Hal böyle olunca da onların ilişiki girdabına biz de düşüyor ve film bittikten sonra bile çıkamıyoruz. Geride duygusal anlamda bir enkaz kalıyor. Zaten Marriage Story’nin bittiğinde bizi bir sonuca ya da yargıya ulaştırmak için tasarlanmadığını da böylece anlıyoruz. O kadar gerçek ki, yarım kalıyor.
Gerçeklik konusu ve bunun nasıl senaryoya aktarıldığı ayrıca önemli, Scarlett Johansson bir noktanın altını çiziyor: “Karakterlerin yaşadığı her tereddüt anının, bitirilmemiş her cümlenin, ağzımızdan çıkan her repliğin tamamıyla senaryoda yazılı olması, birçok insanı şaşırtıyor. Çok iyi yazılmış bir senaryo, hiçbir şey doğaçlama değil.” Böylece Noah Baumbach’ın filmi ”yaşayarak” yazdığını bir kez daha anlıyoruz: Baumbach senaryo sürecinde hem kendi boşanma hikayesinden (2010 yılında ünlü aktris Jennifer Jason Leigh ile olan evliliklerini bitirmişlerdi) hem de anne-babasının boşanma sürecinde yaşadıklarından ilham aldığını açıklamıştı. “Hepimiz onlar gibiyiz” diyerek de Nicole ve Charlie çiftini işaret ediyor, “Tutacak bir taraf yok. Bu film, sonunda kavuşmasalar bile yine de bir aşk hikayesi olabilir.”
Filmin sonu geliyor, açılış sahnesinde Nicole’den duyduklarımızı bu kez Charlie okuyor, Nicole flu şekilde arkada beliriyor, her ikisinin gözyaşları eşliğinde bizde de o burulma hali başlıyor: “Onu gördükten iki saniye sonra ona aşık oldum. Ve onu daima seveceğim, artık anlamı kalmamış olsa bile.”
Nicole, Charlie’nin ayakkabısını bağlar. Charlie teşekkür eder. İki insan birbirini sever ama kavuşamazlar. Son.