Van Gogh şaşkın, Mona Lisa endişeli: Sanat eserleri üzerinden gerçekleşen aktivist eylemler

Çeşitli distopyalara konu olabilecek birkaç yılın ardından, 2022 yılında da bir dolu ilginçlikle karşılaşacağımızı bekliyorduk ama bu seneyi bazı sanat eserlerine atılan çorbalarla anacak olmamız bize de sürpriz oldu. Bildiğiniz gibi senenin başından beri çeşitli aktivist gruplar dünyanın farklı yerlerinde sergilenen sanat eserleri üzerinden protestolar düzenliyorlar; Claude Monet tablosuna atılan patates püreleri, Sandro Botticelli’nin Primavera’sına kendilerini yapıştıranlar, Van Gogh’un ay çiçeklerine domates çorbasıyla yeni bir soluk getirenler… Her defasında bizi şaşırtmayı ve de medyanın ilgisini çekmeyi başaran bu protestolar aslında “dikkat çekme” amacına ulaşsa da bu eylemleri saçma ve de sanat eserlerine yapılan bir saygısızlık olarak görenler de çok. Biz de bu seneye damga vuran aktivist protestolara dadanıyor ve nedenini, nasılını sorguluyoruz.

Tartışmalı bir siyasi ya da sosyal konu hakkında, bir değişim sağlamak amacıyla yapılan güçlü eylemler ya da hareketler olarak tanımlayabileceğimiz aktivizmin kökenleri ilk medeniyetlerin kuruluşuna uzansa da bu kelime ilk olarak 1900’lü yılların başında Almanca “aktivismus” olarak çalınmış kulaklara. Her zamanda, her ülkede ve her konuda bir şekilde kendi yolunu bulmayı başarabilen bu eylemler günümüzde de iklim krizinden tutun LGBTİ+ haklarına ya da petrol kullanımı gibi envai çeşit konuda gardını alıyor. Tabii geçen her seneyle beraber odağına alınan konular da değişiyor, eylemlerin hayat bulma şekli de. Bu protestoları genelde yürüyüşler, oturma eylemleri ya da eleştirilen kurum binasına kendini zincirleyen aktivistler gibi alışılagelmiş biçimlerde görüyoruz; ama bazen de dünya gündemine oturan “farklı” protestolara da şahit oluyoruz.

29 Mayıs’ta bu garip eylemlerin ilki düştü haber manşetlerine: Paris’te yaşlı bir kadın kılığına giren bir adam, Louvre Müzesi’nde sergilenen Leonardo da Vinci’nin 500 küsür yıllık Mona Lisa tablosuna bir pasta fırlattı ve onu koruyan kurşun geçirmez camı kırmaya çalıştı. Daha önce de üzerine sülfürik asitler, taşlar, seramik fincanlar fırlatılan ve nice saldırıya göğüs geren Mona Lisa neyse ki bu saldırıyı da hasarsız atlattı. Mona Lisa’ya pastayla saldıran failin bu eylemi sırasında “ey sanatçılar, dünyayı ve onu yok etmeye çalışan insanları düşünün” diye bağırdığı ve “gezegeni kurtarmak” için bu protestoyu yaptığını öğrendik sonradan. Tabii bu örnekteki, herhangi bir aktivizm grubuyla bağlantısı olmayan protestocuyu bir aktivist olarak tanımlamak ne kadar doğru bilemiyoruz ama 2022’de ilk ses getiren sanat eseri eylemi kendisine aitti. Yazın başında ise Birleşik Krallık’ta, hükümetin yeni fosil yakıt ruhsatlandırma ve üretimini durdurma amacı güden aktivist grubu Just Stop Oil bir dizi protestoya başladı. Jost Stop Oil aktivistleri, İngiltere’deki çeşitli müzelerde sergilenen Van Gogh’un Peach Trees in Blossom, Horatio McCulloch’ın My Heart’s in the Highland ve JMW Turner’ın Tomson’s Aeolian Harp tablolarına kendilerini; John Constable’ın The Hay Wain tablosunun üzerine ise bu resmin “olası bir iklim kıyameti durumundaki halini” yapıştırdılar.

22 Temmuz’da ise İtalyan iklim ve çevre aktivizm grubu Ultima Generazione’dan üç aktivist, Florensa’daki Uffizi Galerisi’nde sergilenen Sandro Botticelli tablosu Primavera’ya ellerini yapıştırdılar ve “sanatsal mirasımızı savunduğumuz gibi, gezegenin bakımına ve korunmasına da kendimizi adamalıyız” dediler. Yerel polisin müdahalesinden hemen önce de “son nesil, gaz yok, kömür yok” yazılı pankartlarını açtılar. Ve İtalyan aktivistler, The Guardian’a söylediklerine göre, bu eylemi yapmadan önce 540 yıllık tablonun zarar görmemesinden emin olmak için bir sanat restorasyon uzmanına danışmış; iklim krizi için bir alarm çağrısı vermek üzere sanatı kullanmayı amaçlamışlar. Yazın ilerleyen günlerinde de Milano’daki Museo del Novecento, Roma’daki Vatikan Müzesi ya da Dresden’deki Galerie Alte Meister müzesinden benzer “yapıştırma” haberlerini almaya devam ettik. Ekim ayına geldiğimizde küresel bir çevre hareketinden doğan Extinction Rebellion’dan da iki Avustralyalı aktivist, Melbourne’deki Victoria Ulusal Galerisi’nde ellerini Picasso’nun Massacre in Korea tablosuna yapıştırarak yerde “İKLİM KAOSU = SAVAŞ + KITLIK” yazan bir pankart açtı. 14 Ekim’de ise hepimizin dikkatini çeken ve ciddi tepkiler toplayan o meşhur çorbalı protesto gerçekleşti. Van Gogh’ın London’s National Gallery’de sergilenen Sunflowers tablosu, yine Just Stop Oil’den iki aktivistin çorbalı protestosunun bir parçası oldu.

Eylemi gerçekleştiren aktivistler Phoebe Plummer ve Anna Holland, tabloya yakın mesafeden domates çorbası fırlatıp kendilerini tablonun altına yapıştırmaya çalıştılar. Phoebe “sanat mı, yaşam mı daha değerli? Bir tablonun korunmasıyla gezegenimizin korunmasından daha mı çok ilgileniyorsunuz? Geçim krizinin maliyeti, petrol krizinin bir parçasıdır” gibi cümleler sıraladı. Anna da petrol ve gaz ile kurulacak bir geleceğin iklim krizini körüklediğinden bahsetti. Yerel polis kısa bir süre sonra iki kadını çerçeveye verdikleri zarar sebebiyle tutukladı ardından da kefaretle serbest bırakıp müzelere girişlerini yasakladı. Bu protestodan dokuz gün sonra da Alman çevreci grup Letzte Generation, Barberini Müzesi’ndeki Monet’nin Haystacks tablosuna patates püresi fırlattı. Sosyal medyaya düşen videolarda aktivistlerden birinin “insanlar açlıktan ölüyor, insanlar donuyor, insanlar ölüyor” dediği duyuldu. Ve geçen hafta kendilerini Vermeer’in ikonik Girl With a Pearl Earring tablosuna yapıştırmaya çalışan Just Stop Oil protestocularının ardından son olarak da yine Letzte Generation’dan iki aktivist, Viyana’daki Leopold Müzesi’nde yer alan bir Klimt tablosuna petrolü andıran siyah, yağlı bir sıvı fırlatıp “fosil yakıt imhasını durdurun” sloganları attı.

Adını andığımız aktivist gruplardan biri olan Ultima Generazione, aslında geçtiğimiz yılın sonundan beri buna benzer protestolar düzenliyorlar. Hatta bu grup, kendi web sitelerinde neden eylemlerini müzelerde yaptıklarını şöyle açıklıyorlar; “İtalya uluslararası alanda sanat ve müze mirasının beşiği olarak kabul ediliyor. Taleplerimizin tüm sosyal ortaklar tarafından hükümete iletilmesi için yürekten bir çağrı başlatmak üzere sanat dünyasına dönüyoruz. Devam eden eko-iklimsel ve sosyal çöküş, kültürel mirasın korunduğu yerlerin korunmasını da trajik bir şekilde etkileyecektir. Sanatsal mirasımızı savunduğumuz gibi, dünyanın geri kalanıyla paylaştığımız gezegenin bakımına ve korunmasına kendimizi adamalıyız.”

Ve artık isimlerini bu eylemlerle anmaya alıştığımız Just Stop Oil grubu da Euronews’e verdikleri bir röportajda kendi nedenlerini anlatıyorlar. Eylemlerinde şiddet içermeyen birçok kitlesel direnişten ilham aldıklarını söyleyen aktivistler, cam bir levhaya çorba fırlatarak bir zamanlar süfrajetlerin sanat eseri tablolarını kesmeleri gibi,  insanlara bu tablolar üzerinden mesaj vermeye çalıştıklarını, güvenli alanlarını sorgulatmayı amaçladıklarını söylüyorlar. Kendilerinin eylemlerine “iğrenç bir Vandalizm örneği” diyenlere ise şu şekilde cevap veriyorlar: “Biz şiddet içermeyen bir hareketiz. Biz barışçıl protestocularız. Kargaşaya neden olacağız, tablolara ve sanata saldıracağız ama bunu yalnızca hükümet Birleşik Krallık’taki yeni fosil yakıt varlıklarının sona erdirilmesi konusunda anlamlı bir açıklama yapana kadar yapacağız. Bu olur olmaz yoldan çekileceğiz.” Ayrıca eylemlerinde genelde turuncu rengi kullanmalarının sebebi de “turuncu bizim seçtiğimiz ve de bağlı kalmak istediğimiz bir renk olmasının yanı sıra aynı zamanda da umudun simgesi olan parlak bir renk” şeklinde açıklıyorlar.

Son olarak bu eylemlerin tablolardan sonra Andy Warhol’ın 1979 model BMW M1 aracı üzerine yaptığı retrospektifine taşındığını duyduk. Ultima Generazione grubu bu defa da İtalya’da sergilenen bu Warhol çalışmasının üzerine 8 kilo un döküp kendilerini araca yapıştırmaya çalıştılar. Açıklamaları ise önceki eylemlerle paralellik gösteriyor, sanat eserlerinin gezegenimizden daha çok korunmasına dikkat çekiyorlardı. Tabii bu protestolar sebebiyle güvenliği sorgulanan ve de bu eserleri korumakla sorumlu olan galeri sahipleri ise aktivist grupların bu açıklamaları ve de eylemleri karşısında pek mutlu değiller. Viyana’daki Leopold Müzesi’nin direktörü Hans-Peter Wipplinger, “sanat eserlerine saldırmak, öngörülen iklim çöküşünü önleme hedefini gerçekleştirmenin kesinlikle yanlış yolu” derken; birçok galeri direktörü de protestocuların saldırdıkları sanat eserlerinin ne kadar hassas olduklarının farkında olmadıkları konusunda endişeli olduklarını belirtiyorlar.

Yine de birçok aktivist grubun çeşitli ikonik sanat eserleri üzerinden yaptıkları bu protestolar, ister hoşlanalım ister hoşlanmayalım, gerçekten de insanların tepkisini çekmeyi, önceki “sıradan” eylemlerden daha çok cevap almayı başardı diyebiliriz. Artık Sunflowers tablosu deyince aklımıza sadece Van Gogh değil üzerine çorba dökülmüş fotoğrafı da aklımıza geliyor mesela. Ayrıca “yapıştırma” eyleminin de hangi zamanda, hangi grup tarafından yapılırsa yapılsın toplumsal bir rahatsızlıkla bağlantılı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu da eylemlerin amacına ulaşmasına, gündeme getirmek istedikleri konularla hissettirdikleri duyguların eşleşmesine olanak sağlamış oluyor. Yine de kendilerini ve aslında hiç de haksız olmadıkları “davalarını” ifade etmek için en iyi yol asırlık sanat eserleri mi diye sorarsak, orası tartışılır tabii…