Kimlik çatışması ve aidiyetsizlikle boğuşanlara bir öğüt: Kuvvetli Bir Alkış incelemesi

‘‘Bir Başkadır’’, Netflix’teki izini ve sesini sileli birkaç sene oluyor. Pandemi vardı, hatırlarsınız. İlginç yıllar. İşte tam o zamanlar çıkageldi Öykü Karayel’in hayat verdiği Meryem karakteri. En dramatik anda dahi Ankara havasından vazgeçmeyen Meryem, kimileri için Türk dizilerinin bir numaralı karakteri hâlâ. Kuvvetli Bir Alkış ise yepyeni bir hikaye ve bu konuda söyleyeceklerim var.

Politik kaygıları bir kenara bıraktığımızda insanlıktan geriye ne kalıyor? Yok daha neler. Üstüme iyilik sağlık (a dostlar). Ama zaten kalabalık şehirlerin dağıttığı hayatlar, yalnız insanlar, aile içi çatışmalar… Bu da bir Türk dizisi değil mi o zaman? Oyuncu kadrosunda Aslıhan Gürbüz, Fatih Artman ve Cihat Süvarioğlu’nun yer aldığı Berkun Oya imzalı Kuvvetli Bir Alkış, iddialı bir anlatı ve sorguya kapı açan olay örüntüsünü sahiplenici bir üslupla ele alıyor. Modern ve geleneksel ebeveyn çatışmasının içine doğan Metin karakteri, dizinin ana kahramanı. Henüz bir embriyo bile değilken tanıştığımız Metin doğmamaya yeminli. Dizi, tarafsızlıktan uzak bir söylemle Metin’in kaderini ilk dakikalardan itibaren çiziyor. Büyük şehrin yalnız ve sıkıntılı insanı Metin. Metin üniversitelerin iktisat kantininde sık rastlanan tiplerden. Bilirsiniz, kafa yakan, beyni dağıtan, hani şu kendisinden yakınan ve kaçan. Ama bazen de yaşamak lazım be!

Aslıhan Gürbüz ve Fatih Artman, Metin’in ebeveynleri rolünde. Bir kadın düşünün ki eve sıkışmış; önce aşık olmuş, ama bırakamamış, sonra evlenmiş fakat ayrılamamış; nihayetinde boşanmamak için çocuk yapmış. Bu tanıdık hikaye, absürt bir gerçeklikte yaşayan ailenin ebeveynlik sanatında tökezlemesini de besliyor. Hatırlıyorum, ben sokakta büyüdüm. Vücudumun çeşitli yerlerinde düşe kalka edindiğim dikiş izlerim var. Folik asit mi? İkinci hayatımda. Aslıhan Gürbüz’ün canlandırdığı anne karakteri, teyzelerin ”Canım, bizim zamanımızda avokado mu vardı” dediği annelerden yalnızca biri. Yeni nesil annelerden yani. Çocuğuna toz kondurmuyor, özgür ve ne istediğini bilen bir birey olmasını istiyor. Ah, birey olmak! Ne büyük mesele, ne büyük çaresizlik. Bireyselliğimizi ve kişiselliğimizi teslim ettiğimiz toplum böylesine yargılayıcı iken özgür olmak mümkün mü? Kalabalıklar içinde yalnız kalmanın ağır yükünü sırtlayan Metin, kendi kararlarını almaya anne karnında başlıyor. Çünkü o bir birey. Çünkü öyle buyurdu çağımız!

Şimdi sen çağ diyorsun…

Berkun Oya, bu sorular etrafında bir hikaye şekillendirmeyi diyalogların gücüne; aforizmaların güçlendirdiği dil ve anlatıma bırakıyor. Metin ile hücre dostu Kudret arasında geçen sahne, teatral bir metin örneği; hatta neredeyse tek kişilik bir oyun. Berkun Oya, bir bilinç akışının yansımasını oldukça zeki bir şekilde aktarırken dizinin en çarpıcı sahnesini de kaleme alıyor.

Kimlik arayışı içindeki postmodern aydının temsili, travmalarını kimlik edinenlere cevap niteliğinde. ”Savrulup gidiyoruz her birimiz, zaten vizesiz geldik bu dünyaya, vizesiz de döneceğiz” fikrini pek çok açıdan klişe bulsam da Metin’in anne karnına dönme isteğine karşı büyük bir sempati besliyorum. İşler zora kaçtığında ve kaçacak yer de olmadığında en güvenli yere dönme arzusu baki. Fakat bunu yaparken kimliksizleri de hesaba katmak gerekiyor ya da kimlik kavgasına bile girmeyenleri. Metin’in çocukluk aşkı, o kavganın ucunda. Dizinin beşinci bölümünde yer bulan bu yaşayış temsili de Cihangir, parası yetmeyenler için Kurtuluş. Bir dakika! Yargılıyor muyum?

Öte yandan soru içinde cevap, cevap içinde yeni sorulara yelken açan Berkun Oya seyirciye nefes aralığı vermiyor. Karakterlerine de vermediği gibi. Bunun bilinçli bir tercih olduğu kanısındayım. Fatih Artman’ın baba karakteri, kimlik kavgasına hiç bulaşmıyor mesela. Anne ise evlilik içinde kimliğini kaybetmiş, söyleyemediklerinin ateşinde, Metin zaten başlı başına bir aforizmalar zinciri. Bu sebeple diziye hakim olan toplumsal gerçekçi anlayış zaman zaman fazla geliyor; araya giren absürt anlar da yavan kalıyor. Anlatıdaki dengenin ara sıra şaşması seyirciyi dağıtsa da hikaye tekrar yüzeye çıkıyor.

Sen yine bir Karadeniz’i düşün, e mi?

Dizi çatışmaya, iç hesaplaşmaya ve aidiyetsizliğe yorduğu her diyalogu yeni bir bilinç akışıyla kapatıyor. Karakterlerin büyüyen, büyüdükçe güçlenen hisleri tanıdık. Çünkü zaten İstanbul’un kalabalığına karşı çıkıyor küçük Metin. Yalnızlığa, iki yüzlülüğe ve kutuplaşmaya savaş açıyor; yaşamın içindeki renklerin sahteliğinden dert yanıyor. Ama bazen de yaşamak lazım be! Bazen yaşamak ve her şeyi sorgulamamak lazım. Belki başını alıp gidenlerden olmak gerekiyor. Muhtelif Ege kasabalarında kiralar çok arttığı için Karadeniz’e başı sürüklemek bir seçenek. 80’lerin tüm iyi yanlarını hatırlayıp kötü taraflarına kafa çevirmeyi tercih edenleri yargılamamayı öğrenmek de. Dizinin eleştirelliği kendi içinde yıkan bu tavrı, akılda kalıcı bir iş olmasını da beraberinde getiriyor.

Kuvvetli Bir Alkış, izlenmeye değer, çarpıcı ve temposu yoğun bir dizi. Karakterler sizin yerinize düşünüyor, sorguluyor. Seyirciye pek alan tanınmaması beni yorsa da Fatih Artman ve Aslıhan Gürbüz’ün telefon sahnesinde bir soluk alıp geliyorum. Karakterlerin gerçekten birbirini dinlediği ve dinlenebildiği bu sahne, aslında hem onlara hem seyirciye bahşediliyor. İkili, içe atılanların yükünü birkaç dakikada çıkarıyor. Oldu da bitti maşallah!

Berkun Oya, bir sonraki işini merakla beklediğim, göz ucunda tutmaya çalıştığım bir yönetmen. Ama her şeyden önce güçlü bir yazar. Kuvvetli Bir Alkış da ufak tefek eleştirilerime rağmen iyi bir hikaye. Bugünlerde iyi bir hikaye okumak ne kadar zor biliyor musunuz? Hadi diyelim yazdık, bunun çekimi var, sinematografisi var, var da var…

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et