Nostaljinin baştan çıkarıcı rahatlığı: 2000’ler neden geri dönüyor?

Hiç işimiz ve pek tabii gücümüz de kalmamıştı. Biz de 2000’lerin geri dönüşüne dadandık. Çünkü popüler kültür aşığı olmak bunu gerektirir. Britney Spears ve Paris Hilton’un ekranlarda yeniden görünmeye başlaması, Euphoria’nın giyim tarzımıza müdahale etmesi derken 2000’ler güldür güldür dönüyor. Türkiye’de birtakım ekonomik engellere takılan bu dönüşü anlamlandırmakta siz de bizim kadar güçlük çekiyor ama yine de vazgeçemiyorsanız doğru yazıdasınız. Serzeniş bizim işimiz.

Demi Lovato bundan birkaç gün önce sekizinci stüdyo albümü Holy Fvck’ı yayımladı. Albüm, Lovato için özüne dönüşün bir simgesi. Bizim içinse kulaklara şenlik. Pop kariyerini bir kenara bıraktığını söyleyen Lovato, 2000’lerin başında çıkardığı ilk albümü Don’t Forget’in izlerini taşıyan bir döneme geçiş yaptı. Tarzını değiştirdi, rock sahnesine döndü. Tıpkı geri kalan herkes gibi, gelecekten değil geçmişten bildiriyor.

Nostaljiye neden ihtiyacımız var ki?

Bu soruyu bir süredir muhtelif mekanlarda tartışıyor, arkadaşlarıma dert yanıyorum. Siyaset konuşmaktan yorulunca, cebimde ne kadar para kaldığını kontrol edip pop dünyasının beni ekonomik gerçeklikten uzaklaştırmasına izin veriyorum. Kendini ve zamanı yineleyen sadece Demi Lovato da değil. Dua Lipa, Olivia Rodrigo hatta Beyoncé bile oldukça fütüristik olacağına inandığımız müzik seçimlerinde geçmişten besleniyor. Dua Lipa’nın 2020 imzalı albümü bile Future Nostalgia ismini geçmişten alıyor. 90’lara duyulan anlamsız özlem, yerini yavaş yavaş 2000’lere bırakırken moda dünyasının da bu furyadan etkilendiğini söylemek yanlış bir tespit olmaz.

Biri üzerime Bridget Jones atsın

Çok yakın bir zamanda düşük bel pantolonların gün yüzüne çıkacağına neredeyse eminim. (Hatta yoksa çıktı, oralarda bir yerde mi?!) Parlak gri farın dönüşünü henüz atlatamamışken kalbimden vurulmaya tahammülüm yok. Hazır değilim. Beni karanlık sularda bırakın. Bu sırada Hollywood ısrarlı bir şekilde yüzyıl öncesinin hikayelerinin yeniden çevrimlerini ekrana getirmeye devam ediyor. Yeni hikaye üretmekten aciz, üretim kapasitesi sıfırlanmaya yüz tutmuş bir endüstrinin elindeki son koz 2000’lerde fırtına gibi esen romantik komediler. Tabii ara sıra üzerime Notting Hill ya da Bridget Jones fırlatsınlar istiyorum. O dönem çekilen romantik komedilerin şu an birbirinin aynısı süper kahraman hikayelerinden daha iyi olduğu aşikar.

Ama gerçekten buna gerek var mı? Netflix’in de öncüsü olduğu bu akım, şu günlerde tekrar gün yüzüne çıkıyor. Üretici sınıfındaki kreatiflerin yazacak yeni bir hikayesi mi yok? Ya da sığınıyor muyuz?

Okuma önerisi – Dijital platformlarda nostalji: ”Geçmiş” geçmişteyken güzel, remake’lerde değil

Kendimizi 2000’lerin rahatlığına sarıp sarmalıyoruz. Çünkü daha kolay, kolay olanı da seçmeye her zaman yaptığımız gibi devam edeceğiz. Çünkü 2000’lerde yaşanan sorunları hatırlamıyoruz. Çok eski ve geride kaldı her şey. Bizi acıtacak bir şey yok. Bizi acıtanlar şu an da burada, o yüzden nostaljinin baştan çıkarıcı rahatlığına kapılmamak aldatıcı olur.

George Bush ve ardındaki kaos

Peki geçmişin aşırı romantikleştirilmesinden tahminen ne zaman vazgeçeriz? ‘‘Bayat romantizminizi de alın, yorganın altında ağlayın’’ demek istesem de hayatta daha bayat şeyler olduğunu biliyorum. Mesela Türk dizileri ya da ekmek çekmecesinde beş gün unutup tatil dönüşü fark ettiğim ekmek. Hem zaten nedir canım bu geçmiş güzellemesi?

O zamanlar hiç kaos yok muydu? George Bush’un başkan seçilmesi yeterince kaotik değilse, insanlar 2000’lerde neyi dert ediyordu?

Abercrombie’nin geri dönmemesi için hangi kuruma imza vermemiz lazım? Seksi ve tişörtsüz erkeklerin hüküm sürdüğü o dönem de şirket ”Biz yalnızca yakışıklı ve iyi görünen insanları model olarak kullanırız” anlayışına sahipti. Yıllar içinde eski albenisini yitirdi, üzerine belgeseller dahi çekildi.

Zaten birisi bugün aynı cümleyi kurarsa, Z kuşağı ”kişinin bedeninin endüstriyel tahakkümü” diye başlayan uzun cümlelerle markayı kapattırır. Tabii bu yalnızca dünyanın bir başka yerinde olur. Türkiye’deki Z kuşağının başka dertleri mevcut. Enflasyon, gelecek kaygısı, şimdinin sıkıntısı, eğitim çıkmazı, barınamayanlar, beslenemeyenler, sağlık krizi, yaşama ve hayatta kalma çabası…

Türkiye’de geçmişe duyulan özlemin, dünyadaki yaygın trendlerin aksine çok daha politik ve sosyolojik bir arka planı var. Tam da bu sebepten ötürü malum 2000’lere dönüş trendi, Türkiye’de pek işlemiyor.

Eski günler, gerçekten o kadar güzel miydi?

Bu yazıyı okuyan birçok kişinin belki hatırlamayacağı ‘‘eski laik günler’’ (bakınız: old laik days) 2000’lerin başını 90’ların sonunu anımsatıyor. İstanbul’da verilen 90’lar partilerinin sayısını saymayı 1-2 sene önce bıraktık. Şimdilerde yapılamayan festivallerin sayısını öğrenmek biraz daha basit.

Ama Pull & Bear sağ olsun Euphoria lisesi gibi giyiniyoruz. Marka ismi geçirdiğime ve teşekkür ettiğime göre Inditex bir sonraki indirimde bizi de görür inşallah.

Crop top’lar, pileli beyaz etekler, örme şapkalar modada 2000’ler trendini yakaladığımızı gösteriyor. Sinemada da fena değiliz. Dijital platformlar Türkiye’ye gelince nasıl heveslenmiştik. Bizim de Dark’larımız, Stranger Things’lerimiz olacaktı. Ama biz yıllar öncesinin hikayelerini anlatmaya devam ediyoruz. Geçmişe takılı kalmak bizim işimiz. Gerçi siz de haklısınız. Bugünü düşünmek yorucu. İnsanın kaçıp saklanası geliyor.

Bu romantizmin güzel tarafları olsa da bir bataklık gibi içine çektiğini söylemek mümkün. YouTube’da Türkiye popüler kültür tarihinin ikonik videoları seyre duruyor. Hâlâ izlemeyenler varsa, hemen utanmalı. Bu videoların yorum bölümleri, bahsettiğimiz bataklığın ta kendisi. Siz siz olun, yorum kısmına geçmeyin. Kullanıcıların “Ah ne günlerdi, masumduk, çocuktuk” ya da “Türkiye’de her şeyin güzel olduğu yıllar” veya “Keşke tekrar o günlere dönebilsek” yorumları aslında çok da iyi hatırlamadıkları ama hayalini canlı tuttukları bir yanılsama gibi. Anlaşılması güç ama bir o kadar da kolay.

Bu geçmişin trendlerini geri getirme arzusunu bir psikolog daha iyi açıklayacaktır. Bu yazının yazarı kesinlikle bir uzman değildir. Ne var ki bir şey geri dönecekse ve bunu dilemek için tek bir hakkım varsa, Bir İstanbul Masalı’nın dönmesini tercih ederim. Yayımlanmasının üzerinden geçen 17 yılda hâlâ zamanın ötesinde. Aynı şeyi on kez yazıp servis eden senaristler ağlıyor mu? Sanmam.

Zaten geçmişin baygın romantizmini eleştirsek de ondan kaçış yok.

Bir İstanbul Masalı demişken buyurun: