
Oscar’a dadanan kadın: Meryl Streep
Dünyanın en büyük moda dergisinin yayın yönetmeni olmak ister misiniz? Veya Amerika’nın en ünlü gazetesinin patronu? Peki ya bir başbakan, bir opera sanatçısı veya dünyaca ünlü bir aşçı? Hangisi veya hangileri olmak hayaliniz bilemeyiz ama kimin bunların hepsini olabildiğini biliyoruz: Meryl Streep.
Büyüklü küçüklü, yer yüzünde olabilecek neredeyse tüm karakterleri canlandıran Streep geçtiğimiz günlerde Nicole Kidman, Ariana Grande, James Corden ve Andrew Rannells ile The Prom isimli bir Broadway müzikali hazırladıklarını duyurdu. 2020’de izleyici karşısına çıkacak bu müzikalin haberini alınca biz de fırsat bu fırsat deyip bu mükemmel kadına dadanalım dedik.
Meryl Streep her şeyi oynadı. HER ŞEYİ… Aynı zamanda herkesle de oynadı. Birçok büyük isimin mutfağına girdi, birçok oyuncuyu ise sinema dünyasına kazandırdı. Resmen Hollywood’un Sezen Aksu’su… 2017 yılındaki Altın Küre ödül töreninde Viola Davis’in Meryl için yaptığı konuşmayı hatırlamıyor musunuz? Bu konuşmanın ardından Meryl Streep onur ödülü alıp Trump hakkında mükemmel bir konuşma yapsa da benim favorim hâlâ Viola’nınki. Ama yine de ikisini de şuraya bırakalım…
Farklı farklı rolleri geçelim; Meryl Streep rollerin alt rollerini de oynadı. Mesela sadece anneyi oynamakla kalmadı, “anne” onun için üst başlıktı. Sorunlu anneyi, üvey anneyi, bekar anneyi, peri anneyi, gitarist anneyi, psikolog anneyi de oynadı. Hatta bu çeşit çeşit alt rollerin bazılarını farklı filmlerde tekrar ama bambaşka şekillerde oynadı. Eh çok da iyi oynadı ki 21 Oscar adaylığıyla rekor kırdı ve “Altın Kız” olarak anılmaya başladı.
Biraz geçmişe gidelim…
Takvimler 1978’in Ocak ayını gösteriyor. Ve Oscar adalıkları açıklanıyor. En İyi Yardımcı Kadın oyuncu dalında 30’una yeni girmiş genç bir kadın var, bizim Meryl. Hem de daha ikinci filmi olan The Deer Hunter ile aday olmuş… Açıkçası ne kadar istesem de “herkes şok” diye yazamayacağım. Daha açıklanmadan tüm eleştirmenler Streep’in adaylığı hak ettiğini fakat ödülün California Suite filmindeki rolü ile Maggie Smith’e gitmesi gerektiğini söylüyor. Yani Profesör McGonagall. (Elitlik seviyenize göre Downton Abbey’den Lady Violet Crawley olarak da tanıyabilirsiniz.)
Ve gerçekten de Şubat ayındaki tören tahmin edildiği gibi sonuçlanıyor. Ama olsun! Bu adaylıkla hem ismini cümle aleme duyuruyor hem de altın yolun kapısını böylece aralamış oluyor.
Zaten beklenen ödül de bir yıl sonra geliyor ve 1979 yapımı Kramer vs. Kramer filmindeki Joanna Kramer rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında ilk heykelciğini alıyor. Ne filmdi o! Herkesin bir tüylerini diken diken etmiştir.
”Altın Kız”, 80’li yıllara başarıyla girerken bizim üst düzey Hollywood yönetmenlerimiz de diyorlar ki “Artık bu yeteneği kurtlar sofrasına oturtalım da, bir de o zaman görelim”. E iyi de oluyor: hemen sonraki sene The French Lieutenant’s Woman filmiyle En İyi Kadın oyuncu dalında Oscar’a aday oluyor. Bu kategorideki ilk adaylığı. Sonrasında da hiç ara vermeden 1982’de çektiği Sophie’s Choice ile yine En İyi Kadın Oyuncu dalında aday oluyor ve ikinci heykelciğini kapıyor. Bize de sadece filmi izleyip “Kız sende de ne aksanlar varmış” demek düşüyor.
Bu ikinci heykelcikten sonra Meryl’in farklı rollere ilgisi artıyor; büyük yönetmenlerin de radarına giriyor. Peş peşe filmler çekmeye başladıkça adaylıkları da havada kapıyor. Ama nasıl yetenek akıyor her filmden, nasıl!
1984’te Silkwood, 1986’da Out of Africa, 1988’de Ironweed, 1989’da Evil’s Angel ve 1991’de Postcards from the Edge filmleriyle dokuz adaylığı tamamlayan Meryl, nedeni bilinmez bir şekilde (bence düştü ve kafasını Walk of Fame’in kaldırımına vurdu) kararını, 90’ların popüler kültürünün yansıması olan filmlerde oynamaktan yana kullandı. Ve bu ona beş yıla mal oldu. Şimdi kendimle çelişmeyeyim: 1992’de çektiği Death Becomes Her filmini defalarca izleyecek kadar sevsem de 80’lerdeki o klasikler gibi de değil tabii.
The Silence of the Lambs, Scent of a Woman, Schindler’s List ve Braveheart gibi devasa filmlerin fink attığı bu beş yılda ismini şu an değil, o zaman bile hatırlamakta zorlandığımız filmler çekerek ve bir Simpsons bölümünde seslendirme yaparak geçiren Streep de durumu fark etmiş olsa gerek, 1996 yılında Clint Eastwood’un yönettiği The Bridges of Madison County ile dönüş yapıyor ve onuncu adaylığı ile yeniden sahalardaki yerini alıyor.
1999’da One True Thing ile 11’inci, 2000 yılında da Music of the Heart ile de 12’inci adaylığını cebine koyuyor ve yoluna devam ediyor.
2003 yılında ise bir gariplik meydana geliyor ve Adaptation ile En İyi YARDIMCI Kadın Oyuncu dalında Oscar’a aday gösteriliyor. Tabii hemen dedikodu kazanları kaynamaya başlıyor; ”Acaba bu bir çöküşün başlangıcı mı” diye muhabbetler dönüyor. Sonuç olarak Meryl Streep 23 yıldır sadece oynadığı başrollerle, En İyi Kadın Oyuncu dalında adaylıklar alırken yıllar sonra ilk defa yardımcı oyuncu dalında aday oluyor. Elalem durur mu, hemen konuşuyor. Özellikle de uzun süredir adı ”En İyi Kadın Oyuncu” kulvarında geçmeyen ve unutulanlar tarafında dedikodular hararetleniyor. Ay pardon, ”unutulanlar” demek doğru olmaz. Kendileri hâlâ Netflix’te her yıl 10 bölüm 10 bölüm karşımıza çıkıyorlar. (İpucunu da verdim, yakalayabilirseniz)
Neyse, bizim güzel suratlı, büyük burunlu kraliçemiz ise bir süre çekilmeyi tercih ediyor. Kimilerine göre ise savaş için hazırlıklarını tamamlıyor. Siz de Streep’e olan sevginizin derecesine göre bu iki taraftan birini seçebilirsiniz.
2007 yılına kadar mini diziler mi dersiniz, çocuk filmleri mi… Farklı olan her projede yer alıyor. Yeteneğinin sınırlarını olabildiğince deniyor. 2007’de ise birçok moda severin kutsal filmi olan Devil Wears Prada ile tahtı yeniden ele geçiriyor. 14’üncü kez Oscar’a aday olan Altın Kız aynı zamanda tekrar En İyi Kadın Oyuncu kategorisine de yükselmiş oluyor.
2009 ve 2010 yıllarında da iki adaylık alan Streep törenlere gidip oturup sonra da eli boş eve dönmekten sıkılmış olacak ki 2012’ye bir bomba düşürüyor ve İngiltere’nin eski başbakanı Margaret Thatcher’ı canlandırdığı The Iron Lady filmiyle hepimizi ayağa kaldırıyor. O nasıl aksan, o nasıl tavır, o nasıl oyunculuk… Tabii durum böyle olunca Akademi de dayanamıyor; veriyor üçüncü Oscar’ı (17’nci adaylığı oluyor bu aynı zamanda).
The Iron Lady ile hükümdarlığını ilan eden Meryl Streep 2014’te August: Osage County, 2015’te Into the Woods, 2017’de de Florence Foster Jenkins filmleriyle aday oluyor ve Oscar adaylıklarını 20’ye tamamlıyor. Acaba duracak mı derken, geçen yıl The Post filmiyle 21’inci Oscar adaylığını da alıyor.
Rekorlu veya rekorsuz, Meryl Streep’siz bir Holywood düşünemiyoruz. O da bunun farkında olsa gerek, 21’inci yüzyılda elimizde kalan saf yeteneğe sahip son insanlar grubunun bayrağını kalplerimizde dalgalandırıyor.
Yine de şöyle bir parantez açalım:
1982 yılında aldığı dördüncü Oscar’ı ile rekortmen olan Katharine Hepburn’ün tahtında onun gözü olmasa da bizim onun adına planlarımız var. Önümüzdeki yıllarda Streep’i nerede görmek istediğimizi çok iyi biliyoruz…
Yazının kapanışını ise bu sefer sadece bir fotoğraf ile yapmak istiyorum.
Unutma Meryl, sen Elton John’a nasıl bakıyorsan biz de seni aynı o gözlerle süzüyoruz…