Olduğu kadar, olmadığı kader: Maaşın kadar çalış diyerek yola çıkan ‘‘sessiz istifa’’, yani ‘‘quiet quitting’’ akımına dadanıyoruz

Dünya hızla değişirken, iş hayatının dinamikleri arasında biz de kendimizi birtakım boşluklar, varoluşsal krizler ya da en basitinden, sıkıntıdan patlarken bulabiliyoruz. Bazılarımızınsa sıkılma lüksü yok tabii ki; türlü zorluklar ve zorunluluklar çoktan bizi köşeye sıkıştırmış halde. Şu son birkaç senede başımıza gelmeyen de kalmadı; ekonomik krizler, savaş, pandemi derken her şeyi tatmış olduk. Beraberinde bunalımlar peşimizi bırakmazken bir şekilde pozitif olmayı başardık belki de. (Evet, kelime oyunu yaptık azıcık.) Yeni felsefeler ararken hayatta, işimizin tam olarak bize ne ifade ettiğini sorgulamış olabiliriz. ABD’den dünyanın başka yerlerine ulaşan Büyük İstifa akımıyla birlikte yeni iş anlayışları da hayatımıza girdi. Şimdilerde ortaya atılan ve çokça tartışılan ‘‘quiet quitting’’ yani “sessiz istifa” akımı da bunun bir uzantısı gibi. ‘‘Maaşın kadar çalış kardeşim’’ diyor, ekstra mesai harcamama konusunda bizleri cesaretlendiriyor. İyisiyle kötüsüyle dadanıyor, bir taraftan da mesai bitimine ne kadar kaldı diye hesaplıyoruz.

‘‘Quiet quitting’’ yani ‘‘sessiz istifa’’ yapılması gereken işi zaman planı içerisinde yap ve sonra da daha fazla çaba harcamadan hayatına devam et diyor. Yani adında geçtiği gibi istifayla doğrudan bir alakası yok. ‘‘Sadece yapılması gerektiği kadar işi yapmak’’ ya da “maaşın kadar çalışmak” diye de özetleyebiliriz. Yeni yeni sosyal medyada, muhtemelen dönemin buhranı ve kendi devrimlerini yaratan Z kuşağının da etkisiyle konuşmaya başladığımız ‘‘quiet quitting’’ aslında oldukça eskiden beri hayatımızda olan bir terim. İlk defa 2009’da Texas A&M ekonomi sempozyumunda Venezula’daki insanların azimlerinin azalması üzerine konuşan ekonomist Mark Boldger tarafından kullanılıyor. Fakat bu terimin eylem hali isminden çok daha uzun süredir hayatımızdaymış aslında. Office Space isimli 1999 yapımı filmde Peter Gibbons isimli karakter ondan beklenen minimum işi yaparak hayatını geçirmeye devam ediyor. 2021’de ise Çin’de “tang ping” yani düz yatmak diye adlandırılan başka bir hareket başlıyor. #TangPing Çin’deki daralan iş gücü ve uzun çalışma saatleriyle TikTok semalarında çıkagelirken beraberinde bu İngilizce terimi de TikTok’a yavaştan çağırıyor. Ne garip değil mi? Dünyanın neresinde olursak olalım benzer dertlerden mustarip olabiliyoruz. (bkz. ‘‘Sistem krizi’’) Quiet quitting terimini ilk defa trend haline getiren kişi de 20’lerindeki Zaid Khan isimli mühendis arkadaşımız. New York manzaraları eşliğinde tanıttığı bu TikTok’un türünün ilk örneği olduğu iddia ediliyor.

@zaidleppelin

On quiet quitting #workreform

♬ original sound – ruby

Neden quiet quitting?

İş saatleri sonrası kalınan mesailer belimizi büküyor. Zaten bazen öyle işlerle yükleniyoruz ki, mesai saatleri içerisinde sığdırmamız mümkün değil. Fakat bizi elimizden gelenin daha fazlasını yapmaya zorlayan, bunu bir şart olarak önümüze koyan “hustle culture”, yani bir nevi aşırı üretkenlik ve ‘‘koşuşturma’’ kültürü, tüm bunları zihnimizde normalleştiriyor. Özellikle de ofis başı işlerde.

Bu şekilde terk edilen, genel olarak ‘‘hustle culture’’ adıyla tanımlayabileceğimiz üretkenlik kültürünün ise tarihi, kapitalist düzen ve üretim kültürüyle iç içe, yan yana yürüyor. Fakat ABD’den örnek verecek olursak bu üretkenliğin 1979’dan beri çalışanlara pek de bir getirisi olmamış. Yani 43 yıldır gelir konusunda çalışanlar yerinde sayarken 1979’lardan 2020’ye kadar verimlilik de yüzde 61 oranında artmış durumda. Bunun yanında işten alınan keyif veya kendini işin, beraberliğin içinde hissetme oranının da çok yüksek olduğunu söylemek mümkün değil. Örnek bir araştırmaya göre Birleşik Krallık’ta sadece çok ufak bir kesim işi konusunda oldukça heyecanlı… Sahi, iş sabahları heyecanla kalkanlar var mı hâlâ?

Bunun yanında, ünlü kitap Tırışkadan İşler’in yazarı David Graeber mesai saatlerini kullanış biçimimizin de oldukça değiştiğini ve birtakım gereksiz işlerle tırışkadanlaştırıldığını anlatıyor. Kitabında kullandığı ABD 2016-2017 Şirket Mesaisi Durum Raporu’na göre gerçekten yapılması gereken göreve ayrılan süre 2016’da yüzde 46’dan yüzde 39’a düşmüş durumda. Yani mesaide geçirdiğimiz süre aynı devam ederken biriken mailler, maille halledilebilir toplantılarla işin veriminden değil de kendi boş vaktimizden yiyor oluyoruz. Yani işin tamamlanan görevler üzerinden değil de harcanan mesai üzerinden hesaplanıyor oluşunun adaletin önüne geçen ve başlı başına işleri tırışkadanlaştırıp anlamını boşaltan bir yol olduğunu savunuyor Graeber kitabında.

Quiet quitting de aslında işin mesaiyle, saatle değil, yapılan işlerin verimli, olabildiğince hızlı bir şekilde bitirilmesini savunuyor. Ve tabii mesainin kalan vaktinde oyalanmak veya ekstra iş üstlenmek yerine o vakti kendine ayırabilme şansı için savaşıyor. Öğretilmiş 9-5 mesai en az sanayi devrimi kadar yaşlıyken bir yandan başka türlü bir “çalışma”nın mümkünlüğünün sorgulanması için de hayatta bazı kırılımların olmasını beklemişiz belli ki.

Peki nereden geldi bu çılgınlık, patronlarınızı neden üzmeye başladınız böyle diye soracak olursanız, cevap tüm ülkeleri etkileyen bir kırılımla verilebiliyor: Pandemi. Nottingham Üniversitesi profesörü Maria Korwicz durumu şöyle açıklıyor: “Pandemiden beri insanların işleriyle olan bağı değişti. Artık ‘anlam arayışı’ çok daha belirgin olmaya başladı. Pandemi süresinde hepimizin kendi fanilik anlayışımız vardı ve varoluşsal sorular sormaya başladık: ‘İş benim için ne anlama gelmeli? Değerlerimle daha çok uyuşan bir pozisyonu nasıl elde edebilirim?’’’

Bu sorularla birlikte belli ki işin kalbimizdeki yeri de değişiyor. “Tutkularını işe çevir” diyerek büyüyen nesil ve öncesinde yetişkin olmanın birinci, ikinci veya üçüncü kuralı olan “işe girmek” yeniden biçimleniyor hayatımız değişim içindeyken. Kimileriyse bunun yine pandemiyle birlikte gelen “Büyük İstifa”nın bir uzantısı olduğunu söylüyor. Yani işinden bıkar derecede olanların tamamen istifa etmesinin yanında bir de, “işim fena değil de kendimi yıpratmayayım bu kadar” diyenlerin hareketi gibi. Aslında bir nevi akıl sağlığı koruması da denebilir sanki. Bu durumda quiet quitting yapanlar ekonominin iyisini kötüsünü görmüş, yükselmiş veya alçalmış, demokrasinin ve pandemiyle birlikte günlük hayatın sarsılışına şahit olmuş durumdalar.

Amerika’da çokça gayret göstermiş, mental yıkıma bir adımı kalmış işçi sınıfı kendi iradeleriyle kendilerine tanınan iş şartlarını reddediyor aslında. Yani yükselmek için daha fazla çaba harcayanların önüne köstek olan bir akımdan ziyade, çokça çalışmasına rağmen şartların daha da ağırlaştığına veya aynı kaldığına tanık olanlar için toplu bir hareket noktası sağlıyor quiet quitting. The Guardian yazarı Tayo Bero burada başka bir konuya daha dikkat çekiyor. Quiet quitting akımı sayesinde kimin aslında “ücretsiz ekstra iş yaptığı” konusunda da soru işaretleri ortaya çıkıyor. Mesela kadınların başkalarının yapmak istemediği işlerin çok daha büyük bir kısmını üstlenmek zorunda bırakıldığı söyleniyor: Ofis partilerini organize etmek, çalışanların doğum günlerine özel bir şeyler hazırlamak gibi örneklerle. Yani evet, iş tanımında olmayan ofis hengameleri… Bunun gibi birçok eşitsizlik dahilinde, ofis dışı eşitsizliklerin ofise de yansıyarak quiet quitting lüksüne belki de en çok sahip olamayacak insanların ekstra işlere de mahkum olduğunu görmüş oluyoruz.

@duchessofdecorum

The universe rewards hustlers! #workplacedecorum #femaleempowerment #feminism #success #finance

♬ Luxury fashion (no vocals) – TimTaj

Fakat herkes quiet quitting’in mutluluğa giden yol olduğunu da düşünmüyor. Ofis dekorasyonuyla uğraşan Pattie Ehsaei de TikTok’unda gerçek bir mücadele örneğiyle karşılık veriyor quite quitting’cilere. Bunun üzerine sadece minimum çabayı harcayarak gününü geçirenlerin hiçbir zaman daha yüksek maaşlar elde edemeyeceğini de savunuyor. Kim Kardashian da bu savdan ilerliyor olsa gerek, bu zamanlarda kimsenin çalışmak istemediğini belirtiyor Variety ile yapılan röportajında. Şaka bir yana, Büyük İstifa hareketinden midir, quiet quitting’lerden midir, bolca iş değiştirmekten midir bilinmez ama yine ABD dataları 2022’nin ilk yarısında üretkenliğin sert bir şekilde düştüğünü söylüyor.

 

Bu yüzden çok daha ağır enflasyonların da kapıda olduğunu belirtiyor uzmanlar.[3] Fakat yine de verimliliğin 1979 itibariyle uçup gitmesinden sonra gelirler ve verimlilik arasındaki boşluğun giderek açıldığı zamanlardan tam olarak nereye vardığımız hakkında çok da bilgi sahibi değiliz. En basitinden zaman ve gereken becerilerle hesaplanan maaşlar, önyargılar ve başka eşitsizliklerle buluşurken adaletsizliklere yol açıyor. Ama en başından öğretilen zaman, dakiklik gibi kuralların pek çoğunun da tam olarak bu tanımlara uyabilmesi için insan aklıyla üretildiğini unutmamak gerekir. Belki de ihtiyacımız olan işlere ne kadar vakit harcadığımız değil de bu süreçte neleri halledebildiğimizdir. Ya da tam tersi, vaktimiz kadar çalışıp gerisini akıl sağlığımız için yarına bırakabilmektir. Çok yeni bir hareket olan quiet quitting’in etkilerinin şimdiden görüldüğü iddia edilse de gelecekte başımıza neler geleceğini kestiremiyoruz, hep birlikte yolculuğumuza devam edelim!