Röportaj: Erdil Yaşaroğlu’yla oynamaya çıkıyoruz

Erdil Yaşaroğlu o kadar uzun zamandır karikatürlerin içinde ki, bu yazıyı okuyanlar arasında onun çizdiklerine rastlamamış biri olabileceğine ihtimal dahi vermiyoruz. Ama bizim buluşma sebebimiz, yıllardır perdenin arkasında kalsa da -belki biraz kendi kendine vakit geçirmeyi tercih ettiği için-, Erdil’in sonunda izleyiciyi de dahil ettiği diğer oyun alanını keşfetmek… Evet, ilk kişisel heykel sergisi Oyun’a davetlisiniz.

Bundan böyle Yapı Kredi bomontiada’ya adımınızı attığınız andan itibaren çevrenize daha dikkatli bakın çünkü artık Erdil’in oyun alanındasınız. Kafanızı sola çevirin, Sıkı Dostlar sizi selamlıyor. Kedi Şehri hemen ileride, sağda Ouroboros’la yan yana. Alana doğru ilerledikçe göreceksiniz, Deniz Kızı orada sizi bekliyor. Hayalci, Kurt Gibi Aç, Yarış… 3 Kasım’a kadar sürecek sergideki her heykelin bir adı ve insana düşündürdüğü onlarca düşünce var. Neredeyse tüm açık alanlara yayılmış heykellerin yanı sıra, içeride bir beyaz oda sergisi de yer alıyor. Odada hem heykeller hem de eskiz çalışmaları sergileniyor. Yıllardır bizi gülmeye alıştırdığından mıdır nedir, şahsen her eser bende önce gayriihtiyari hafif bir tebessüm doğurdu. Erdil Yaşaroğlu’yla sergi manzaralı bir masaya geçip sohbete başlayınca Oyun’un kurallarını da tadını da daha iyi anladım.

erdil-yasaroglu-dadanizm-oyun-5

Aslında heykel bölümü mezunuymuşsun. Ben bunu çok yeni öğrendim, yıllardır da heykel yapıyorsun sanırım…

Ben akademiye birinci girdim sonuncu çıktım. Marmara Üniversitesi’nde seramik okudum bir sene. Sonra bölümde Seramik Kimyası diye bir ders olduğunu öğrendim, ben de lisede kimyadan çok çektiğim için, bunu görür görmez okulu bıraktım. Ama tabii bir nedeni de şuydu: heykel bölümüyle ortak dersler alıyorduk; biz torna çekiyoruz, güzel vazolar, bardaklar yapıyoruz ama heykele çok özendim. Onlar başka tekniklerle daha serbest ve istedikleri formlarda çalışıyorlardı. O sırada karar verdim, sınavlara girdim. Birincilikle girip 13 sene sonra, en son ben mezun oldum; o da arkadaşlarım sayesinde, hepsi hoca olmuşlardı orada, “Erdil seni mezun edelim artık” diye diye mezun ettiler. Şaka bir yana deli gibi çalışıyordum ben, sabah 6’da gider atölyeyi açardım, 12’ye kadar kalabiliyordum, o yüzden erken giderdim. Öğleden sonra da televizyon şovları ve dergi yapıyorduk… Çok severek okudum, bitirdim, o yıllardan beri üretirim aslında ama çok yoğun değildi. Taş okudum çünkü ben, o da çok kolay bir bölüm değil. Karikatür hep daha ön plandaydı, ben de heykellerimi çok fazla duyurmadım; karma sergilere katıldım, yurtdışında projeler yaptım ama sonuçta hikaye anlatıcısıyız; senaryo da yazdım, tiyatro da yazdım, televizyon programları da yaptım… Karikatürle anlatacaklarım da zaten devam ediyor; ilk aşkım, o ayrı ama heykelle de anlatacağım başka hikayeler var. Ürettikçe heykel yapmaktan keyif almaya başladım, ürettikçe yeni hikayeler doğdu; bir rezonans yapmaya başladı. Son 10 senedir hızlanmaya başladı.

DenizKızı

Zamanı gelmiş aslında.

Aynen öyle, zamanı gelmişti. Bir de tabii, son 10 senede heykeli teknik olarak yeniden öğrendim. Bu sergide hiç taş iş yok, hepsi yeni malzemelerle üretildi: polyesterler, poliüretanlar, plastikler, beton kaplamalar… Çünkü şöyle, (Deniz Kızı heykelini gösteriyor) şu işi taştan yapmaya başlasam beş ay sürer, bu haliyle iki ay sürer. Yani bütün sergiyi taştan yapmaya kalksaydım, 2035 projesi olurdu. Karikatürde bir hıza alışıksın, dünyada da bir hız var. Bu heykellerin hepsi de, fikrimi anlatmak için bir araç. Ben daha çok insana daha hızlı bir şekilde anlatmanın yolunu aradım.

Aslında teknik çok önemli değil… Her zaman derim; teneffüslerde, derslerden öğrendiğimden daha fazlasını öğrendim. Çünkü derslerde öğrendiklerini YouTube’dan da öğrenebilirsin. Ben de online kurslar alarak, videolar izleyerek yeniledim kendimi ama onunla da bitmiyor. Çünkü heykel şöyle bir iş: bir ürün yapıyorsun ve minimum 100 sene, 200 sene kalması lazım. Yeni teknolojilerin de problemi şu, bir sürü farklı malzeme kullanıyorsun ve bu malzemelerin birbirleriyle çalışıp çalışmayacağını denemek gerekiyor. Örneğin kimsenin yapmadığı bir tekniği deniyorsun, birçok malzemeyi karıştırıyorsun ve karışımı hemen yeni bir heykele uygularsan… 🙂 Aslında yapıp iki sene beklemen gerekiyor; bakalım ayrılıyor mu, vernik çatlıyor mu, boyası kalıyor mu… Bunlar uzun süreçler. Yani fikir bulmak işin yarısıysa tekniği çözmek de diğer yarısı. Çünkü bu heykellerden dünyada başka bir yerde yok. Her birini üretmek için ayrı bir yol çizmen gerekiyor. Bu serginin adı Oyun ya, aslında oyun tam da bu; benim oyunum. Çünkü baktığımızda ‘oyun’ dediğimiz nedir ki? Kendi kuralları, hikayesi, zorlukları olan, içinde kendi seviyeleri bulunan ve bir amaca doğru ulaşmaya çalıştığın bir yol. Hem eğlencelidir hem zordur hem çok ciddi bir şeydir hem de sonunda birçok yeni bilgi öğrenirsin.

Örneğin Deniz Kızı heykelini betondan yapmaya kalktım, iki ton. Problemler çıkmaya başladı. İki tonluk malzemeyi ben buraya nasıl getireceğim? Dayanıklı olur mu? Örneğin, her gelen çocuk sarılıyor, üstüne çıkıyor; elindeki telefonun dayanıklı olması ve kırılmaması gerekiyor. Dolayısıyla “Ben bunu nasıl yaparım” diye sorarak başladı yolculuğum. İnsanın önüne eğlenceli bulmacalar ve problemler çıkaran bir yolculuk. Aslında bu bir oyun işte!

Sergiyi buraya yapacağın belli miydi peki?

Sergiyi kamusal alanda yapmak istiyordum. Beyaz oda sergisi olmasından ziyade… İlk hedefim buydu, daha çok insana dokunmak istiyorum çünkü. Sonuçta hikaye anlatıyorsun ve ne kadar çok insana ulaşırsan, o kadar iyi. Yapı Kredi bomontiada kitlesi olan bir yer. Mekan harika; tarihi bir dokusu var. İdeal bir oyun alanı… Ve en iyi yanlarından bir tanesi de güvenli bir yer olması. Projeyi gösterdiğimde bayıldılar, tüm kolaylıkları sağladılar ve başladık.

erdil-yasaroglu-dadanizm-oyun-4

Sen anlattıkça şunu merak ettim: yıllardan beri karikatür hep odağındaydı hayatının; acaba yeni bir yolculuğa çıkma ihtiyacı duymuş olabilir misin? 

Evet, bu çok güzel. Hani “Bir kitap okudum hayatım değişti” hikayesi var ya, ben bir kitabı okumadım ve hayatım değişti; sonra başka bir kitabı okudum, bu kez yine değişti. İlki dersaneye gittiği zamandaydı, üniversiteye hazırlanıyorum, kamu yönetimi ya da diş hekimliği istiyorum, kafam karmakarışık. Bir akşam saat 19.00’da herkesin önüne test kitapları koymaya başladılar: 700 sayfa ÖSYM Hazırlık Test Kitabı. İttim kitabı, çıkıp eve gittim ve annemlere “Ben Güzel Sanatlar’da okumak istiyorum” dedim, bir anda kafam değişti. O kitap hayatımı değiştirdi. İkincisi de Amerikan bir bilim insanının yazdığı bir kitaptı, özetle şunu anlatıyordu: Çağımız çoklu kariyer çağı. Artık insan ömrü uzuyor, 150-200 yaşına kadar yaşayacağımızı söylüyorlar. Şöyle düşün, 22-23 yaşında üniversiteden mezun oldun, 25 yaşında işe girdin, 30’larında müdür oldun sonra 150 sene daha orada müdürlük yaptın, bu seni mutlu edecek mi? Bilim adamlarının söylediği şu: 60 yaşında stajyerlere hazırlıklı olun. 150 senelik CEO ne demek? Çok saçma bir şey. Sıkılacağız, yeni kariyerler oluşmaya başlayacak. Şimdi bile 30’una kadar beyaz yakalı ya da üst düzey yönetici, işi bırakıp tavuk yetiştirmeye başlıyor. Bunları düşünürken aklıma Leonard Cohen geldi. Adam 30 yaşından sonra müziğe başladı ve dünya yıldızı oldu. Eğer 10 bin saat kuralı doğruysa, ben de bugün elime bir gitar alsam 10 senede Joe Satriani olurum. Şimdi 48 yaşındayım, 58’imde Satriani olursam, kendime de iyi bakıp 90’a kadar yaşarsam, 30 sene Satriani gibi yaşamak hiç fena değil.

Bu kafaya girince tabii cesaretlendim, “40’ımdan sonra heykeli kariyer haline getirebilirim” diye düşündüm. Heykellerimin içinde, özünde karikatür her zaman var, bunu reddetmiyorum. O disiplinin bana sağladığı avantajları ifadede, formda, hikayede kullanıyorum.

Kedi

Aslında bunu sormak istiyordum, üretim süreci heykel ve karikatür için hangi yönlerden aynı, hangi yönlerden farklı işliyor?

Aslında bambaşka… Temelde farklı olan ne, biliyor musun? Karikatürün yolu tektir, sen bir şakaya varmaya çalışırsın ve herkesin de o şakaya varmasını istersin. Karikatürde anlatılan hikaye bir tane. Ama heykelde öyle değil, hatta öyle olursa büyük problem. Çünkü heykelde ben bir hikaye kurgularım, onu biraz mistik ve belirsiz bırakırım ama kendi gittiğim yolu, ne anlatmak istediğimi bilirim tabii ki ama önemli olan izleyicinin ne anladığıdır. İzleyiciye bıraktığı duygudur. Bakan herkesin farklı hikayesi olması, o sanat eserini değerli kılan şey. Bir de heykelde tek bir hikaye olursa, sen onu ikinci kez gördüğünde sıkılırsın. Her gördüğünde farklı bir hikaye anlatamıyorsa, o heykel zayıf kalır.

Oyun’un üretim süreci nasıl gelişti?

Önce küçük defterlere aldığım notlarla başladı, sonra kurşun kalem eskizler geldi ama asıl tasarımı bilgisayarda, üç boyutlu modellemeyle yapıyorum. Sonra üç boyutlu çıktılarını alıp hem formlara bakıyorum hem de oranlara ve statiğine. Çok farklı detaylar üzerinde düşünmek gerekiyor. Örneğin kamusal alana koyduğun, Deniz Kızı gibi heykellerin içine yağmur suyu birikmemesi veya sigara atılamaması lazım. Formu hesap ederken de sigarayı veya bira şişesini taşıyacak bir alan yaratmaman gerek. Bütün bunları çözdükten sonra üretim başlıyor, bu sergide hem dijital üretimler hem de elle yaptıklarım var.

 

Buradaki her bir heykelin kendi hikayesi var mı?

Var, ama işte size bırakıyorum onları. Ben kendi yolumu söylerim ama izleyiciyi kısıtlamış olurum. Çok soyut işler değil bunlar. Gerçekten çok soyut bir iş görünce “Bunun hikayesi ne” diye sormak isteyebiliyor insan, çünkü anlamıyoruz, bize uzak kalıyor. Maalesef şöyle bir dert var; örneğin heykeli, resmi çok kutsallaştırmaya çalışan bir kesim var dünyada. Benim kaçınmaya çalıştığım bir durum bu çünkü eseri insanlardan uzaklaştırmaya gerek yok. Gerçekten bir derdi olan işler var, sırf formunu sevdiğin için yaptığın işler de var.

Burada örneğin çocuklar geliyorlar, sarılıyorlar, çok seviniyorum. Onları sanata bulaştırmak mutluluk verici.

Bundan sonra sırada ne var?

Bu benden çıktı ya, şimdi iki sene sonra yeni sergide ne yapacağımı düşünüyorum. BüroSarıgedik’le birlikte çalışıyorum, Türkiye’de bir ilki yapıyorlar aslında. Bir galeri değil, bir sanatçı danışmanlık ofisi. Galeri ve müzelerle ortak çalışmalar yapabiliyorlar ama sadece danışmanlık veriyorlar. Esra Sarıgedik Öktem bana şunu diyor, “Sen sadece heykelini yap.” Bir sanatçı daha ne ister? Sonraki sergiye iki sene zaman biçtik ama ben çalışmaya başladım bile, öyle söyleyeyim.

erdil-yasaroglu-dadanizm-oyun-3