
Şampiyon belli, ikinci kim: The Guardian 21’inci yüzyılın en iyi dizilerini açıklıyor
Kapak fotoğrafından anlayacağınız üzere, listenin bir numarasında panik ataklı mafya babası Tony Soprano ve ailesi var.
The Guardian’dan şu ara peş peşe listeler geliyor. Yıl sonu değil, bu neyin listesi diyenler için açıklayalım: The Guardian ve ekibi, 21’inci yüzyılın en’lerini sıralama peşine düşmüşler. 21’inci yüzyılın en iyi 100 albümü, en iyi 100 filmi, en iyi 100 dizisi derken liste uçup gidiyor. Yani 2000 yılından bu yana görüp dinlediğiniz her şeyin birbirleriyle kapıştığını düşünün! Vov.
En İyi 100 Albüm listesinin zirvedeki beş albümü beni çok açmadığı için (bir numarada Amy Winehouse ve Back to Black var. Tamam güzel de, Amy hayatta olsaydı bu kadar ilgi görür müydü albüm? İki numarada da The Strokes, Is This It var… Tamam güzel de… Neyse.) dizi listesine de şöyle bir göz ucuyla baktım ama bu seçkiye itirazım yok açıkçası. Benim ilk 10 sıralamam da aşağı yukarı böyle olurdu. Six Feet Under ilk üçte olurdu, o ayrı. 64’üncü sırada yer alacak dizi mi o arkadaşlar? Değerlendirmeden önce izlemediniz mi diziyi?
İlk üç ise çok fiyakalı ya, gördüğüm anda kalp atışlarım hızlandı, baştan bir izlemeli mi acaba yine hepsini? (Eyvah.)
1- The Sopranos
Şampiyon belli, ikinci kim demiştik…
Kara mizahın en tekinsiz yerlerinde dolaşan, her saniyesinden bilgelik fışkıran bir dizimiz. Hele James Gandolfini’nin o kusursuz performansı… Nefes alıp verişlerine kadar kusursuz.
Dizinin finali ise… Televizyon tarihinin en iyi final sahnesini çekmiş olabilirler.
Burada da sevgiyle dadanmıştık.
2- The Wire
Epik! Aslında tarz olarak The Sopranos’la aynı skalada ilerlese de nedense daha üzücü gelmiştir bana. Evet, The Sopranos’da da her şeyin çok adil olduğu söylenemez ama The Wire, anlattığı hikayelerle insanın kalbini yerinden söküyor. Performanslar ise of of of…
Amerikan aksanlı Idris Abimize de ayrıca selamlar.
3- Mad Men
Satış ustası Don Draper’ın, 60’lar New York’unda geçen sahtelikler ve tatminsizliklerle dolu hayatı. Evet, özetle bu ama derinlere indiğinizde hiç ummadığınız yerlere götürüyor sizi Mad Men. Ambalajına kanmayın. Dönemin politik yaşantısını ince ince eleştirilerle hikayesine yediren dizide karakterlerin içsel yolculuklarını da izliyoruz. Jon Hamm’in canlandırdığı Don Draper’ın en anlamsız hareketine bile bir anlam verebilmemiz de bu yolculukların kusursuzca anlatılmış olması değil mi? Bu arada Jon Hamm’in daha çok komedi dizisinde oynaması lazım. O afili pozlarının ardında çok matrak bir adam var. (bkz. Unbreakable Kimmy Schmidt)
Listenin ilk 20’sindeki diğer diziler ise şöyle: