Satıcının Ölümü: Philip Seymour Hoffman

Yazı: N. N. Özer

Satıcı bu sefer oyunun ortasında öldü. Oynadığı her filmde, “sen abisin bırak kardeşin oynasın” denilerek rol verildiğini varsaydığımız bir adamdı. O kadar rahat, o kadar iyiydi ki… Oyuncu kadrosunda adını gördüğümüzde, amcamızın oğlunun adı gibi bildiğimizden “o varsa bu film izlenir, olmuştur” diye düşündüğümüz bir sanatçıydı; bize göre çok erken gitti. 

“Oyuncu” diyoruz işte adı üstünde, gerçek anlamda stabil kişilikleri olup olmadığından emin olamadığımız insanlar kendileri. Şimdi arkasından diyeceklerdir, “yetmemiş adama onca şan şöhret, mal mülk, şımarmış basmış eroini”. Oysa bir durum var burada: oyunculuk dünyada, yalnız ve güzel ülkemizdeki gibi, güzellik ya da fotojeni yarışması birincilerinin zanaati değil, bir sanat dalı olduğundan, bu işi layığıyla yapmak bayağı teferruatlı bir olay; altından kalkmak da kolay iş değil.

Ciddi anlamda sorunlu tipleri o kadar net, o kadar iyi canlandırdı ki “sarı panda” neslinden gelen bu tatlı adam, izlemeye doyamadık. Sanki hep varmış ve olacakmış gibi, sinema kültürümüzün demirbaşlarından biri gibi hissettik. Yazının başında da bahsettiğimiz his bu işte. Kesin, sürdürülebilir başarı sağlayınca insan, o emeği sabit sayılıyor ve hiç eksilmeyecekmiş, hacmen hep varolacakmış gibi geliyor. Öldüğünü duyduğumuzda yaşadığımız şok da bu yüzden zaten. Adamın hayatı hakkında tabloide düşen bir yamuk bilgi olmadığından beklenmedik ve yakın dostumuzu kaybetmiş kadar üzen bir ölüm. Her ölüm gibi, erken ölüm.

Aslında sinema sanatçısı olarak bildiğimiz bu adam sahne sanatlarının her alanında bizzat yer almış, tiyatroda da yönetmenlik ve sanat yönetmenliği yapmıştı. Son olarak, Arthur Miller’ın efsanevi oyunu Satıcının Ölümü’nde başrolü oynamış, klişe deyimiyle ‘ne tesadüftür ki orada da intihar eden bir adamı canlandırmıştı’. O bize güzel hayaller sattı. Biz de bayılarak aldık. Helal olsun Willy Loman, hiç istemesek de güle güle git. Her halinden huzursuzluğu belli olan ruhun belki biraz sakinleşir öbür tarafta…

psh