Serena Williams’ın vedası ve dadanılmayı hak eden kariyeri

Tenis efsanesi Serena Williams emekliliğini duyurdu. Tabii bizim de aklımızda türlü türlü sorular, gözlerimizde yaşlar, hafızamızda canlanan anılar var. Çünkü fangörllük bunu gerektirir… Serena son dönemde çok sevdiği zaferlerine biraz ara verse de biz tüm zamanların en iyisi olduğunu bilerek onu kortlardan uğurlamaya hazırlanıyoruz. Hem zaten biz Serena’yı kariyerine sığdırdığı 23 Grand Slam şampiyonluğu, çift kadınlarda üç, tek kadınlarda bir olimpiyat altın madalyası, sayısız rekoru, tenise yön veren ilham verici başarıları, kazanma hırsı ve en çok da maçların son anına kadar verdiği mücadele için sevmemiş miydik? (Evet!) Serena’nın tarihe yazdığı başarılar bir yana, kariyeri bodyshaming, ırkçı söylemler ve cinsiyetçi saldırılarla mücadele etmekle de geçti. Serena, kendisini “öfkeli siyahi kadın” kalıplarına sıkıştırmak isteyenelere inat tüm sporcular gibi sadece kazanmayı çok sevdiğini açıklayarak ve tabii göstererek verdi mücadelesini. Söz konusu kaybetmek olunca yenilgiyi o kadar da “başarılı” karşılayamadığını biz de kabul ediyoruz ama zaten bunların hepsi onun tüm zamanların en iyilerinden biri olmasının nedeni değil mi? (Bizce yine evet!)

Serena, yeni başlangıçlar için tenise veda etmeye gün sayarken ona dadanmaktan başka çaremiz yoktu elbette. Williams kardeşlerin biraz fazla planlanmış kariyer yolculuklarından, aynı zamanda koçları olan babalarıyla ilişkilerinden başladık, Serena’nın başarılarla dolu kariyerine, saha içi ve dışı mücadelelerine -ve hatta King Richard filmine bile- dadandık.

Birçoğumuz için başlangıç haftanın ilk günü, mevsim değişimleri ya da yeni yıl olsa da dergicilik dünyası için başlangıç zili Eylül ayıdır, bu nedenle Eylül kapakları önemlidir. Vogue Amerika’nın 2022 Eylül kapağında beş yaşındaki kızı Olympia ile birlikte tenisin en iyilerinden Serena Williams’ı gördük. Bu ne kariyerine 23 Grand Slam şampiyonluğu sığdırmış, tenis efsanesi Serena’nın ne de kızı Olympia’nın ilk kapağı. Sadece üç aylıkken Vogue kapağıyla arşivlerdeki yerini almıştı Olympia. Ama bu kez durum başka. Başlangıçları temsil eden Eylül 2022 kapağında Serena’yı görmemizin özel bir nedeni vardı. Serena Williams, kaleme aldığı yazıyla kariyerini noktalamaya hazırlandığını duyurdu. Hayır, “emeklilik” demeyeceğiz çünkü Serena bu sözcükten hoşlanmıyor. O nedenle yeni bir döneme başlangıç olarak bahsedeceğiz bu “vedadan.”

Küçükken yazlıkta, kız kardeşimle denizde yüzmek ya da arkadaşlarımızla oynamak yerine Williams kardeşlerin maçlarını izlediğimizi hatırlıyorum. (Fangörllük foreva!) Maçları izledikten sonra her yaz, bu kış tenis kursunu hiç aksatmayacağız, daha çok antrenman yapacağız kararları alırdım kendimce. Ama neticede hepimiz bir aileden iki şampiyon çıkarma mucizesinin bir kere daha gerçekleşmeyeceğini, olsa bile bunun biz olmayacağını biliyorduk. Sadece, o sıcak yaz günlerinde onları izlemek kadar ihtimalleri ve başarıyı sevdiren bir şey yoktu. Çok güçlülerdi, kazanmayı çok istiyorlardı, onları izlemek gizli gizli iskeleden atlamaktan bile daha heyecanlıydı. İki kardeşin birbirleriyle mücadele ettikleri maçlar izlemesi en zor olanlardı. Ama, nedendir bilmiyorum ben hep Serena’yı tutardım. Şimdi düşünüyorum da Serena ablası Venüs de dahil olmak üzere izlediğimiz herkesten farklı olduğu için onun kazanmasını istiyordum sanırım.

Elit ve beyaz bir spor olarak bilinen tenis, Williams kardeşlerle birlikte büyük dönüşümler geçirdi. Venus Williams, 2002 yılında, kendisinden 44 yıl önce Wimbledon’ı kazanan Althea Gibson’dan sonra Wimbledon’ı kazanmayı başaran ilk siyahi kadın oldu. Serena Williams 23 Grand Slam ile tüm zamanların en iyi sporcularından biri olarak kabul ediliyor. 

Hiçbir başarı gibi bu da tesadüf değildi. Biliyorum, çok klişe ama bu, gerçekten, planlanmış bir başarıydı. Hatta fazlasıyla planlanmış… Williams kardeşlerin başarısının mimarlarından babaları ve koçları Richard Williams, kızları doğmadan önce 78 sayfalık bir plan yaparak onları tenis dünyasının şampiyonaları arasına sokmayı aklına koymuştu. (Onu 78. sayfada durduran ne oldu acaba?)

Birçoğumuz hayatını bir spora adamanın ne kadar meşakkatli, yıpratıcı ve riskli olduğunu bilemez hatta tahmin bile edemez. Bunu, hayatını bir spora adamış biri olarak değil, gelecekte kendini nelerin beklediğini görünce bu kararından vazgeçmiş ve aslında yeterince cesareti ve yeteneği olmayan biri olarak söylüyorum. Williams ailesi, bugün efsane olarak andığımız çok başarılı sporcuların neredeyse tümü gibi ilham verici bir hikayeye sahip. Tabii Richard’ın kızlarını yetiştirme biçimi, profesyonel kariyerlerini şekillendiren kararları daima tartışıldı. Kızlar, babalarına daima minnet duyduklarını her fırsatta dile getirdiler. Evet, Richard’ın bir planı vardı ve bu plan tahmin ettiğinden çok daha iyi işledi.

Serena ve Venus Williams’ın hayat hikayeleri filmlere konu olacak o başarı hikayesi için biçilmiş kaftan. Geçtiğimiz yıl vizyona giren “King Richard” da bu filmlerden biri. Biz Oscar Töreni’nde Will Smith’i o iğrenç tokadı ve sonrasında bunu asla aşamayışını göz devirerek takip ettik ancak Smith, Williams kardeşlerin babalarına odaklanan “King Richard” filminin başrolüydü.

Serena ve Venus’ün açıklamalarından öğrendik ki, filmdeki olaylar tamamıyla gerçeğe dayanıyor. Her ikisi de yapımcı sıfatıyla film kadrosunda yer alan kardeşlerden özellikle Venus senaryo üzerinde titizliklikle çalışmış. Filmi izlemeyenler için spoiler mı olacak bilmiyoruz ancak Serena ve babası arasındaki bu diyalog, Serena’nın kariyerini anlamak için önemli:

“Ablanı ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Ama ablanın gölgesinde kalmak senin için ne kadar zor olduğunu da biliyorum. Sana bir sır vereyim mi? Ablan günün birinde dünya bir numarası olacak, hiç şüphem yok. Ama sen… Sen tüm zamanların en iyisi olacaksın. Nereden biliyorum biliyor musun? Çünkü bunu planladım. Senin Venus’ün gölgesinde olmayı kaldıracak kadar güçlü olduğunu biliyordum.”

Bu gölgede kalma halinin hüzünlü bir hava getirdiği ve romantik olduğunu biliyorum. Ama Serena bu durumdan çok memnun. Nasıl gölgede kalıyor derseniz… Maddi olarak en iyi tenis koçlarıyla çalışmayı karşılayamayan Williams ailesi, koçlara gittiğinde “gerçek” bir yetenek olan Venus’ü ücretsiz çalıştırmayı kabul ediyor örneğin. Venus gençler turnuvasında maça çıkarken, Serena’nın gizli gizli kayıt yaptırdığını öğreniyoruz. Serena da başlarda aslında yeteri kadar yetenekli olmadığını söylüyor mesela. Vogue Amerika için kaleme aldığı ‘’mektup’’ta (evet, bir noktada kişiselleştirip ‘’makale’’ yerine ‘’mektup’’ deme kararı aldım) Venus’ün gölgesinde olmanın kendisine yeni penceler açtığını, onun gölgesi olmasaydı, bugünkü haline ulaşamayacağını söylüyor. Bir başka paragrafta ise kendiyle ilgili başka şeyler daha anlatıyor:

“Her zaman sabırlı ve klas olan Venus’ün aksine, ben hiçbir zaman duygularımı kontrol eden biri olmadım. Anaokulu için alfabe yazmayı öğrendiğimi ve mükemmel bir şekilde yapamadığım için bütün gece ağladığımı hatırlıyorum. (…) Her zaman böyleydim, mükemmel olmak istiyordum. Mükemmelin var olmadığını biliyorum ama mükemmelim her neyse, onu doğru yapana kadar asla durmak istemedim.”

Duygularını kontrol edemediği kısmına gelirsek… Venus ve Serena’nın olağanüstü başarıları, tüm kariyerlerinin dikensiz gül bahçelerinden ibaret olduğu anlamına gelmiyor elbette. Irkçı ve cinsiyetçi densizliklerle uğraştılar. Kariyerleri boyunca tüm bunlarla mücadele etti Williams kardeşler. Henüz yolun başında, 2001’de Indian Wells’te şike yaptıkları gerekçesiyle suçlanıp yuhalanırken ırkçı saldıralara uğradılar. O yılki turnuvada Serena ile Venus yarı finale kalmışlardı ve final için karşı karşıya mücadele edeceklerdi. Ama Venus dizinden sakatlandığı gerekçesiyle maç günü turnuvadan çekildiğini açıkladı. Tabii pek çokları da bunu aile içinde planladıkları bir şey olarak yorumladı. Şike saydılar. Richard Williams USA Today’e verdiği demeçte, “Venus ve ben koltuklarımıza merdivenlerden inerken (Serena’nın daha sonra oynadığı final maçında), insanlar bana ‘zenci’ demeye devam etti” diyordu. Williams kardeşler yaşananların ardından Indian Wells’e katılmama kararı aldı. Serena, “Tüm kalbimle sevdiğim bu oyunda, en değerli turnuvalardan birinde, aniden istenmeyen biri gibi; yalnız ve korkmuş hissettim” diyordu. Serena, uzun süreli boykotun ardından 2015’te turnuvaya geri döndü. Tabii bununla da sınırlı kalmadı saldırılar. 2015 Fransa Açık zaferinin ardından bir Twitter kullanıcısı onu Gorilla’ya benzetmekten çekinmiyor, ESPN spor yorumcusu Bomani Jones, onu “inanılmaz baskın ve erkeksi” olarak anlatıyordu. Ve maalesef tüm bunlar son olmayacaktı.

Özellikle Serena, kaslı vücut yapısıyla daima “erkeksi” bulunarak body shaming’e uğradı. 2018’te Harpers Bazaar’a şöyle anlatıyordu yaşadıklarını: “Benim için zordu. İnsanlar kollarım yüzünden ya da çok güçlü olduğum için bir erkek olarak doğduğumu söylerdi. Venus’ten farklıydım. O ince, uzun ve güzeldi. Bense güçlü ve kaslıydım.”

Söz konusu bir erkek olduğunda hiç de tuhaf karşılanmayacak aksine onu azimli kılacak kazanma arzusu, yeri geldiğinde öfkesi, siyahi bir kadın olan Serena söz konusu olduğunda kötü bir şeymiş gibi yansıtıldı. “Öfkeli siyahi kadın” portesine hapsedilmeye çalıştı Serena da. 

Bunun en iyi örneklerinden biri için 2018 Amerika Açık’ı hatırlatayım hemen. O sene Serena Williams için önemli bir geri dönüştü. Kızı doğduktan sonra kortlara dönüyordu ve eğer kazanırsa, 24 Grand Slam rekorlu Margaret Court’u yakalayacaktı. Kortun karşısındaki isim için de bir o kadar önemli bir yıldı. 20 yaşındaki Naomi Osaka, idolü Serena Williams ile karşılaşacaktı. Bir çok spor otoritesi Serena’nın dönüşünü zaferle taçlandıracağını düşünüyordu ama öyle olmadı. Bir filmin kırılma noktası olacak kadar heyecanlı ve “ilginç” olaylar izledik maçta.

Hakem, ilk olarak Serena’ya koç kulübesiyle iletişime geçtiği için ceza verdi. (Teniste, sporcuların maç sırasında taktik almaları ve koçlarıyla iletişim kurmaları yasak. Serena, bu kuralı çok sevdiğini çünkü önemli anlarda karar verecek tek kişinin kendi olduğunu düşündüğünü söylüyor bir açıklamasında). O maçta da kulübesiyle iletişim kurmaya çalışmadığını söylüyordu. Maçtaki ikinci ceza, Serena’nın raketini kırması sonucu hanesine yazıldı. Ve olaylar, Serena’nın hakeme “puanını çaldığı” gerekçesiyle “hırsız” demesiyle patlak verdi. Tartışma sırasında, Serena, “Hayatım boyunca hiçbir zaman hile yapmadım” isyanı ederken, puanını çaldığını söyleyen hakeme defalarca “Özür dile, benden özür dile, bana bir özür borçlusun” diyordu.

Spor ahlakı gereği hakeme bağırmak ya da raket kırmak elbette doğru değil. Hatta sıkı kuralları olan teniste raket fırlatmak, hakaret kabul ediliyor ve ceza puanı yazılıyor. Raket kırmayı bir kenara bırakırsak, saha içinde öfkelenen erkek sporculara cezaların “bu kadar” kolay verilmediğini, verildiği durumlarda ise bu hareketin maçın önüne geçmediğini görüyoruz. (Serena’nın cezaları sonrasında eski tenisçi Andy Roddick, “Maalesef daha kötüsünü söyledim ama hiç ceza almadım” demişti.) Söz konusu erkek sporcular olduğunda, öfke kazanma isteğinin doğal bir getirisiyken, kadınları “duygusal” ,“histerik” ve “haksız” yaptığını görüyoruz.

Serena’nın isyanı da bunaydı. Ve aslında belki de bugüne kadar mücadele ettiği her şeye… Sahaya gelen komiteye “Bir kadın olduğum için böyle. Burada bunu erkekler de yapıyor, bir kadın olduğum için mi bunu (maçı) benden alacak?” diyerek kendini açıklamaya çalışıyordu. O dönem medya Serena’nın öfkeli, parmak sallayan fotoğrafları servis etmekten çekinmedi. Irkçı ve cinsiyetçi karikatürler yayınlandı. Spor eleştirmenleri Serena’nın zaten öfkeli ve çok hırslı olduğunu söylüyordu. Ve tabii bir kadın olduğu için duygusal olarak güçlü olmadığı söylendi. (Bu arada Serena’nın 2017 Avustralya Açık turnuvasında iki aylık hamileyken sahaya çıktığını , 40 derece sıcaklıkta bulantısı olmadığını fark edince eşi Alexis’e “Bu bir kız bebek. Ancak bir kadın bu kadar güçlü olabilir” dediğini biliyor muydunuz?)

Osaka ise Grand Slam şampiyonluğu kazanan ilk Japonya asıllı kadın oldu. O sırada Serena’yı eleştiren pek çok isim Osaka’nın zaferini gölgelediği için de suçluyordu ama işler pek de öyle değildi. Maç sonu röportajlarda Serena, kalabalıklara yuhalamayı bırakmalarını, bu zaferin Osaka’nın hakkı olduğunu söyleyerek başladı. “Hakkını vermeliyiz, harika bir iş çıkardı” diyordu. Basın toplantısında da kendi ilk Grand Slam’imi hatırladım ve onun bu anının önüne geçmek istemedim” diyordu. Sonradan öğrendik ki çekingenliğiyle bilinen Osaka’nın kulağına “Seninle gurur duyuyorum” demiş.

Serena basın toplantısında da önemli açıklamalar yaptı. Öne çıkan cümlesi, “Kazanmak için hile yapmama gerek yoktu” olsa da çok daha önemli şeyler izledik o toplantıda. Bir gazeteci ona anneliğin, Osaka’ya yaklaşımını nasıl etkilediğini sorarken, bir başka gazeteci de ileride kızının bu olanları gördüğünde ona ne söyleyeceğini soruyordu. Söz konusu bir erkek sporcu olduğunda asla duyamayacağımız sorular bunlar. Tüm bunlar yaşanmasa maçın sonucu değişir miydi sorusuna da dürüstlükle cevap verdi: “Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Maçlarda sonradan öne geçmemle biliniyorum ama ne olurdu bilemiyorum. Naomi gerçekten çok iyi oynadı, gerçekten cevabını bilmediğim zor bir soru bu.”

Seneler sonra Vogue için kaleme aldığı yazıda da (pardon mektupta) yine kadın bir sporcu olmanın getirdiği bazı zorunluluklara değiniyordu: “İnanın, tenis ile ailem arasında seçim yapmak zorunda kalmayı hiç istemedim. Bu, hiç adil değil. Erkek olsaydım, bunu yazıyor olmazdım çünkü dışarıda oynarken ve kazanırken orada olurdum. Eşim, benim yerime ailemizi genişletmenin fiziksel emeğini üsteleniyor olurdu.” Evet, Serena büyüyünce, abla olmak isteyen Olympia’nın bu dileğini yerine getirmek için profesyonel kariyerini noktalamaya gün sayıyor.

Neredeyse Serena’nın yazısından daha uzun olan bu yazıyı artık noktalamam gerek, biliyorum. Bir kere daha mektuba döneyim. Serena bazılarının Margaret Court’un rekorunu kıramadığı için ‘‘tüm zamanların en iyisi’’ olmadığını söylediğini aktarıyor. O rekoru gerçekten istediğini de yine dürüstlükle itiraf ediyor. Ama eğer olmazsa, yıllarını verdiği bu sporda kazandığı olağanüstü başarıların da farkında. “Mükemmelin var olmadığını biliyorum ama mükemmelim her neyse, onu doğru yapana kadar asla durmak istemedim” diyen Serena, bugün o hale geldiğinin farkında olarak yepyeni bir bölüme geçmeye hazır.

Serena Amerika Açık’ı kazanacak mı, bekleyip göreceğiz. Bu olası zafer onun tüm zamanların en iyilerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmeyecek elbette ama vedası böyle olsun istiyorum.

Veda demişken…”Vedalarda hiç iyi değilim,” diyor Serena. Neredeyse bir klişeye dönen bu cümlenin hangi durumlarda kullanıldığını ben de çok iyi biliyorum. İçinizde bir parça ayrılmak istemediği için vedalarda o kadar iyi olmadığımızı söyleriz. Vedalarda iyi olmak, bir parça da olsa gitmeye hevesli olmak demek çünkü. Ben de o yazıyı okuduğumdan beri günlerim Serana’nın son turnuvasından sonra neler hissedeceği düşünerek geçiyor. Biraz drama queenlik olduğunu da düşünüyorum ama sanırım, Serena’nın kararı, Eylül’ün getireceği yeni başlangıçlar, yazlıkta Serena kazandığında çığlık atan o küçük kıza veda etmem gerektiğini hatırlatıyor bana da. Çünkü bilirsiniz vedalar zordur. Hele ki geri getiremeyeceğinizi bildiğiniz şeylere. Teşekkürler Serena, geri getiremeyeceğimiz ama hiç unutmayacağımız anlar için.