
Al, kes, biç, editle, paylaş: Sosyal medyadaki görsellerin viralleşirken dönüşen anlamları
İnternet çoktandır burada da sosyal medyanın şu hale geldiği günleri pek çoğumuz hatırlıyoruz. Her şey bir anda oldu sanki: Kameralı akıllı telefonlar veya minik dijital kameralar gibi daha ucuz, hafif ve kolay taşınabilir teknolojik cihazların ortaya çıkmasıyla birlikte hepimiz her an her yerde deklanşöre basmaya, sonra da onları özenle belli platformlara yüklemeye başladık. Ardından yaşananları biliyoruz: Duygu durumlarını anlatan tweet’ler, Facebook’a yüklenen yüzlerce fotoğraflık albümler, Instagram’da caka satan bol filtreli artistik gibi olan görseller… Ve en son da tabii videonun anlı şanlı yükselişi. Uygun fiyatlı ve taşınabilir teknolojilerin yanı sıra sosyal medya ile başka bir güç elimize geçti diyebiliriz. Viralleşme…
Viralleşme derken bahsettiğimiz bu güç aslında internetle birlikte gelmiş yeni bir şey değil. Atalarımızın dedikoduyla kulaktan kulağa yaydığı havadisler, şehir meydanında yapılan duyurular; bildiğimiz anlamda viralleşmenin ilk örnekleri belki de. Bu yazıda, içgüdülerimizin, duygularımızın ve arzularımızın derinliklerine inip sosyal medyada neden paylaşım yaptığımıza dadanacağız. İşin öbür kısmı ise görsellerin bu curcunanın içindeki rolü; bir nevi metalaştırılmış ifade araçları olarak çok şey anlatabiliyorlar elbette. Fakat sosyal medyada dönen görseller de intihallerin göbeğinde anlamından çalınmaya yer arayan bir yoklukta duruveriyor. Kendi profilimize koyuverdiğimiz görselleri bir anda başka bir sayfada buluveriyor, hatta üstüne üstlük, remikslenmiş, editlenmiş bazen de ‘başkaları’ tarafından da fazlaca benimsenmiş şekilde gözümüze çarpıyor. Bunun üzerine inşa edilmiş zaten internet kültürü; vaporwave diye boşuna denmemiş. İşte, internet dünyasına hoş geldiniz, burada hiçbir şey sizin değil!
@khaby.lame 🎣 Mention your friends 🤣 #learnfromkhaby #learnontiktok @tiktok @tiktokcreators
Neden paylaşım yapıyoruz ki zaten? Sosyal antropolog Were tahmin edeceğiniz üzere görsel paylaşımları toplumdan onay almanın kısayolu olarak değerlendiriyor. Bu duygusal olumlamayı yaşamak bir rutin haline gelir gelmez online sosyal mecralarda paylaşmak bir aktiviteye dönüşüverdi. Burada bahsettiğimiz paylaşım ise tabii ki de sadece gönderi oluşturmak değil, özelden mesaj yoluyla atılan komik videolar bile bunun bir parçası. Bu değişimin ardından hayatımızı hiç olmadığı kadar topluma sunmaya başladık, kimimiz bu değişimi yaşarken oldukça stresli ve temkinliydi, kimimizse pek de umursamadı aslında. Bir zamanlar sadece ünlülere tabi olan bir durumdu özel hayatını başkalarına açmak; isteseler de, istemeseler de. Şimdilerde ise kendi rızamızla koyduğumuz aile sofraları, çocukluk fotoğrafları, anılar ve daha niceleri metalaştırılarak kamuya bir nevi mal ediliyor. İnanır mısınız bilmiyoruz ama Elisabetta Costa’nın Güneydoğu Türkiye’de Sosyal Medya adlı kitabı, Güneydoğu Türkiye’deki insanların neden sosyal medyada paylaşımda bulunduğunu açıklıyor. Kitapta sosyal medyada paylaşım yapmanın farklı yönleri ve motivasyonları vurgulanırken görsel unsurlara da yer verilmiş. Costa’nın da belirttiği gibi, özel hayatın içinden görüşmeler, samimi anların paylaşılmasıyla yakınlığı kanıtlarken, mahremiyeti önemseyenler ise daha resmi poz veriyorlarmış. Fakat sosyal medyada değişenler sadece pozlarımız olmuyor, kime dikkatimizin kaydığı da bir hayli değişiyor.
Medyada haber ve söylemlerin dolaşımında imgeler oldukça önemli bir rol oynuyor. Habere değil de görsele, videoya bakıyoruz önce. Gözümüzü ne doyuracaksa ona gibi hatta. Söylemi kısa yoldan ifade etme gücü çok daha demokratik bir biçimde tüm bireylere yayılıyor. Bu güce sahip olan herkes toplumsal dönüşümün bir parçası olma potansiyelini de beraberinde taşıyor. Belki de biraz da bundan istiyoruzdur paylaşmayı; bir şeyin parçası olmak ve etki yaratmak sandığımızdan daha kuvvetli bir arzu olabilir. Fakat “anı yaşamak” kelimesinin etrafını sis gibi kaplayan bu hayatımızın önemli anlarını internete yükleme eğilimi kimisine göre eğlenceyi kaçırmaya sebep olurken kimisine göreyse eğlencenin birincil koşulu. Yine de bu paylaşım silsilesinin pek çoğu şöhret basamaklarını asansörle çıkmamıza yardımcı olamıyor.
Öte yandan bu paylaşımların yani fotoğrafların ve anıların dönüşümüyle bu özel metaların mülkiyeti artık ortak bir anlama sahip oluyor. Bizim kontrolümüzden tamamen çıkıp artık “herkesin” oluyor. Meme’ler, remiksler ve editler yoluyla yeniden anlam yaratma yolunda hep birlikte harekete geçiyoruz bir anda. TikTok bunun çok önemli bir örneğiyken gece yatarken çalışılan saatlerin intikamını alırcasına video izleyenler de tüm bu edit sürecinin bir parçası. Görünmeyen artık kolayca görülebilirken, sosyal medyanın ifşa edici doğası, daha azınlık grupları ortaya çıkarıyor elbette. Kimi zaman hak arayışlarına konu olurken geçmişte konuşamadıklarımız için alanlar açıverebiliyoruz. Gerek #MeToo hareketi gerekse de Hollywood’da yaşanan skandalların ortaya çıkışı olsun, artık biraz daha yakınız sesimizi duyurmaya, çünkü sesimizi de kamulaştırmak işte bu kadar kolay. Bunu yaparken çokça da yol izlenebilir, tabii ki doğal olarak.
@shabazsays #duet with @Tieu Lan 非二般 very angry cooking 😂 #puttaykam #funny #fyp #foryou #foryoupage #react #reaction #cooking #food #foodie #comedy #reactions #commentary #foodlover
O ilk ham görüntünün anlamı bir şekilde geliştirebilir, artırabilir ve hatta abartabilir. Görüntüler, özellikle de fotoğraflar, doğal bir tartışma başlatıcı bu sebeple. İran’a karşı yapılan bu 60’lar nostaljisi de bu ilgi çekiminden doğuyor işte. Başta sadece bir kişi tarafından paylaşılan Hazar Denizi’nde mayolu bir kadın fotoğrafı, tüm dünyada özellikle de batıda büyük bir şok etkisi yaratıyor tabii ki.
Neredeyse “Ne, İran’da mayo mu vardı?” gibi sorular soracak topluluklar birleşirken tüm önyargılar ve genellemelerle birlikte tek bir fotoğrafla tüm ülkenin ve halkın hikayesi yeniden yazılıyor. Bu dalgayla büyüyen nostalji tufanı bloglar tarafından yayılıp buna benzer aile albümleri paylaşılmaya başlanıyor.
Fotoğraflar tabii ki de burada bir kanıt görevi görürken bir yandan da bu fotoğrafların İran’ın belirli bir kesiminden çıktığı da unutuluveriyor. Dolayısıyla, Amy Malek’in bu makalesinde dayandığı gibi, imajın popüler olan “Hazar kızı” imajına ilişkin savı, diasporanın nostaljisini temsil ediyor sadece ve kamusal diplomasi, propaganda için bir araç olarak kullanılmaya başlıyor. Bu gönderiler burada bitmiyor tabii ki, virallik öyle bir şey ya işte, hemen medyaya yayılıyor bu eski fotoğrafların etkisi. Bir zamanlar aile albümlerinde uyuyan bu fotoğraflar batı medyası tarafından kullanılıyor ve geçmişteki yıllar sadece orta sınıf İranlıların gözünden görülmeye başlıyor. Clickbait diye adlandırabileceğimiz bu durumla birlikte haber sayfaları “Büyüleyici fotoğraflar İran’da devrim öncesi hayatı gözler önüne seriyor” gibi başlıklar atarak oryantal bir bakış açısıyla geçmiş ile gelecek karşılaştırması yapıyor. Fotoğrafın odaklandığı yer, zaman, arkasındaki hikaye, kimi ne kadar temsil ettiği bilinmez halde bu arşivler ortaya çıkartılarak batı ve doğu arasında yeniden bir çizgi çekiliveriyor. Böylece bu aile fotoğrafları, bunları paylaşan aile üyelerinin ötesinde tüm İran halkına mal edilirken doğu ve batı arasındaki kıskacın arasında kalıveriyor.
Yani, bir paylaşımın kamusallaşmasıyla birlikte gelişen meme’leştirme süreci, görsellerin farklı durumlarda fayda veya zarar verebilecek bir güce sahip olmasına neden oluyor. Örneğin, Myspace’te paylaşılan bir çizgi romandan çıkan Pepe the Frog, çizerinin hayatının bir nevi yansımasıydı. Çizgi romanın karakteri Pepe’nin bir meme olarak büyümesini destekleyen birçok farklı olayın ardından çizeri Matt Furie ne kadar kurbağa dostunu geri almak için onun cenazesini bile çizmiş olsa da Pepe’yi şiddetle benimseyen bu beyaz üstünlükçü topluluğun ellerinden kurtaramamıştı. Tabii ki bu dönüşümü kötülediğimizden anlatmıyoruz bunları, sonuçta paylaşımı o kişinin rızasıyla yapılmışsa, platformdan da haberdarsa, gerisine kim karışabilir ki? Postmodern hayatın postmodern çözümleri işte bunlar. Her anımız sentez ve harmanla dönüşüyor, karışıyor denkleşiyor bazen de. İyisiyle kötüsüyle biz yine aynı gemideyiz.