
”Tatlı rüyalar”: Fransız elektronik müziğin hülyalı ikilisi Isaac Delusion ile bir röportajda buluştuk
Fransız elektronik müzik sahnesinin üzerimizdeki emeği büyük. 90’larla birlikte yükselişe geçen bu şanson diyarının elektronik dehaları, günümüzde de üretkenliğini ful fors devam ettiriyor. 2012’de yola çıkan Isaac Delusion, bu türün en naif ve en pozitif hislerine imza atan grubu. Popun hafif sesleri eşliğinde, kimi zaman melankolikleşse de enerjisiden hiçbir zaman ödün vermiyor.
16 Kasım akşamı Zorlu PSM’de düzenlenen MIX Festival kapsamında konserlerine birkaç gün kala yepyeni albümleriyle çıkageldi Isaac Delusion: Uplifters. Diskografilerindeki bu üçüncü albüm, yine kendilerinden alışık olduğumuz hislerle dolu. Adının da hakkını veriyor: Sizi olduğunuz yerden çekip çıkarıp tozpembe bir hayal alemine götüreye muktedir bu albüm. (Neşeniz daim olsun gençler…)
Konser öncesi grubun çekirdek üyeleri Loïc Fleury ve Jules Pacotte ile bir röportaj için telefonla Türkiye’den Fransa’ya bağlandık; yeni albümlerinden Erkin Koray’a uzanan bir muhabbete koyulduk.
En baştan başlayalım…
Selam nasılsınız?
Loïc & Jules: Harikayız! Ya sen?
Ben de öyle. Neredesiniz şu anda? Fransa’da mı?
Jules: Evet, cuma geliyoruz İstanbul’a.
Süper, o zaman konsere kadar gezecek vaktiniz olacak biraz.
Jules: Aslında Salı’ya kadar oradayız. İlk kez geleceğimiz için biraz uzattık seyahatimizi.
Oo sevindim, hava çok güzel şu ara, bayağı keyfini çıkaracaksınız.
Tamam, lafı uzatmadan sorulara geçiyorum.
Üçüncü albümünüz ‘Uplifters’ çok yeni; birkaç gün önce, 8 Kasım’da yayınladınız. İlk dinleyişte bayıldım.
Biraz albümün kayıt sürecinden bahsedebilir misiniz?
Loïc: Dediğin gibi bu bizim üçüncü albümümüz. İlk iki albümle birlikte iyice deneyim sahibi olmuştuk, üçüncü için stüdyoya girdiğimizde. Şarkıları yazarken ve kaydederken çok eğlendik. Bizim için önemli olan, dinlemeyi seveceğimiz türde albümler kaydetmek… Artık albüm nasıl olacak diye endişelenip kafa yormaktansa, tamamen içgüdülerimize güvenerek kayda geçiyoruz. Aksi takdirde zaman kaybederiz. Bu albümü de oldukça hızlı ve kısa sürede kaydettik; şarkıları hazır ettikten sonra stüdyoda sadece bir ay geçirdik. Yüzümüzde bir gülümseme, tamamen rahat hisler içerisinde kaydettik albümü. Kolay bir süreçti diyebilirim o yüzden.
Müziğiniz her zaman enerji dolu. Melankolik olduğu anlarda bile… Uplifters da öyle. Hem tam da adını verecek şekilde, pozitif hislerle dolu. Merak ediyoruz tabii: Nedir bu enerjinin kaynağı. Birkaç tüyo bizim de işimize yarayabilir 🙂
Jules: Loïc ile birlikte müzik yapmaya başladığımız ilk yıllarda kayıtlarımızı evde odamızda yapardık. O hülyalı ve chill haller biraz o günlere dayanıyor diyebilirim. Konser vermeye ve turneye çıkmaya başlamamızla birlikte insanları çaldığımız parçalarla dans ettirmek istediğimize karar verdik ve içimizdeki enerjiyi sahneye de taşımaya başladık. Bu zamanla müziğimize de yansıdı tabii ki. Şarkılar daha da enerjik bir hal aldı.
Artık, turneler hayatımızın, müziğimizin büyük bir parçası haline geldi. Çok doğal geliyor bize sahnede olmak. Bu sahnedeki enerjik halimizi merak ediyorsanız eğer, bilin ki bu doğal ruh halinden kaynaklanıyor.
Geçtiğimiz yıl uzun bir turneye çıktınız. Fransa’dan Tunus’a, oradan da Kanada’ya uzanan. Sonra bir de yeni bir albümle çıkageldiniz. Bu kadar yoğun bir tempoda yeni şarkı yazmak, albüm kaydetmek zor olmuyor mu? Nasıl bir çalışma planınız var?
Loïc: Bizim için turnedeyken yeni şarkılar üzerinde çalışmak çok daha kolay oluyor. Bir sürü boş zamanımız oluyor çünkü. Düşünmeye bol bol vakit bulabiliyoruz. Hem enstürmanlara ve teknolojiye de ulaşımımız kolay oluyor turnedeyken. Laptop’ımız zaten her zaman yanımızda. Birkaç alet üzerinden hızlıca şarkılarımızı hazırlayabiliyoruz. Otobüste giderken veya uçaktayken bile!
Bir taraftan turne şarkı yazmak için en iyi zaman bizim açımızdan. Evdeyken fırsat bulmak bazen zor olabiliyor çünkü; yemeği hazırlamak ya da eşimizle çocuğumuzla ilgilenmek gibi sorumluluklarımızdan uzakta oluyoruz çünkü. Turnedeyken ayrıca herkes bize bebek gibi davranıyor, bizimle ilgileniyor, bir isteğimiz diye soruyor. Üretmek için en ideal ortam.
Her şarkınızın kendine has bir yapısı var. İnce ince işlenmiş… Peki bu kadar iyi prodüksiyonları sahneye, canlı performanslarınıza nasıl uyarlıyorsunuz?
Jules: Her şarkının üzerinde tek tek oynuyoruz ve bu gerçekten, bir yerden sonra çok sevdiğimiz bir oyuna dönüştü: Her şarkıyı tekrar tekrar yazmak, formüle etmek, baştan yaratmak. Albüm için kayda geçmeden önce, final haline getirene kadar her şarkının üzerinden uzunca vakit geçiriyoruz. Sonra stüdyoda birkaç prova yapıp kayda geçiyoruz. Bu süreç, şarkıların canlı versiyonlarını kurgulamamızda da yardımcı oluyor.
Albümden önce üç yeni parça yayınlamıştınız: pas l’habitude, magicalove and fancy… Hepsi de harika videolarla geldi. Videoların yapım aşaması nasıl ilerliyor sizin tarafta?
Jules: Kliplerimiz için önce şarkıları sevdiğimiz yönetmenlere yollayarak işe başlıyoruz. Şarkıyı bizim için yorumlamalarını istiyoruz, görseller eşliğinde. Bizi en çok şaşırtan fikirle ilerliyoruz sonrasında. Yönetmenle görüşmeler yapıyoruz, hatta senaryo aşamasında bazen biz de dahil oluyoruz.
Aslında bu açıdan süreçlerimiz fazla net değil. Genel olarak böyle ilerlesek de işler değişebiliyor. Mesela bu bahsettiğiniz üç parçanın videolarını hazırlanırken tatildeydik. Çekim ve kurgu sırasında orada değildik yani. Her şeyi yönetmenlere teslim ettik. Ortaya çıkan sonuçlar da çok mutlu etti bizi. Doğru karar verdiğimizi gösterdi.
İlk albümden bu yana neler değişti peki? Sizce Uplifters’ı önceki kayıtlardan ayıran nedir?
Loïc: Her albüm farklı bir macera. Her seferinde sıfırdan başlayıp bir şeyler yaratıyoruz. Sınırlarımızı zorlamayı da seviyoruz. O yüzden nelerin ortaya çıkacağını önden biz de kestiremiyoruz.
Uplifters, ikinci albümden; ikinci albüm de birinciden çok farklı… Konfor alanımızda takılı kalmayı sevmiyoruz. Bilmediğimiz alanları keşfetmek, yeniliklerin peşine düşmek ve dinleyiciyi şaşırtmak bizim müzik anlayışımızı da şekillendiriyor. Bu albümün öncekilerden farklı olma sebebi de bu.
Jules: Biz albüm sürecini bir yolculuk olarak görüyoruz. Her albüm bir varış noktası.
Sizden Fransızca şarkı duymaya pek alışık değiliz. Hatta Rust & Gold’daki Cajun’a kadar hiç duymamıştık da… Sonra Eddy Mitchell cover’ı Couleur menthe à l’eau ve pas l’habitude geldi. Sizi İngilizce ağırlıklı yazmaya yönlendiren nedir? Ne zaman İngilizce veya ne zaman Fransızca yazacağınıza nasıl karar veriyorsunuz?
Loïc: Olabilecek en içten şekilde zihnimizdekileri dile getirebilmek adına müzik yapmaya başladık ikimiz de. Ben de, Jules de ağırlıklı olarak İngilizce yazılmış müzikleri dinliyoruz ve bu da kendimizi ifade şeklimizi belirledi sanırım çünkü ilk şarkılarımızı yazmaya başladığımızda fark ettik ki doğal bir şekilde İngilizceye doğru yöneldik.
Bir taraftan da ana dilimiz Fransızca. İngilizce bizim için ‘‘yabancı dil’’. Fransızca yazmaya yönelmemiz de bu yüzden. Hem böylece Fransa’dan dinleyicilerle de daha iyi bir bağ kurabiliyoruz. İngilizce şarkılarla bu kadar sıkı bir bağ kurmak mümkün olamıyor bazen.
Bu arada, iki dilin de şarkı yazma yöntemleri çok farklı. Kimi zaman İngilizceden Fransızcaya geçiş yaparken hiç bilmediğimiz zorluklarla karşılaşabiliyoruz. Ki bu bizim için elbette çok heyecan verici oluyor.
Umarım daha fazla Fransızca şarkı yazarsınız. Kulağa o kadar hoş geliyor ki sizin müziğinizle birleşince!
Loïc: Teşekkürler, tamam aklımızda tutacağız bunu!
Bu İstanbul’daki ilk konseriniz olacak. Buraların müziğine aşina mısınız?
Jules: Ben aslında büyük bir Erkin Koray hayranıyım.
Öyle mi? Bilmiyordum!
Jules: Müziğini çok seviyorum. Orada bir klasik değil mi, Erkin Koray?
Elbette! Efsanedir hatta.
Jules: Asıl olarak 70’li yıllarda müzik yapıyordu diye biliyorum…
Evet, en büyük patlama yaptığı yıllar ama hâlâ çok biliniyor ve dinleniyor o dönemki şarkıları.
Jules: Çok avangard bir adam gerçekten.
O dönemi seviyorsanız, Türkiye’ye geldiğinizde birkaç plakçı dükkanı önerebiliriz size, özellikle o dönemlerde yükselişe geçmiş harika kayıtlar var. Özellikle de psikedelik alanlara kayan…
Loïc & Jules: Harika, kaçırmayız bunu.
(Fotoğraf: René Habermacher)