
Tempodan beslenen bir sanatçı: Tuğrul Tülek
Tuğrul Tülek, yıllardır hem sahnede hem ekranda yüzüne alıştığımız bir oyuncu. Ama sadece bir oyuncu dersek, onu eksik anlatmış oluruz. Oyunculuğun yanında yönetmen, çevirmen ve müzisyen. Tüm bunları yaptığına, üstelik hiç düşmeyen bir tempoda hepsine vakit ayırabildiğine tanık olunca merakımız iyice artıyor, anlatacağı her şeye kulak kesiliyoruz.
Bu sezon Hedda Gabler ve Aşk Geçmişim sahnede, birinde oyuncu diğerinde yönetmensin. İki oyunu da ayrıca konuşalım ama sen her sezon ya oynuyorsun ya yönetiyorsun ya da çeviriyorsun; gündeminde hep sahne var. Özellikle tiyatroda olmak, tercih ettiğin bir eğilim mi?
Evet, tabii ki bu öncelikle projeye ve birlikte yola çıkacağınız arkadaşlara göre değişiyor. Daha doğrusu, okul bittikten hemen sonra ben DOT’la çalışmaya başladım ve orası benim için çok iyi bir çalışma alanıydı, o yüzden de hangi oyunmuş hangi rolmüş bakmadık, sürekli çalışma hali bana çok iyi geldi. Artık şimdi şimdi daha istediğim oyunları yapma şansım da olduğu için, elbette ki artık daha çok seçiyorum. Ama genel olarak tiyatro benim yumuşak karnım, yazılan roller, çalışma süreci beni daha çok heyecanlandırıyor.

Aşk Geçmişim’i yönettin, oyun nasıl gidiyor? 3 oyuncu, onlarca karakter, sürekli hareket halinde bir dekor… Sürekli uyanık tutuyor seyirciyi, elinize sağlık. Nasıl gelişti süreç senin için?
İyi gidiyor, 15 Ekim’de başladık. Çok seviyorum ben oyunu. Ocak’ta Avrupa turnesi başlıyor, oyunun yalnızca Türkiye’de değil Avrupa’da da oynanması zaten en başından beri tasarlanıyordu. Tatlı Ekşi Tiyatro’nun ilk prodüksiyonu bu oyun. Bir fikir alışverişinde bulunmak için konuştuk, sonrasında ben onlara bazı oyunlar gönderdim ve bu alternatifler içinden onların hedefine uygun olan da Aşk Geçmişim’di, ki benim yıllardan beri yapmak istediğim bir oyundu. Yollarımız kesişince de güzel oldu.
Hedda Gabler de sürüyor bir yandan, orada da sahnedesin. O tarafta durumlar nasıl?
Hedda Gabler, okulda okuduğumuz kült metinlerden biridir ve kafamızda hep öyle kodlanmıştı: Oynaması, anlaması, anlatması çok zor bir metin. Çünkü günümüz seyircisinin algı anlayışına uygun çok az şey oluyor sahne üstünde; hemen hemen hiç aksiyon yok, büyük çatışmalar var ama bu çatışmaların hepsi içte ve derinde oluyor. Fakat Mehmet Birkiye öyle bir sahneye koydu ki, gerçekten çok şanslı hissediyorum. Herkesin kafasındaki Hedda Gabler’in ağır olgusunu, çok hareketli ve dinamik bir rejiyle müthiş bir şekilde kırdı.

Yönetmenlik demişken, şunu merak ediyorum: Oyunculukla yönetmenlik arasındaki bu geçişler sürdükçe, biri diğerini besliyor mu?
Kesinlikle besliyor. Şöyle ki, ben çok uzun yıllar aynı yönetmenlerle çalıştım ve son dört-beş yıldır farklı yönetmenlerle çalışmaya başlıyorum. Bu tabii ki beni eğitiyor her seferinde. Bu yıl ilk kez bambaşka bir ekolle çalıştım; Mehmet Birkiye’nin çalışma biçimine, oyunu ele alış şekline, oyuncuyla kurduğu ilişkiye hayranlık besledim. Açıkça söylemek gerekirse oradan aldıklarım, paralel devam eden Aşk Geçmişim provalarında bana yardımcı oldu. Yeterince açıksanız, her tecrübe başka bir şey öğretiyor.
Oyunculuğa geri dönmeden önce, YaDA nasıl gidiyor? O tarafta çalışmalar nasıl; söz ve müzik sana ait, yeni parçalar, yeni podcast’ler geliyor mu?
Gayet iyi gidiyor, yakın zamanda yeni klibimizi çektik, Durgun Sular diye bir şarkı. Biz şimdiye kadar stüdyo konserleri yaptık, yakın çevremiz bizim müziğimizi tanısınlar diye çalıştık. Konserler devam ediyor ve benim hep hayalim tiny desk konserleri yapmak. Yani 35-40 kişilik gruplar için, tuhaf mekanlarda: Kütüphanede, antikacı dükkanında, çarşının içinde konserler… Aralık’ta ilkini Bursa’da yapacağız, bir müzik dükkanında plakların arasında gerçekleştireceğiz. Ocak’ta da 12 parçalık bir albüm çıkacak; söz ve müziği bana ait, düzenlemeler Özgehan Özturan’ın. Akyut Akdere ve Can Şıkyıldız zaten ekipte ve şimdi Gizem Erdem’in de eklendi; kafalarımızın uyduğu arkadaşlarımızı topluyoruz gruba.
Söz yazarlığı demişken, sahneye ya da ekrana da yazmayı düşündün mü hiç ya da yazıyor musun bir şeyler?
Aslında yazıyorum, yıllardır yazdığım bir film senaryosu var, ara ara gündeme getiriyoruz ama çok hızlıca ilerleyen işler değil bunlar. Onun dışında dijital platformlar için yazdığım bir proje vardı. Yani işin yazma tarafı hep devam ediyor ama gerçeğe dönüşmesi çok hızlı ilerleyen bir süreç değil, yazmaya devam ediyorum. Her şeyin zamanı mutlaka geliyor.
Oyunculuğa dair ilk anıların neler? Çünkü üniversite eğitimine bakınca önce İngilizce öğretmenliği, sonrasında konservatuar geliyor. Bir kırılma anı yaşanmış gibi o yıllarda…
Ben konservatuara hazırlanıyordum, 1976 doğumluyum ben ve başka kaygılarla büyüdük. Ailelerimiz bizi hep güvenli ve garanti işlerde görmek istediler, dolayısıyla tiyatrocu olmak, onların pek tercih ettiği bir şey değildi. Ben de “İngilizce öğretmenliği okuyayım bari” diyerek bölüme girdim, okulda bir tiyatro grubuna katıldım ve muazzam bir dört yıl geçirdim. Sürekli ürettik, oyunlar oynadık, gezdik ve iyi bir ekiptik. Ancak okul bittikten sonra işin farkına vardım, gözümün önüne 25 yıl sonra nerede olabileceğim geldi, İngilizce öğretmenliği yapmak istemediğimi anladım. Sonra kendi kendine evrildi ve Bursa’da oyunculuğa başladım. Üç yılın ardından yeniden okula girdim.
Bugüne kadar yer aldığın tüm projeleri düşününce, tüm bu hikayelerdeki karakterlerden sende kalan en kalıcı izler nelerdi?
Çok fazla var, genelde herkes İki Kişilik Yaz’ı söyleyeceğimi düşünüyor ama o oyunu çok oynadığımız ve o role çok doyduğum için, daha çok özlediğim roller var. Örneğin DOT’ta oynadığımız Makas Oyunları, kısa oyunlar var. Orada Hassas diye tek kişilik bir oyun vardı, onu çok özlüyorum. Oyunlar her ay değişiyordu, onu tekrar oynamak isterim. Yönettiğim oyunlardan da Öksüzler’i bir gün yeniden yönetmek, onunla yeniden uğraşmak isterim.
Oyunculuk ve yönetmenlik yaptıkça, kendin hakkında bilmediğin ya da o zamana fark etmediğin bir şey öğrendin mi?
Tabii, çok fazla. Duygularımı ve durumları daha doğru tarif etmeyi öğrendiğimi düşünüyorum. Siz mücadelenizi sürdürdüğünüz, çalıştığınız ve evrildiğiniz sürece işlerin istediğiniz gibi olacağını gördüm. Beni dönüştürdü ve değiştirdi, eskiden çok daha öfkeli, her şeyi kafaya takan bir insandım. Yönetmenlik sadece oyunu yönetmek değil de ekibi yönetmek demek, herkesi bir ekip haline dönüştürebilmek demek. Dolayısıyla bunların hepsi daha sabırlı, daha çözümcü bir insan olmamı sağladı.
Peki tiyatro dışında bir yönetmenlik planı var mı yakında?
Biz yıllar önce yönetmen arkadaşım Murat Şenöy’le bir kısa film çekmiştik, yeniden yönetmenlik yapmak istiyorum yani aslında. Hatta bahsettiğim uzun metrajı biriyle ortak yönetmek istiyorum. Yavaş yavaş kliplerle başlayacağım galiba, benim için iyi olacaktır böylesi.
Yakın gelecekte ilk atmak istediğin adım ne? Neyi tamamlamak ya da neye başlamak istersin?
Ben çocuk tiyatrosu kökenliyim aslında, Bursa’da bahsettiğim tiyatro bir çocuk tiyatrosuydu ve çok şanslıydım o ekiple çalıştığım için çünkü her yıl uluslarası bir festival düzenleniyor Bursa’da; Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali adında. Dünyanın dört bir yanından çok iyi örnekler geliyor. Kafamızda çocuk tiyatrosu dendiğinde bir algı vardır ya, peluş giymiş oyuncuların didaktik tavırlarla 15-20 dakikalık oyunlar yaptığı bir şey olarak görüyoruz. Ama durumun hiç de böyle olmadığını gördüm o zaman, ve ne kadar yanlış yapıldığını da gördüm. O yüzden çocuk ve gençlik tiyatrosuna dair bir çalışma yapmak istiyorum. Çocuklara daha doğru bir yerden ulaşabilirsek, onlar da daha bilinçli seyircilere dönüşecekler, tiyatro kültürünü anlayacaklar. Onlara kendilerini daha iyi hissettirecek, hikaye anlatıcılığının ön plana çıktığı ve dünya standartlarında işler yapmak istiyorum. Hatta önümüzdeki yıl için konuşuyoruz şu aralar böyle bir oyunla ilgili. Bu olabilir. Evet, yarım kalan senaryoları tamamlamak istiyorum ama bir andan birçok şeye odaklandığınızda hepsini layıkıyla gerçekleştirmek pek kolay olmuyor. Bu günlerde YaDa benim için ön planda, heyecanlıyım o tarafla ilgili. Diğer yandan DasDas’da bir müzikale başlıyorum, adı Mucize. Ümit Aydoğdu yönetiyor, çok kalabalık bir ekibiz… Bir de şu geliyor aklıma, nasıl biz zamanında birilerini örnek aldıysak, bir süre sonra bizler de farkında olmadan öyle insanlara dönüşüyoruz. Mucize’de çok genç bir ekiple çalışıyorum, ben sadece işimi yapıyorum ve farkında olmağım bu durum, beni çok mutlu ediyor. O gençleri gördükçe işimi daha da ciddiye alıyorum.