Tertemiz bir delirme hikayesi: Merve Kült

Güldürürken feci şekilde düşündüren bir kitap…

Günümüz şartlarında aslında kıskanabileceğiniz birisi Merve Kültür. Başına gelen talihsiz olaylar ve duygusal çöküntülerin dibinde debeleniyor olması bir yana, aklına geleni paldır küldür söyleyebilmesi, ağız dolusu küfür patlatabilmesi ve tertemiz delirmesiyle içimizin yağlarını eritiyor adeta. Rahatlıyoruz ve çokça da özeniyoruz kendisine… Yiğit Özgür’ün şu karikatürünü anımsatıyor hikayesiyle bize:

yiğit_özgür_ayfer_delirdin

2006 yılından bu yana reklam sektöründe çalışan ve 2013 yılında yayımlanan Kutsal İnek adlı ilk kitabıyla yollarımızın kesiştiği Ceylan Naz Baycan’ın yeni romanının baş karakteri Merve Kültür. Kitaba da kendi adını veriyor ama minik bir farkla: ”Merve Kült” olarak.

Geçtiğimiz haftalarda raflardaki yerini alan Merve Kült (”Bir çöküş ve diriliş öyküsü” olarak da tanımlamak mümkün) uzun zamandır zihnimizin bir köşesinde çınlayan ve sistemin çöktüğüne dair bizi uyarmaya çalışan sinyallerin sesini sonuna kadar açıyor ve karakteriyle birlikte bizi de bazı gerçeklerle yüzleştiriyor: Hayatı boyunca hep mükemmel bir hayat sürmek için çalışıp çabalamış, büyük bir şriketin PR bölümünde zirvelere yükselmiştir Merve Kültür. Şeklen kusursuz bir hayat sürer gibidir. Ta ki sistemin çöktüğüne dair bizim de duymaya başladığımız sinyaller, onu iyice paralize edene kadar… Ceylan Naz Baycan’ın esprili anlatımıyla çoğu zaman bizi düşündürürken feci şekilde güldüren kitabı Merve Kült ile pek çok yerde empati kurabildik, Merve’nin acısını yüreğimizde hissettik.

Çok sorumuz birikmişti; Ceylan Naz Baycan hepsini cevapladı. -Hayır, Merve Kült o değil(miş).-

Ceylan_Naz_Bagcan

Büyüklerimizin bizi hazırladığı geleceğin aslında idealde kaldığını, gerçekten uzak olduğunu anlamamızla birlikte pek çoklarımızın sisteme reset atması gerekti. Sence büyü ilk ne zaman bozuldu? Sen kendi tarafında sistemle ilk çarpışmanı ne zaman, nasıl yaşadın?

Küçüklüğümden beri insanların kırılganlıklarını, yaralarını kısa süre içerisinde her bir yanımda hissedebiliyorum. Bu yüzden sistemin beni ilk çarpma anı çocukluğumda etrafımda gördüğüm mutsuz insanlar ve sürdürdükleri umutsuz hayatlar diyebilirim. Zorla sürdürülen evlilikler, sevmeden yapılan işler, anlamsız arkadaşlıklar… Sırf toplum baskısı, düzenin devamı, öyle olması gerektiğine inandıkları için insanların hayatlarını harcamalarını kabul edemiyorum.

Peki Merve Kültür’le yolların nerede kesişti? Senin hayatını veya etrafındakilerini ne kadar yansıtıyor? Başına gelen absürt olaylar olmasa, şimdi adını söylemek istemediğim bir arkadaşım kadar tanıdık geliyor bana… 🙂 Karakterin ortaya çıkış sürecini anlatabilir misin?

Herkes bana Merve Kültür sen misin diye soruyor… Ben de hayır HENÜZ DEĞİLİM diyorum Henüz değilim ama bazen onun gibi tepkiler vermek geliyor içimden. İnandığımız, öğrendiğimiz değerlerle yaşadıklarımız arasında uçurum var. İş hayatında bazen gerçekten çok zorlanıyorum. Yaratmak, üretmek yerine enerjimizi kişisel problemlere, yüzeysel saçmalıklara harcıyoruz. Bunlar benim ruhumu daraltıyor. Bir dergide dünyada 300 milyon depresyon hastası olduğunu okumam ve aynı yıl içerisinde 3 farklı arkadaşımı ‘kalp krizi geçiriyorum’ dedikleri için hastaneye yetiştirmem ve fiziksel hiçbir problemleri olmadığını panik atak olduklarını öğrenmem Merve Kültür’ün karakterini şekillendirdi.

Üzücü ama bazı absürt olaylar, Türkiye standartları içerisinde bazen sıradan kalabiliyor. Mesela eli sopalı bir taksi şoförü tarafından kovalanmak o kadar da sürreal değil. Sence bu şehrin dinamiklerinde akıl sağlığımızı korumayı nasıl başarıyoruz? Ya da başarabiliyor muyuz? Senin hayatta kalma formüllerin nedir?

Açıkçası insanlar bana ne kadar absürt olaylar var dediğinde şaşırıyorum Kitaptakilerin çoğu ve daha fazlası yaşanıyor. Ama tabi aynı kişinin başına gelmesi biraz abartı olabilir. Akıl sağlığımız öyle kendi kendisine korunmuyor ya da ben benimkini koruyamıyorum diyeyim! 

Benim bir numaralı hayatta kalma formülüm yazmak. Yazarken aynı zamanda sıkıntılarım üzerinde düşünüyor ve onlara çare de bulabiliyorum. Bunun dışında psikoloji ve sosyoloji üzerine okuyarak yaşadıklarımı anlamlandırabilmek de beni çok çok rahatlatıyor. Başta tüm klasikler olmak üzere, Engin Geçtan, Paulo Coelho ( son 3 kitabı hariç), Mine Özgüzel gibi insanların kitaplarını okuyunca ruhum hafifliyor diyebilirim. Zeynep Aksoy’un Youtube’daki Reset Kanalı da benim için derin nefes alma alanı… Onun araştırmacı kişiliğine ve bilgi paylaşmadaki cömertliğine hayranım. Onun sayesinde günde 15-20 dakika meditasyon yapmaya başladım. Kısacası ruhuma iyi gelecek insanları ve sanat eserlerini kucaklayarak hayatta kalmaya çabalıyorum!

O çok korkarak beklediğimiz İstanbul depremi, Merve Kültür’ün hikayesini de vuruyor. O noktada onu daha da sarsmaya nasıl karar verdin? Aslında yaşadığı çoğu kötü şey kendi kafasında yarattığı sorunlardan kaynaklanmış olsa da başına gelen en sahici felaket buydu…

Her ne kadar hayatımızda değişiklik yapmamız gerektiğini içten içe çok iyi bilsek de gerçekten o adımı atmakta çok zorlanabiliyoruz bazense hiç atmıyoruz. Ama her şeyini kaybetmekle karşı karşıya kaldığında senin için gerçekten önemli olanlar bir bir zihninde beliriveriyor. İzmirli olduğum için birçok deprem anı yaşadım. O yerin ayağının altından kayıp gitmesi, hiçbir şeyi durduramayacağın hissi ve ölüp gideceğini düşünmek insana gerçekten ‘evet bundan sonra hayatımda değiştirebileceklerim var!’ dedirtiyor. Merve’nin de öyle bir sarsıntıya ihtiyacı vardı. Yoksa birçokları gibi ne istediğini bilmeden yaşayıp gidebilirdi…

‘‘Aşırı pozitif’’ insanlar beni de geriyor. Merve’den daha fazla tepkiler verebilirdim beni bir odaya kapattıktan sonra bir de üstüne alkışlasalardı. Aslında Merve, bu karşılaştığı insanlara biraz annesinden edindiği yargılarla yaklaşıyor. Sistemin dışında yaşayanlara karşı olan bu garip öfkemizin sebebi nedir? Haset olabilir mi diye düşünüyorum bazen…

Bu pozitiflik, her şeyi ve herkesi olduğu gibi kabul etme fikri bize doğduğumuzda beri verilen tüm aile içi ve okul eğitimlerine ters. Dolayısıyla ‘Ne yani benim bunca sene öğrendiklerim yanlış mı?’ diye esasında kendimize kızıyoruz bence. Biz hep ‘daha fazlası’, ‘daha iyisi’, ‘daha mükemmeli’ne kavuşmak için eğitildik. Hayatımızı bu inanışlara göre şekillendirdik ama bir bakıyoruz ki ruhumuza ters onlarca iş yapmışız, mutsuzluktan kırılıyoruz ve büyüdükçe öğreniyoruz ki mükemmel diye bir şey zaten hiç olmamış ve olmayacak! ‘Halbuki her şeyi de kitabına göre yapmıştık’ diye sinirleniyoruz. 

Bu arada sormadan olmaz: Merve’nin bir nevi inziva niyetine gittiği Kolektif gerçek bir yer mi? Varsa açık adresini rica edeceğiz 🙂

Hahahaha… Yakın arkadaşlarım ve hiç tanımadığım sevgili okurlar bana instagramdan ve mailimden ulaşıp Kolektif gerçek mi diye soruyorlar. Ne kadar da böyle bir yaşam şeklinde ihtiyacımız var değil mi? Kolektif gerçek değil ama ben ileride sistemin bu tarz küçük yaşam kolonilere evrileceğine inanıyorum. Umarım kitapta yazdığım bu yer birilerine ilham olur ve şehrin içinde kendimize gelebileceğimiz böyle alanlarımız olur.   

Biyografinde ‘‘hamilelik döneminde derdine derman olacak ve kendini eğlendirecek hiçbir kitap bulamadığın için’’ Kutsal İnek kitabını yazdığından bahsediliyor. Merve Kült romanı nasıl bir ihtiyaçla veya fikirle ortaya çıktı?

Ayrıca çalışma sürecinden de bahsedebilir misin? Her yazarın çalışma rutini farklı. Sen nasıl bir yöntem izliyorsun? Özellikle bu yoğun çalışma temposu, yaratıcılık sürecine nasıl etki ediyor?

Merve Kült benim kendi sıkıntılarıma çare bulmak için yazıldı Kesinlikle mevcut sistemden farklı bir yaşam şekli olmalı diye düşünüyorum.  Ama ben dağlara gidip yaşayamam, inzivaya çekilemem, sistemden sıkıldığım için yapmaya bayıldığım işimden ve çok sevdiğim İstanbul’dan ayrılamam! Buna gerek olmadan hayatıma devam edebileceğimi kendime kanıtlamaya çalıştım sanırım

Aynı zamanda reklam, moda fotoğraf ve filmleri çeken bir şirketim var. Dolayısıyla bir yandan yoğun bir şekilde prodüktörlük yapıyorum. Haftada belli günler belirliyorum. O günleri sadece yazmaya ayırıyorum. Sabah 8.30’da başlayıp akşam 18:00’e kadar yazıyorum. Diğer günler aklıma kitapla ilgili şeyler gelirse sürekli yanımda taşıdığım not defterime notlar alıyorum. Bu arada izlediğim tüm film, dizileri ve okuduğum kitapları elde kağıt kalemle izliyor ve okuyorum. İçime dokunan bir şeyle karşı karşıya kaldığımda anında zihnimde onlarca hikaye beliriyor. Onları kendi uğraştığım kitaba entegre etmeye çalışıyorum.

Biraz daha geçmişe gidelim; yazmanın sana iyi geldiğini nasıl fark ettin? Seni yazarlığa doğru çeken ne oldu?

Yazmak benim için tam anlamıyla hamilelik döneminde başladı. Herkesin hamilelikle ilgili bahsettiklerinden çok farklıydı benim yaşadıklarım… Hamilelere çok özel gelen birçok an bana çok abartılı geliyordu. Açıkçası herkes gibi duygulanamıyordum sanırım. Bunları dile getirdiğimde insanlar bana uzaydan gelmişim gibi bakıyorlardı. O yüzden yazmaya karar vermiştim çünkü konuşamıyordum! Kutsal İnek 7 sene önce çıktı ve 7 senedir ‘İnanamıyorum aynı benim hislerim’ diye bana ulaşan o kadar çok insan oldu ki… Yazmanın, düşüncelerimi paylaşmanın sadece bana değil başkalarına da çok iyi geldiğini gördüm. Bu da bir kitap daha yazayım, haydi bu konuyu da yazayım motivasyonu oluşturdu içimde…

Son olarak: Sistemi gerçekten çökmek üzere olanlara ne tavsiye edersin?

Öncelikle herkesin sisteminin ara ara çöktüğünü bunun çok da büyütülecek bir şey olmadığını söylerdim. Yalnız değiller. Ancak mutlaka kendilerini tedavi etmeliler veya yardım almalılar… İyi bir terapist objektif bir bakış açısı için bence çok kıymetli. İnandıkları, sevdikleri bir terapist bulmalarını, varoluşlarını gerçekleştirmek için kendi özbenliklerine ulaşmalarının yollarını aramalarını önerirdim. Ruhumuz kendi varoluşunu gerçekleştirmeden rahat edemeyecek… Bunu da kendimiz dışında başka hiç kimse bizim için yapamaz. Bunu akıldan çıkarmamalarını önerirdim.