
Tolga Tekin: Sahnede, ekranda, perdede
Tolga Tekin’le muhabbet etmek, Kelebekler’i izlediğimiz günden beri aklımızda ve sonunda, sezonun en absürt ve çarpıcı oyunlarından Polisler’i izleyip onunla yollarımızı kesiştirdik; distopyalardan girdik tiyatronun değişiminden çıktık, arada bir de Al Pacino’yu selamladık.
Kapak Fotoğrafı: Fethi Karaduman
Polisler, Duru Tiyatro’da perde açtı. Dekoruyla kostümüyle metniyle biz çok etkilendik ve eğlendik, emeğinize sağlık. Oyuna dahil olma ve sahneleme süreci sizin için nasıl gelişti?
Çok teşekkür ederim. Yaklaşık yedi yıldır Devlet Tiyatroları’nda beraber çalıştığım yönetmen İlham Yazar geçen sene bu projeden bahsetti, üç yıldır Ankara Devlet Tiyatroları’nda oynadığımız ve kendisinin yönettiği Radyo-yu Hümayun oyunumuzdaki diğer iki partnerimin de bu projede olacağını ve benim en sevdiğim yazarlardan biri olan Mrozek’in ilk oyunu Polisler’i sahneye koyacağını söyleyince çok heyecanlandım. Daha önce onlarca özel tiyatro teklifini reddetmeme rağmen bu koşullarda kabul ettim. Yaklaşık iki aylık bir prova sürecimiz oldu, provalarımızı Duru Tiyatro’nun Moda’daki sahnesinde gerçekleştirdik.

Polisler 1958’de yazılmış ve bugün, 2019’da belki hiç olmadığı kadar gerçeğe yakın bir oyun. Geçenlerde distopik diziler ve oyunlar hakkında bir videoya denk geldik, orada şu soru soruluyordu: “2019 bile berbat haldeyken nasıl geleceğe dair distopya yazılır?” Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz?
Polisler, Mrozek’in yazdığı ilk oyun. Kendisi hayatı boyunca baskıdan, diktadan kaçmış, hatta içerde yatmış bir yazar. Söyledikleri dünyanın her yerinde ve her an gerçekleşen şeyler. Evrensel sorunları -kapitalizm, faşizm, küreselleşme vs.- absürt bir dille, inanılmaz bir dille yazmış. Distopyanın dibi. Geçmiş, bugün ya da gelecek; her zaman daha kötüsü olabilir.
Adana, Ankara, İstanbul… Farklı şehirlerde, farklı seyirci kitleleri karşısında sahneye çıktınız. Bu yıllar ve bu çeşitlilik bir oyuncu olarak size ne kattı?
Hepsi benim için ayrı özel ama Adana başka bir yerde. Mezun olduğumuz zaman önümde iki seçenek vardı: Ya Devlet Tiyatroları’nı seçecektim ki bizim zamanımızda kazanmak çok zordu ya da İstanbul’a gidip piyasaya bir şekilde girecektim. Ben DT’yi seçtim, bilmiyorum belki de babam ve annemin memur olmasından dolayı, belki de farklı bir şehirde bambaşka bir ekiple sahne macerasına girmekti niyetim. Üç bölge açılmıştı sınavda; Adana, Trabzon ve Diyarbakır. Ben Adana’yı kazandım ve hayatımın en güzel sekiz senesini yaşadım. Muhteşem bir ekip, muhteşem oyunlar; şehir bölge görevi için zaten çok eğlenceli, tecrübenin dibi diyelim. Sekiz sene sonra Ankara tayin oldum ve 23 yıldır DT’de emek vermekteyim.

Geriye dönüp bakınca, konservatuar yıllarınızdan beri hiç dinmeyen bir dizi, film ve tiyatro temponuz var. Bu tempo sizi yormaktan ziyade besliyor gibi. Projelere dahil olurken öncelikleriniz neler, nelere dikkat ediyorsunuz?
Gerçekten çok ama çok yorucu bir tempo, geçen sene DT oyunu ve başrolünde oynadığım diziyi bir şekilde götürmeye çalıştım. Hatta bir kere 18 saat içinde üç uçak yolculuğu yaptım ki bunu ne pilotlar ne hostesler yapar. Çok zorlandığımız anlar oluyor ama o sahnenin tozunu yutup oyunun sonunda aldığınız o coşkulu alkış yok mu… Her şeye değiyor. Diziye tiyatro ve sinema kadar kutsal ve naif bakamıyorum. Önce senaryonun beni ne kadar heyecanlandırdığı elbette çok önemli. İkincisi yapımcı ve yönetmenin kim olduğu, üçüncüsü ise çalışacağım partnerlerim.
Konservatuara başladığınız ilk zamanları ve o zamandan bugüne kadarki süreyi düşünün. En baştaki motivasyonunuz neydi, şimdi ne ve sizce bu zamanla değişiyor mu?
Ne büyük bir şanstır ki konservatuvar mezuniyet oyunlarımdan birisi yine Mrozek’in yazdığı Tango’ydu. İnanılmaz güzel eleştiriler almıştık, hatta ve hatta büyük istek üzerine tekrar oynatılmıştı. Ben çok şanslı bir öğrenciydim. Cüneyt Gökçer gibi bir duayenle çalıştım ve kendisinden çok şey öğrendim. Diğer hocalarım Asuman Korad, Çetin Tekindor, Lemi Bilgin, Levent Ülgen, Cem Emüler, Laçin Ceylan…. Rüya takımı desek yanlış olmaz. Ben hala mesleğime konservatuardaki Tolga gibi bakıyorum. Bir yandan hala öğrenmeye çalışan bir yandan usta-çırak ilişkisini hiçbir zaman aklından çıkarmayan bir yandan da böylesi iyi hocaların mirası olan disiplin ve meslek ahlakının devam ettiği ve edeceği bir hayat.
Al Pacino demiş ki “Geçmişe dair hiçbir pişmanlığım yok. Yapabileceğim tüm hataları yaptığımı hissediyorum: Yanlış filmi seçtim, bazı karakterlere giremedim… Ama tüm bunlar anılardan fazlası, hepsi bugün bizi oluşturan parçalar” diyor. Sizin şimdiye kadarki kariyerinizde, yaptığınıza pişman olmadığınız bir hatanız var mı?
Olmaz olur mu? Var tabii ki, yok diyenlerin samimiyetinden korkun. Hepimizin hayatımızda sadece mesleki değil her anında yanlış tercihleri olmuştur, yanlış projeler, yanlış yönetmenler, yanlış partnerler, yanlış birliktelikler, yanlış dostluklar… Hayat bir seçimden ibaret değil mi? Asıl önemli olan düştüğünüz bu yanlış seçimleri bir kenara itip, ders alıp tekrarlamamak. Bence yanlışlarımız, zayıf taraflarımız ve karanlık taraflarımızla daha barışık olup kabullenmeliyiz. Güçlü ve parlak taraflarımızı daha çabuk keşfetmemizi sağlar.

Bugüne kadar oynadığınız karakterler arasında sizce en çok hangisiyle yakın arkadaş olurdunuz?
Bilmem ki hangisini söyleyeyim ama galiba Adana yine ağır basacak. Tayin olduktan iki sene sonra Ppavelkiç’in yazdığı Soytarılar’ı sahneye koydu Yunus Emre Bozdoğan. Muhteşem bir metin. Çok mutlu, coşkulu, heyecanlı ve rahat hissetmiştim. Oyun yirmi yıldan fazla geçmesine rağmen hala her yerde konuşuluyor, bu da ayrı onurlandırıyor insanı…
Konuşmadan geçmeyelim; Kelebekler, bir sinema izleyicisi olarak bizde çok özel bir yere sahip. Film sizin için ne ifade ediyor?
Ne etmiyor ki? Söyleyecek çok şey var Kelebekler’le ilgili. Absürdün, kara komedinin, epiğin, dramın, aslında sohbetin başında bahsettiğiniz distopya ve ütopyanın bir arada olduğu çılgın ve çok saçma bir senaryo. Tolga Karaçelik’in daha önceki iki filmini de izleyip hayran olmuştum. Umarım bir gün birlikte çalışırız dedikten bir sene sonra çalıştık. Çok keyifli bir o kadar da zor bir süreç oldu benim için ama meyvelerini güzel topladık. Daha nicelerine…
Türkiye’de tiyatronun bir yükseliş dönemindeyiz; artık çok daha fazla tiyatro ve oyun var; çoğu oyuncu hem setlerde hem sahnede yer alıyor, prodüksiyonlar büyüyor. Siz bu değişimi nasıl görüyorsunuz?
Elbette şahane bir değişim. Tiyatronun var olması, büyümesi, yeni tiyatrolar açılması hepimiz için çok kıymetli. Muhteşem oyuncuların boş salonlara oynayarak direndiği günlerden popüler tiyatro günlerine geçtik. Buradaki önemli konu ortaya konan işlerin kalitesi. Kendinde o cesareti bulan herkes tiyatro yapsın. “Yapmayın” diyemem ama maalesef yaparken biraz daha nitelik ve nicelik dengesini de bulmak lazım.
Sırada neler var, yakın gelecek planlarınız neler?
Şu an da Polisler ve Ankara’da Radyo-yu Hümayun devam ediyor. Dizi ve sinema filmleri için senaryo okuduğum bir aşamadayım. Yakında daha önce Netflix’e çektiğimiz Ottoman Rising başlayacak. Şimdilik bu kadar ☺