
Unutulmaz filmlerin unutulmuş sonları
Düşününce, sevdiğim filmlerin çoğunu iyi sonları olduğu için seviyorum. Biri çıkıp bana Titanik’in tüm Oscar heykelciklerini riske edecek bir alternatif finali ya da Interstellar’ın yürekleri dağlayacak bir son fikri olduğunu söylese, inanmazdım. Ama hepsi gerçekmiş, bazı filmler neredeyse bildiğimizden farklı bitecekmiş.
Sen daha uyu Bay Lovett…
1997 yılı sinemanın en bereketli yıllarından biriydi. O yıl çekilen onca güzel filmi (L.A. Confidential, Good Will Hunting, The Fifth Element vb.), aldığı 11 Oscar’la sollayan Titanic’in yeri ise çok ayrı çünkü bize Leonardo DiCaprio’yla Kate Winslet’ı kazandırdı, çünkü gerçek bir hikayeydi, çünkü onu seneler boyu televizyonlarımızda, sonunda geminin batacağını bile bile keyifle izledik. Ama 1997’ye döndüğümüzde, James Cameron’ın bizim için başka -ve tatsız- planları vardı.
İzlediğimiz versiyonda Titanic battıktan sonra araştırma gemisine döndüğümüzü ve yaşlı Rose’un akıbetini hepimiz hatırlıyoruz. (Jack’in o tahta parçasına sığıp sığamayacağı apayrı bir tartışma konusu, ona girmiyorum bile) Yıllar yılı o, Jack’le buluşabilmek için uykusunda ölümü beklerken biz gözyaşları içinde ekranı izledik. Fakat bir başka versiyonda, Rose’u elinde mavi elmasla birlikte geminin kenarında, Brock Lovett (Bill Paxton) başta olmak üzere mürettebatı da onu durdurmak için koşarken izliyoruz. Beyazperdeye asla taşınmayan bu sahnede Rose, elması okyanusun derinliklerine bırakmadan hemen önce Lovett’a “Hazineyi yanlış yerde arıyorsunuz, yalnızca hayat paha biçilmezdir” diye hayat dersini veriyor. Yapıştırıyor cevabı. Rose, Lovett’a her ne kadar böyle fiyakalı bir şekilde her kuşun etinin yenmeyeceğini söylese de 11 Oscar’ı toplayan filmin böyle bitmemesi hepimizin şansına.
Anlaşılmazın daha anlaşılmazının daha da anlaşılmazı
Şahsen ben her Christopher Nolan filmine “Acaba bu kez nasıl bitecek?” ya da “Bakalım nasıl dumura uğrayacağız?” sorularıyla başlamaya alışığım. Hobim gibi. Ama işte o da bizim gibi insan, sinemayı değiştiren yönetmenin bile kararsız kaldığı durumlar oluyor… Interstellar, belki de izlediğimiz en duygusal bilimkurgu yapımlarından biri ve bu duygusallığın çoğunu da son sahnelerine borçlu. Film boyunca ciğerimizi yakan baba-kız ilişkisinin doruk yaptığı, uzayın sonsuz derinliğinde sevginin gücünü bulduğumuz bir son, çok daha farklı olabilirdi.
Nolan kardeşlerin küçüğü, ağabeyinin filmlerinin arkasındaki kalem Jonathan Nolan, verdiği bir röportajda alternatif bir sonu anlatıyor ancak önce filmin anlaşılması vakit alan hali hazırdaki sonunu hatırlayalım. Astronotumuz Cooper (Matthew McConaughey), Gargantua isimli kara delikten kurtulur, zamanın yeni bir boyut olduğu evrende kızına Mors alfabesiyle mesajını ulaştırır ve biz de onunla kızını, Cooper gittiğinden beri çok değişen yeni dünyada kavuşurlarken izleriz. Jonathan Nolan’ın söylediğine göre ise bu oldukça duygusal son, Cooper’ın kara delikten hiç kurtulamamasıyla yer değiştirebilirdi. Böylece kızını hiç görememiş ve dünyayı kurtaramamış olacaktı ama Christopher Nolan’ın fikri olan bu acı son, hiç filme çekilmedi.
Bu galakside gözyaşı yok
Son yıllarda sıkça karşımıza çıkan Marvel ile DC kıyaslamasından genellikle Marvel’ın galip çıkması tesadüf değil. Bu durum yalnızca bir filme bağlanacak kadar basit de değil fakat şüphesiz ki 2014 yılında Galaksinin Koruyucuları vizyona girdiğinde, kimse o filmden böylesine vurucu bir etki beklemiyordu. Hem kahkahalarla güldüğümüz hem de uzak galaksilerde geçen bir süper kahraman hikayesine nasıl da hasretmişiz… Filmin yönetmeni James Gunn, zamanında filmin bu başarısını etkileyebilecek bir alternatif sonu olduğunu açıklamıştı.
Star Lord’un (Chris Pratt) günü kurtardığı, Marvin Gaye’den “Ain’t No Mountain High Enough”ı dinlediğimiz bir son elbette ki tercih sebebi ancak sinema bu, her sahnenin alternatifi olur. Gunn’a göre Star Lord’un annesinin son hediyesini açıp mektubu okuduğu sahne bu alternatifte yine mevcut, üstüne Star Lord’un büyükannesini elinde Peter’ın çocukluk fotoğrafıyla yıldızlara bakarken izliyoruz. Böylece büyükannenin Peter’ın kaçırılmasına tanık olduğunu anlamış oluyoruz. Gunn’ın sözleriyle “son derece üzücü olduğu için çıkarılan” bu sahnenin kullanılmaması, belki de filmin başarısını perçinleyen bir diğer hamle oldu. Perçinlemek, güzel kelime.
Hanlar yalnız ölür
Star Wars filmlerinden bahsederken serinin hayranları genellikle 1983 tarihli Jedi’ın Dönüşü’nü ayrı bir kefeye koyarlar. Hem olumlu hem de olumsuz anlamda. Kimilerine göre filmin yumuşak tonu iyi bir yönken Jedi’ın Dönüşü, bazılarına göre serinin diğer filmlerine kıyasla sönük kalmıştır. Bu konuda tarihin akışını değiştiren iki isim, serinini yaratıcısı George Lucas ve yapımcı Gary Kurtz.
Gary Kurtz’ün anlattığı alternatif kurguda Han Solo önce kurtarılıp iyileştiriliyor, ardından filmin sonlarına doğru ölüyordu. Böylece çok daha epik bir filmin ortaya çıkacağına inanan Kurtz’ü bizzat Han Solo, yani Harrison Ford da destekliyor ve karakterin ölmesi gerektiğini söylüyordu. Ancak bu fikre karşı çıkan Lucas, gittikçe büyüyen (ve film dışında bir ekonomi yaratan) seriyi, ana karakterlerinden birini feda ederek sekteye uğratmak istemedi (hatta “ölü Han’ın oyuncaklarının satmayacağını” bile söyledi) ve senaryoyu tabiri caizse baştan yazarak, herkesin mutlu olduğu bir sona ulaşmaya karar verdi. Star Wars’un bugün geldiği noktaya bakınca, zamanında küçük bir karar gibi atılan bu adım, yıllar içinde neleri etkiledi, tartışılır. Neyse son film gelsin de ondan sonra bir daha konuşalım.
Her hali hüzünlü
Hatırlamak isteyenler için tez elden hatırlatalım: E.T: The Extra-Terrestrial, Elliott ile E.T’nin hüzünlü bir vedasıyla son bulur ve uzaylı dostumuzun gökyüzünde kaybolduğu sahne, sinema tarihinin en hüzünlü anlarından biridir. Elliott’ın ağabeyi Michael’a hayat veren oyuncu Robert MacNaughton, filmden yıllar sonra verdiği bir röportajda planlanan alternatif bir sonu bizimle paylaşıyor: “Son sahnede çocuklar hep beraber Dungeons and Dragons oynayacaklardı. Son sahne böyle planlanmış, senaryo yazılmıştı. Hatta kamera, oyun masasından yavaşça yükselip çatıyı gösterecek ve ardından Elliott ile E.T’nin hala iletişim halinde olduğunu öğrenecektik.”
Gerek mevcut sonu gerekse bu alternatif finaliyle, Stranger Things dahil bugüne kadar birçok hikayeye ilham veren E.T’nin hüzünlü dokusu bozulmuyor, biz yine izleyip yine birkaç damla gözyaşıyla filmi bitiriyoruz.