Baştan sona yapay zeka kullanılarak üretilen müzikler bize ne anlatıyor?
Yaratıcı endüstriler ve yapay zeka… Hollywood’u bile ayağa kaldıran bu garip birleşim elbette müzik tarafında da türlü tartışmalarla birlikte geliyor. Farklı üretim araçları ve biraz da eski ünlüleri yeniden diriltme (ya da mezarında ters döndürme) sayılacak çabalarla yapay zeka müzikte kendine yer açtı. Yapay zekayla yaratıcı müzik yapımı oldukça uçsuz bucaksız bir konu aslında. Sandığımız gibi sadece Frank Sinatra’nın The Beatles şarkıları söylemesiyle bitmiyor. Fakat artık yapay zeka baştan sona müzik üretebilecek bir hale geldi. Müziğin ekspres bir servis haline geldiği bu yeni diyarda yapay zekanın yeni ve iddialı işler yarattığını görmek de görmek mümkün. Bu araçların halka açık kullanımı YouTube ve Spotify dünyasında dinleyicilerin fantezilerini süslemeyi başarıyor. Beach Boys’un God Only Knows parçasının The Beatles tarafından söylenmesi (amma çok The Beatles örneği verdik ama yapay zekanın en çok sardığı isimlerden biri işte), bir tıkla Britney Spears’ın Blackout albümüne eklenecek yeni bir parça daha… Peki baştan sona yeni müzikler üretebilen ve müzik üretim araçlarını doldurup taşıran yapay zeka biz müzik dinleyicilerine ne anlatıyor?

Duygu var, ama kalbimiz atıyor mu?
University of New South Wales’te görevini sürdüren Doçent Doktor Oliver Bown hayatının 15 yılını yaratıcı bilgisayar araçları üzerine çalışarak geçirmiş; hem araştırmacı hem de prodüktör kimliğiyle. Fakat kendisi de son zamanlarda artan yapay zeka araçları üretimi ve kullanımının ne kadar büyük bir dalga olduğunu vurguluyor. Yine de yapay zeka sistemlerinin hiçbir zaman insanlar gibi “gerçek” müzik üretemeyeceğini iddia ediyor. Bu iddia tabii ki teknik bir yerden değil, daha çok sosyal bakımdan bunun imkansız olmasından kaynaklı Bown’a göre.
Okuma önerisi – Sardı korkular: Chat GPT-4o işimizi (ve hatta hayatımızı) elimizden alır mı?
Mart ayında Suno isimli müzik jeneratörü güçlü bir çıkış yaptı. Yazıyla verilen komutları hızlıca yerine getirerek ChatGPT altyapısıyla şarkı sözlerini çıkarıyor, sonrasında da yaratıcı ses modeline entegre ediyor. Sonrasında yine yapay zekayla üretilmiş şarkının üstüne cuk diye sözleri oturtmayı başarıyor. Bu modelin diğer araçlara göre çok daha duygusal ve can alıcı bir tarafı var: Melodileri ve sözleriyle gerçekten yaşanmış gibi duyguları sergileyebiliyor. Yine de ufak bir sorun var. Bu duygular üreten tarafından yaşanmamış (ya da yaşanmadığı iddia ediliyor), eğer yapımcının yapay zeka olduğunu düşünürsek. Üreten ve üretilenin birbiriyle olan bağını çok daha net bir şekilde görebiliyoruz işte. Sanırım bazı şarkıları sevmemizin tek sebebi odyofil ya da müzik tutkunu olmamız değilmiş. Biraz da yaşadığımız duyguları dile getirmişlerle dert sofrası kurmakmış.
@cleoabram This sounds like Frank Sinatra is singing Get Low… Artificial intelligence is changing how music gets made – and how musicians get paid. AI is letting people clone artists’ voices, create completely new songs as fake collaborations, generate lyrics in seconds, even produce full tracks just by typing in a few words. It’s all causing some to say AI will be “the death of music.” To really understand what’s happening with AI music, you need to understand how the music industry ALREADY works – and how it could be changing. In our new full episode of Huge If True, I took a deep dive into that topic with the help of two people right in the thick of it: The artist @Grimes and CEO of @Spotify Daniel Ek… Follow to support our show! #tech #AI #music #stem #learnontiktok #askcleo
Üretenle dinleyenin buluştuğu nokta
Bir diğer taraftan, yapay zeka müzik üretimini çok daha erişilebilir kılıyor. Bu durumu başka ekipmanlarla da tecrübe edebiliyoruz. Yapay zeka müzik üretimini tabiri caizse çok daha “kolaylaştırıyor”. Tabii kolaya bakış açımız birbirimizden çok farklı olabilir, bu da ayrı konu. Fakat şu yönden bakabiliriz: Geçmişte birkaç müzisyenin bir araya gelip kayıt almasıyla oluşan müzikler şimdi artık farklı bilgisayar programlarıyla halledilebiliyor ya da belki de enstrümanlar yerine daha dijital odaklı sesler tercih ediliyor. Bu demek değil ki yapılan müzikler kolaylaşıyor; o araçları ne kadar manipüle edip farklı yollarla kullandığı hâlâ müzisyene ait bir kararken, bir yandan da tek başına müzik yapmak da bir o kadar kolay oluyor. Tamamıyla yapay zeka tarafından oluşturulmuş müzikler için ise telif hakkı hâlâ tartışılan bir olay. Herkes ilhamı bir başkasından alıyor, bu bir gerçek. Bu sadece müzik piyasasında olan bir durum da değil elbette. Yine de tamamen kendi hamurunda yoğrulan yapay zeka telif konularında soru işaretleri uyandırıyor. Bir yandan tamamen yapay zekaya komut verilerek yapılan müzikler ve diğer yandan birtakım yapay zeka araçlarını kullanarak yapılan müzik prodüksiyonları var. Aradaki çizginin etik boyutları hakkında tartışmalar son bulabilmiş değil.
Baştan sona müzik üretimini yapmayı başaran bu yeni yapay zeka araçları Bown’a göre sanatçılardan çok dinleyiciler açısından tatmin edici gibi görünüyor. Hayalini kurduğumuz düetler bir araya gelirken aslında sadece ortaya çıkan müzik değil, dinlediğimiz şarkıcılar da bir “ürün” olarak karıştırılmaya ve kendi iradeleri dışında hareket etmeye zorlanıyor. Bir noktada bu yeni müzik tecrübeleriyle ‘‘dinleyici’’, ‘‘üretici’’ konumuna da geçiveriyor. Artık Frank Ocean yeni albüm çıkarsın, Spice Girls yeniden bir araya gelsin diye dua etmemize gerek kalmıyor. Hayaller pıt, bir anda gerçek olabiliyor. (Yapay zekaya verilecek birkaç komuta bakar.) Yine de yapay zekanın kapasitesinin bununla da sınırlı olmadığının tekrar altını çizmek gerek. Artık tamamen “kendi parçasını” üretebilecek seviyede. Yani orijinal müzik yapımının da kolaylaştığını söylemek mümkün. Tüm bunlar müzik dinleme ve üretme kültürünün büyük bir değişimden geçtiğini gösteriyor. Hâlâ eski usulcüler, plak koleksiyoncuları, klasik müzik sevdalıları yerinde duruyor, merak etmeyin. Kültür bir yerlere doğru giderken arkasında bıraktıklarını yakıp yıkmıyor. Ne demişler “Video Killed the Radio Star” ama yıl olmuş 2024, radyo hâlâ bir şekilde ayakta.

Hiçbir şey senin gibi olamaz Nick…
Nick Cave geçtiğimiz sene hayran mektuplarını cevapladığı ve yazılarını paylaştığı o meşhur blogu The Red Hand Files’ta Chat GPT’ye kendi tarzında bir şarkı yazmasını rica eden Mark isimli hayranına cevap veriyor. Bu zamanın üzerinden yaklaşık bir buçuk sene geçti tabii, ChatGPT değişti, büyüdü gelişti… Ufak bir bakışta sözleri gerçekten jenerik Nick Cave ögelerini barındırsa da oldukça yavan ve sıradan, tekdüze bir yazımı var aslında. Nick’e ne düşündüğü soran Mark’a, Nick şöyle cevap veriyor, “ChatGPT’nin bebeklik döneminde olduğunu anlıyorum, ama belki de yapay zekanın korkunçluğu da buradan geliyor – sonsuza kadar bebek kalacak olması, her zaman ileriye gidecek, gelişecek bir şeyler barındırması, hep daha hızlı olabilmesi… Hiçbir zaman geriye döndürülemez, yavaşlayamaz ve her zaman bizi ütopik bir geleceğe ya da yok oluşumuza götürecek olması…”
Nick bir yerde haklı, o zamanda kullanılan ChatGPT’nin üzerinden çok zaman geçti, dediğimiz gibi daha müzik odaklı ve bu konuda GPT’den çok daha becerikli bilgisayar arayüzleri geldi. Her zaman daha iyiye gideceğine inanılan, geliştirilmeye açık bir sistemin bir parçası bu. Nick’in de dediği gibi, yok oluşa veya ütopyaya götürecek bir durum olabilir tabii ki, ama bu kadar ciddiye alıp felaket tellalığı da yapmaya gerek var mı, bilmiyorum.