
Yüzlerce yıllık bir öfkeden arınmak kolay mı?: The Forever Purge incelemesi
Günlük hayat yavaş yavaş normale dönerken, özlediğimiz rutinlerden olan sinemaya gitmek de hayatımıza yeniden girdi. Vizyonda ne olduğuna bakıp o akşama rastgele bilet alıp birkaç saatliğine uzaklaşmanın, evde oturup film seçmekten bambaşka bir tadı var. Bizi bu rutine geri döndüren film de The Forever Purge oldu. 2013 yılında başlayan The Purge film serisinin beşinci ve son ayağı, serinin hayranlarını sevindirecek şekilde diğer filmlere göre daha derin ve bir o kadar da eğlenceli bir film. Tüm beşlemeye eleştirel bir bakış atan film, aynı zamanda da yıllardır tasvir ettiği Amerika’ya şimdiye kadarki en umutsuz tasviri layık görüyor. Bu kez beklendiğinden çok farklı bir yön alan bir arınma gecesiyle ve kendiyle yüzleşmek zorunda kalan bir grup insanla beraberiz.
Alternatif bir Amerika’da geçen The Purge serisini duymuş olabilirsiniz. Hatta Rick and Morty’e bile ilham olmuş, dizinin bir bölümü tamamen The Purge serisinin yeni bir filmiymiş gibi kurgulanmıştı. Ülkedeki suç oranlarının azaltılması için dönemin yöneticileri, her yıl bir geceliğine tüm suçları cezasız yaptıkları arınma gecesini yürürlüğe sokuyorlar. Bu gece boyunca insanların içlerindeki tüm öfkeyi atması ve yılın geri kalanında daha sakin yaşamaları bekleniyor. Hem de bu suçlarla polis uğraşmamış oluyor. Geceye katılmak istemeyenler de kapılarını kilitleyip evlerinde oturmakta özgürler. Gerçekten de bir süre sonra suç oranları düşüyor, hatta neredeyse sıfıra iniyor. Ancak arınma gecesi, Amerikan toplumunun içindeki eşitsizliği daha da görünür kılmaya başlıyor. The Forever Purge’e, arınma gecesi konseptine ve yazın korku filmi izlemenin keyfine dadanıyoruz.
The Purge serisinin en can alıcı noktalarından biri çıkış fikri. Hem üzerine düşünmek hem de arkadaşlarla konuşmak için oldukça ilgi çekici bir düşünce egzersizi: Ben arınma gecesinde ne yapardım? Birkaç kişi meraktan dışarı çıkıp inceleyeceğini söylese de, çoğu kişi güvenle evde oturmayı tercih edeceği kanısına varıyor genelde. Ancak bir noktadan sonra arınma gecesi öyle korkunç bir hal alıyor ki, evde oturmak veya bu geceye katılmamayı seçmek de mümkün olmuyor. İlk etapta yalnızca maddi ayrıcalıklara sahip olanlar kendini gerçekten koruyabilirken, bir süre sonra hiç kimse için kaçacak bir yer kalmıyor ve herkes bir şekilde yapılan bu gecenin bir parçası olarak buluyor kendini.
Serinin en son filmine hakkıyla dadanmadan önce bilmeyenler ve hatırlamak isteyenler için The Purge serisinin başlangıcına ve diğer filmlerine bir bakalım. İlk film The Purge (2013), diğerlerine oranla çok daha başarılı bir oyuncu kadrosuna sahip. Başrollerde Ethan Hawke ve Lena Headey’i izlediğimiz film arınma gecesi sayesinde servetlerine servet katmış bir ailenin başından geçenlere odaklanıyor. Yeniden doğduğu iddia edilen bir Amerika versiyonundayız. İşsizlik yüzde 1, suç oranları tarihin en düşük seviyesinde. Bunun sebebi olarak da yakın geçmişte Amerika’da ortaya çıkan bir gelenek olan arınma gecesi gösteriliyor. Evler için güvenlik sistemleri satarak zengin olmuş bir aile, arınma gecesi sırasında evlerinde sakince beklerken, küçük oğulları dışarıda bağırarak yardım isteyen birini eve alıyor ve içeri aldıkları adamı öldürmek isteyen bir grubun hedefi haline geliyorlar. İlk film, bu sistemi savunmanın bedelleri ve sonuçları olduğunu rahatsız edici bir şekilde ele alıyor.
İlk filmin çok sevilmesi sonucu seri hızla devam ediyor. The Purge: Anarchy (2014) bu kez arınma gecesinde sokakta kalan bir anne kızı takip ediyor. Bu filmde de arınma gecesi karşıtı bir grupla tanışıyor ve aslında arınma gecesinin sanıldığı kadar faydalı olmadığıyla yüzleşiyoruz. Bir de tabii arınma gecesi katılımcılarının ne kadar korkunç olduğunu görüyoruz. The Purge: Election Year (2016) adından da anlaşılacağı gibi seçim öncesinde geçiyor. Ailesini arınma gecesinde kaybetmiş ve bu geceyi tamamen kaldırmak isteyen bir politikacının değirmenlere karşı savaşını izliyoruz. Yıllar içinde güçlenmiş olan parti arınma gecesini onlara karşı çıkan grupları sessizleştirmek ve katletmek için kullanıyor. Bunu ortaya çıkarmaya çalışan herkes de bu gruptan nasibini alıyor. Sonrasında biraz da bu geleneğin nasıl ortaya çıktığına bakıyoruz. The First Purge (2018), Staten Island’da bir deneme olarak yapılan ilk arınma gecesine odaklanıyor. Bu geceye katılan ve kafalarına taktıkları kamerayla geceyi kaydeden herkese para teklif ediliyor. Yani en başından beri arınma gecesinin maddi olarak zorda olan grupları bir sömürme fırsatı olduğunu görüyoruz.
Son filmde geldiğimiz noktada artık arınma gecesi gerçek bir gelenek haline gelmiş. Onsuz bir dünya ihtimalini neredeyse kimse düşünmüyor. Herkes kendini korumak için yeni yöntemler geliştirmiş, insanlar bir geceliğine korunabilmek için akıl almaz paralar harcar hale gelmiş. Bu kez Teksas’ta bir çiftlikteyiz. Meksikalı göçmenleri çalıştıran Amerikalı bir aileyleyiz. Ailenin oğlu ve Meksikalı kovboy arasında minik bir gerginlik seziyoruz. Üstü kapalı bir ırkçılık hakim. Aile çalışanlarına arınma gecesi korunmaları için bir miktar para veriyor. Herkes kendince saklanıyor, korunuyor ve arınma gecesi sorunsuz sonlanıyor. Ama her şey ertesi gün başlıyor. Çünkü sokaklarda güvende olduğunu düşünen, işlerine giden insanların dehşet verici şekilde katledilmelerini izliyoruz. Bunun bir süredir planlanan bir durum olduğunu ve bu kez arınma gecesinin sonsuza dek süreceğini anlıyoruz. Bu arada bu kısım spoiler değil, filmin fragmanında da gördüğümüz bir bilgi. Zaten sonsuza kadar süren bir arınma gecesi geleceğini isimden de anladık sayılır.
Çiftliğin sahibinin ırkçılığını sezdiğimiz oğlu Dylan, hamile eşi ve kız kardeşi, çiftliklerinde çalışan Juan, eşi Adela ve T.T. bir anda kendilerini beklenmedik bir dayanışma içinde bu korkunç durumdan kaçarken buluyorlar. Amerika’yı “arındırmak” amacıyla yola çıkan bir grubun tüm göçmenlere açık savaş açtığını ve her şehirde katliamların yaşandığını öğreniyoruz. Meksika ve Kanada bir süreliğine sınırlarını silahsız Amerikalılara açmaya karar veriyor ve bizim ekip de kendini Meksika’ya kaçarken buluyor. The Forever Purge, en abartılı ve klişe şekliyle göçmen karşıtı Amerikalıları birebir aynı duruma düşürerek bu meseleyi çözmeye çalışıyor. Tabii birlikte direnen grup kaynaşıyor, farklılıklarını kenara bırakmayı öğreniyorlar. Bolca klişe ana tanık olsak da bu basit fikrin bazı kişiler için hala görünür kılınması gerektiğini anlıyoruz.
Filmin Teksas’ta geçmesi de elbette tesadüf değil. Amerikan rüyasının ilk propagandalarından olan gerçek Amerika fikrini inşa eden Western dünyasındayız. Bu kez iz süren veya medeniyeti getiren Amerikalılar yok. Onlardan daha iyi kovboy olan Meksikalılar ve göçmenlerin yanı sıra barbarlıklarıyla ve öfkeleriyle tüm ülkelerini kaosa sürükleyen Amerikalılar var. Arınma gecesinin en büyük karşıtlarından biri de Kızılderili lideri Xavier. Western dünyasında alışık olduğumuzun aksine medeniyet çağrısını Kızılderililer yaparken, Amerikalılar da bir zamanlar savaştıklarını iddia ettikleri barbarlığın sorumlusu halindeler. Başta herkesin eşit şartlarda olduğu ya da herkesi eşitlediği düşünülen bu gelenek, artık yalnızca fakirlerin güvende hissetmediği, zenginlerin de kendini koruduğu bir gece haline gelmiş durumda. Öfkenin her yıl hafiflediği zannedilse de, bu öfkenin yaşanma şekli, daha da fazlasını doğurmuş.
Film, gelir eşitsizliğinin ve ırkçılığın bu seviyede olduğu bir toplumda çözümün öfkeyi beslemek ya da desteklemekten doğmayacağını anlatmaya çalışıyor. Tabii bir de yıkılmaz sanılan her şeyin bir anda yıkılabileceğini. Amerika’nın her köşesi bir günde savaş alanına dönerken bir anda göçün yönü tersine dönüveriyor. Kahramanlarımız kendilerinin beslemediğine ikna oldukları düzeni, bazen sessiz kalarak da nasıl desteklediklerini görüyorlar. Bazı klişe anlara sahip olsa da yapmaya çalıştığı şey ve vermek istediği mesaj için saygı duyuyoruz kendisine. Sinemaya gitmeyi çok özlediğimiz için biraz abartılı sevinmiş olabiliriz, canımız sağolsun.