Kendim buldum, kendim aldım, girmesinler havaya: Algoritmalar yeni trendsetter’larımız mı?

Şeytan Prada Giyer’ler, Çirkin Betty’ler, Avrupa Yakası ve daha niceleriyle 90’lar ve 2000’lerde dergi kültürüne, o şaşalı hayatlara dadanıp durduk. Kültür sanat dünyasının, modanın nabzını tutan dergiler zamanın zevklerini ölçerken dergilerin müdavimi olmak hem bir ayrıcalık hem de zorunluluktu. Sayfa sayfa reklamların arasından çıkan rengarenk görsellerin yanında “hayatı yaşama”nın püf noktalarını veren parlak kağıtlı dergiler sosyal medyayla birlikte moda erkanlarının biraz kenara çekilmesine sebep oldu. Sosyal medyanın hızla (ama aşırı bir hızla) yükselişi “sıradan ama özgün” insan figürünün de hayatımıza girmesini sağladı; biz de bunlara, siz de çok iyi bilirsiniz ki “influencer” dedik. Onların varlığıyla birlikte reklam dediğimiz şey de basılı mecralardan dijitale taşındı ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Merak ettiğimiz ise şu: Tüm bu dönemeçlerin ardından, moda hayatımıza nasıl giriyor? Moda demişken sadece kıyafet modasından bahsetmiyoruz tabii ki: müzik zevklerimiz, saçlarımızı nasıl keseceğimiz, izlediğimiz filmler… Hepimiz kullanıcı adlarımız ve dijital alemlerde kurduğumuz kimliklerimizle kabuğumuza çekilmişken, algoritmalar birer trendsetter’a mı dönüşüyor biz fark etmeden? Yoksa algoritmalarla kendi gücünü bulmuş tüketiciler mi her şeyi belirleyen? Arabulucuya pek de gerek yok; algoritmalara, trend dünyasına ve ‘dergiler-basılı yayınlar-influencer’lar üçgenine dadanıyoruz.

Algorithm GIF by The Tonight Show Starring Jimmy Fallon - Find & Share on GIPHY

Neydi, ne oldu?

Burada sosyal medyanın tarihini pek anlatmamıza gerek yok galiba. Zira sosyal medya kullanıcılarının her biri teker teker bu hikayeleri gördü ve yaşadı. Ve işte ta ta, hepimiz buradayız! Peki buraya ne zaman geldik? Tüm dergiler ve gazeteler, teker teker basım gücünü kaybedip dijitale geçerken bizse ‘bilirkişiler’i takip etmeyi bıraktık mı? Tüm bu soruların cevabı algoritmalardan geçiyor. Yine anlatmadan edemeyeceğiz çünkü üstünden çok zaman geçmese de bir asır gibi geliyor geçip giden zamana bakınca. Ama bir zamanlar Instagram akışımız diğer sosyal medya platformlarında da olduğu gibi kronolojikti; her daim en son yayınlanan içerik çıkardı ve biz de akışta ilerlerken sondan başa doğru her içeriği eşit bir şekilde görebilirdik. Takip ettiğimiz nereden baksan 200 kişinin (o zamanlar belki daha bile az, hatırlamıyoruz) günde atsa atsa üç-dört gönderisine sırasıyla bakar kapatırdık. Çok da kalıp da izleyecek bir şey olmazdı, biraz şu zamanların BeReal’ı gibi düşünebiliriz. Ne zaman işin içine influencer’lar, markalar ve birtakım algoritma oyunları girdi, işte o zaman hepimiz bir ekrana uzun sürelerce bakakaldık.

Peki bu durum modaya ve kültür sanata olan bakış açımızı nasıl değiştirdi? Antropolog Nick Seaver “Computing Taste” isimli kitabında tam olarak bundan bahsediyor. Bir müzik yayın platformunda etnografik gözlem yaparak uzun bir süre boyunca buradaki çalışanları ve onların müzik öneri sistemlerine olan bakış açılarını uzun uzadıya inceleyerek yazdığı bu kitapta buralarda çalışan kişilerin motivasyonlarını ve o dönemin modasını keşfeden, ünlülerle tanışıp onları daha iyi anlamaya çalışan dergicilik kültüründen nasıl farklı olabileceğini anlıyoruz. Seaver bu araştırmada geçirdiği vakit içerisinde bir müzik yayın platformunda çalışanların kendilerini ürettikleri öneri sistemi algoritmasında nasıl bir pozisyona koyduklarını anlamaya çalışıyor. Kendilerini “korucular” olarak tanımlayan bu kişiler, ormanda dolaşan insanlara dokunmayan, sadece potansiyel zararı önleyecek, doğanın korunmasını sağlayacak bireyler olarak gördüklerini söylüyorlar. Yani bir bahçıvanın otları kese kese, gülleri dike dike önümüze süslü bir bahçe sermesinden ziyade, “Bırakın otlar büyüsün, çiçekler açsın, yapraklar düşsün, doğa kendi dengesinde içinde yenilenirken, insanlar kendi rotalarını bulsun yeni nehirler, mantarlar, ağaçlar keşfetsin” felsefesiyle işlerini sürdürüyorlar. Bu tabii ki her sene ikonik bir tema belirleyip sadece bir grup ünlünün katılabildiği, dünyaca ünlü bir müzenin kapatılıp modanın doyasıya kutlandığı Met Gala’dan çok daha farklı bir yaklaşım. E neoliberal ekonomiler, kendine neoliberal çözümler buluyor tabii ki.

Record Store Day GIF by Recording Academy / GRAMMYs - Find & Share on GIPHY

Bir örnek olarak müzik ve Nick Seaver

Seaver müzik dağıtımının eski halini birtakım metaforlarla anlatıyor: Bir zamanlar müziğin dağıtımı bir grup etkileyici bekçi ve ‘zevk sahibi’ kişiler tarafından kontrol ediliyordu. Plak şirketlerinde, radyo istasyonlarında, müzik marketlerde çalışmak yeterince ‘cool’ sayılmakla birlikte onların kültürel uzmanlıklarına ve trendlere olan yaklaşımına ihtiyaç duyuluyordu. Bu kültür arabulucuları, dijital dağıtımın kolaylaşmasıyla bu güç merkezlerini hızlıca kaybettiler, fakat bu bir yandan da müzik üretimi ve dağıtımını oldukça demokratik bir hale getirdi. Tek bir tıkla müzikler dünya çapında paylaşılabilir, milyonlara ulaşabilirdi. Evet, müziğinizi bağımsız bir şekilde, yatak odanızda kendi kendinize kaydetseniz bile dünya artık önünüzdeydi.

Kimin neye tıklayacağının kararı artık tamamen tüketiciye kalırken ve müzik bilirkişileri yavaş yavaş kaybolurken, müzik dükkanında ise hangi kasetin nereye konacağının da artık pek bir önemi kalmadı diyebiliriz. Algoritmalar ise işi bambaşka bir hale getiriyor. Takip ettiklerimize birer “dükkan” gibi bakacak olursak baktığımız dükkanlar birbirine girip harmanlanıyor ve tamamen bireysel zevklerimizin bir yansıması olarak kalıyor. İşte burada Seaver’ın da dediği gibi karşımıza neyi çıkaracaksa çıkaran algoritmaların ardındakiler bir korucu gibi çalışırken bizse korucularla güvende olduğumuzu hissettiğimiz ormanların ardında dilediğimiz gibi kaybolabiliyoruz.

Spotify Playlist GIF by Crowdfire - Find & Share on GIPHY

Bu ben ben miyim yoksa algoritma mı?

Tabii ki ne kadar kaybolabildiğimiz ise büyük bir soru işareti. Gözümüz kuruyana kadar izlediğimiz akışımızda gördüklerimiz bizim zevklerimizin birer sonucu mu? Ya da şöyle soralım: Benzer şeyler peş peşe önümüzde yığılırken zevklerimiz bizi nereye kadar şaşırtabiliyor? Algoritmalar mı trendsetter yoksa onları yırtıp geçebilenler mi? Yoksa bunu yapabilen şeyler trend bile olamayacak kadar genel geçer Golden Retriever videolarından mı ibaret? Bu soruların cevabını ne biz biliyoruz ne de korucular. Çünkü algoritmayı üreten kişiler de aynı korucular kadar biliyor ormanı. O topraktan hangi sincap geçmiş, tilki hangi tavşanı yemiş gibi sorularsa tüm bu karmaşa bulutunun içindeki küçük detaylar olarak kayboluyor.

Müzik meselesinden örnek alarak çok daha büyük bir çerçeveden de bakabiliriz bu olaya. Algoritmalarla yürüyen tüm platformlar aynı bu şekilde ilerlerken herkesin üretebileceği ve ürettiğini kolayca paylaşabileceği daha “demokratik” (bu da tartışılır) bir alan ortaya konuyor. Ama öte yandan bu platformların her biri tabiri caizse minik kişileri kendine çekmek için kurulan minik tuzaklar olarak çalışıyor yine Seaver’a göre. Bir içeriğin diğer içerikten daha çok konuşulması, içerik üstüne içeriğin tüketilmesi için yapılan bir sarmaldan bahsediyoruz tabii ki. Bu algoritmalar da tam olarak bizi bir sarmalın içine sokmayı başarırken sevdiğimiz her şeye aynı anda bir arada ulaşarak hiçbirinden sıkılmıyoruz. Evet, bunun demokratik bir tarafı olabilir ama önce çıkan bir içerikten ziyade o içeriğin bulunduğu platform oluyor.

Olay işte aynı koru gibi, içinde bulunurken gördüğünüz ağaçlardan çok “Orman ne güzel, ne güzel” diye çıkıyoruz işin içinden. Bir dergi okuyup bitirip bir sonraki aya kadar yeni çıkacak sayıyı beklerken günümüzde artık her gün daha yenisi, daha “iyisi” çıkan şeyler zihnimizi kavramaya başlıyor. Vaktiyle bir müzik dükkanında geçirdiğimiz zaman ise dijital platformlar söz konusu olduğunda katlanarak artıyor, bu platformlarda saatler geçirerek yeni keşifler yapmanın heyecanıyla yanıp tutuşabiliyoruz. Ya da belki de artık “yeni” pek de bir anlam taşımıyor.

Action Bronson Instagram GIF by F*CK, THAT'S DELICIOUS - Find & Share on GIPHY

Tam olarak da bundan dolayı git gide daha minik segmentlere ayrılan alt-kültürler, özellikle de ‘‘e-girl”, “vaporwave” gibi internet kültürleri, markalar, dergiler ve bilirkişiler için anlaması ve anlatması zor bir hale geliyor. Buna paralel olarak kitlelere hitap edecek trendlerin kurgulanması da…

İnsan işte yine de kendine toplumda ortak bir alan arıyor diyebiliriz. Haliyle zevkler, tatlar ve onları nasıl paylaştığımız devamlı değişip biraz bize biraz da içinde bulunduğumuz mecburiyetlere ayak uydururken biz de kendimize keyifli gelecek şeyleri öyle ya da böyle bir şekilde buluyoruz yine.

Dadanizm sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et