
Biri biterken öbürü başlar: İdeal kadın olmama hakkımız
Kendall Jenner’in geçtiğimiz haftalarda, bir reklam kampanyası için paylaştığı bikinili pozu paylaşım rekorları kırmış ve çokça konuşulmuştu. Bunun üzerine bir hesap da Jenner’ın bu pozunu NASA’nın tüm aerospace testlerini geçen en genç astronot unvanını kazanmış 19 yaşındaki Alyssa Carson’ın fotoğrafıyla yan yana koyduğu ve ikiliye verilen tepkileri karşılaştırdığı bir post yayınladı. Toplumun güzellik normlarına verdiği önemi eleştiren gönderi, Carson gibi genç kadınların başarılarını, Jenner’ın güzelliğinden yukarıda tutmamız gerektiğini buyuruyordu. Toplumun güzelliği ve kibiri, zekanın ve birikimin önünde tuttuğunu ve bunun uzun vadede insanlığın gelişimini tehlikeye atacağını söylüyordu. Bu resimdeki yedi yanlışı bulunuz. Sayısını boşverelim, biz ilk aklımıza gelenleri sıralayalım: birbirine herhangi bir tepki göstermemiş iki kadını yan yana koyarak karşılaştırması, bir kadının değerini Instagram paylaşımları ve beğenileriyle ölçmesi, iki başarılı kadını birbirine düşürmeye çalışması ve hangi kadın tipinin daha doğru olduğunu dikte etmeye çalışması…
1950’li yılların evinde oturan, yemek yapan, hanım hanımcık ve evlilik meraklısı ideal kadın baskısından neredeyse kurtulduk gibi. Artık kapitalizm bile bizden bu tip bir kadın olmamızı beklemiyor. Ama bu kez de bambaşka engeller çıkıyor karşımıza. Değerli olduğumuzu hissetmek için erkeklerin domine ettiği alanlarda insan üstü başarılar mı göstermeliyiz mesela? Jenner’ın bedeninin gerçek dışı ve elde edilmesi neredeyse imkansız bir güzellik algısı yarattığı söyleniyor. Ama karşımıza 19 yaşında astronot olmuş birini çıkarmak da bambaşka bir imkansız başarı algısı yaratmıyor mu? Bir ideali eleştirirken başka bir ideal yaratmak da bu düzeni beslemiyor mu? Dünyanın Instagram’dan ibaret olmadığını bilsek de, hazır 8 Mart Kadınlar Günü de yaklaşıyorken bu posttan hareketle biraz ideal kadın konseptini konuşalım dedik. Kadın haklarını savunan birçok kişinin bu resmi paylaştığını görünce de sormadan edemedik: eski ideal kadın algılarından kurtulduğumuzu zannederken ensemizde, sinsice yeni bir ideal kadın imajı mı belirdi? Uzun bir iç çekiyor ve kadınların yakasından düşmesini istediğimiz bu yeni ideal kadın algısına ve de hata yapma hakkımıza dadanıyoruz.
“Ben feministim ama bir gün bir kadın hakları yürüyüşü sırasında tuvaletini kullandığım dükkanda yüz kremi denemeye başladım ve yürüyüşü kaçırdım.” The Guilty Feminist podcast’inin kurucusu ve sunucusu Deborah Frances-White, bir feminist olarak kendini suçlu hissettiği bir anı böyle anlatıyor. Kendini feminist olarak tanımlayan ama birçok düşüncesi için kendini suçlu hissettiğini fark eden Frances-White, tüm bunları konuşmak için The Guilty Feminist podcast’ın kuruyor. Podcast’in amacı, 21. yüzyılda kadınların ne tip yeni baskılar hissettiğini espirili bir şekilde göz önüne sermek. Her konuk “feministim ama” diye başladığı cümlesine bir feministe yakışmayacağını düşündüğü bir cümleyle devam ediyor. Bu feminist olup çıplakken şahane görünmek istemek de olabilir, anne olduğunda çalışmayı bırakmak da. Böylece podcast kadınlara utanmadan ve sıkılmadan konuşabilecekleri güvenli bir alan açıyor ve bu meseleleri de birinci ağızdan masaya yatırmış oluyor. Frances-White’ın yarattığı bu ”suçlu hisseden feminist”, feminizmi önemsemeyen biri değil, aksine her şeyiyle doğru bir şeyler yapmak isteyen biri. Ama hepimiz gibi, kendiyle çelişiyor, hatalar yapıyor ve bazen farklı şeyler isteyebiliyor. Burada da podcast’ın yapmaya çalıştığı şey kadınların bu mükemmel olma zorunluluğunu kırmak. Feminizmin de kadınları suçlu hissettiren bir araç haline gelmesini engelleyip, feminizmi yeniden sahiplenmek. Çünkü Frances-White’ın da dediği gibi, mükemmel olmaya çalışmayı bırakmamız inanılmaz sonuçlar doğuruyor.
Mükemmel olmaya çalışmayı bırakmak konusunda etkili karakterlerden ve hikayelerden biri de Fleabag. Çünkü o, bağ kurulabilir veya sevilebilir olma kaygısı taşımıyor. Her fırsatta kendini sorguluyor ve sürekli dillendirdiği kötü bir feminist olma endişesi de buna hizmet ediyor. Beverly Skegg’in 1950’li yıllardaki kadınlara ithafen ürettiği ‘saygıdeğer kadın’ imajının tam zıttı. Bu kadın, heteroseksüel, pasif, itaatkar, aile kurmak ve evlenmek gibi hedefleri olan, belli tip bir oturuşu, kalkışı, yeme biçimi, giyinişi olan biri. Fleabag ise porno izliyor, en pis, ‘hanımefendiliğe’ uymayan yönlerini paylaşmaktan çekinmiyor, öylesine seks yapıyor, kendini küçük düşürüyor, içki ve sigara içiyor, küfürlü konuşuyor. Tabii bir yandan da cinselliğini ve bedenini kendisi kontrol ediyor, bu konuda da hata yapmasına izin var. Şimdi böyle sayınca öyle gelmese de tüm bunlar devrimci bir amaca hizmet ediyor. Bizi sevilme kaygısı taşıyan kadından özgürleştiriyor ve toplumun herhangi bir onayına ihtiyaç duymuyor. Aslında mükemmel bir kadın olmamanın gerekliliğini yansıtıyor.
Kendini feminizm konusunda suçlu hisseden bir diğer isim de Kötü Feminist Manifestosu’nun yazarı Roxane Gay. Ciddiye alınmak için bu kadar ağır çalışması gerekmesinden rahatsız olduğunu anlatıyor. Vogue okuduğunu, en sevdiği rengin pembe olduğunu, elbise giymeyi sevdiğini ve modaya ilgi duyduğunu manifestosunun bir parçası olarak açıklıyor. Hem bağımsız olmak istediğini, hem de bazen birisi tarafından bakılmak istediğini söylüyor. Bu ve bunun gibi birçok özelliğine rağmen de feminizmi ve kadın haklarıyla ilgili her meseleyi ne kadar önemsediğinden bahsediyor. Eşitlik için savaşmanın ortada öz bir feminist versiyonu olduğuna karşı savaşmak kadar önemli olduğunu vurguluyor. Roxane Gay birçoğumuza ilham olacak şekilde, belli tip bir feminist olduğu mitine artık inanmadığını açık sözlülükle söylüyor. Böylece de hatalarından bahsediyor ve bunları konuşmanın öneminden. Kötü bir feminist olmayı, bir feminist olmamaya yeğliyor çünkü.
Bir kez daha hatırlamalıyız ki, kadınların temel insan haklarına, adalete ve fırsat eşitliğine sahip olması ya da en basitinden saygı görmesi için herhangi bir şey yapmalarına gerek yok. Bu tip tartışmalar, belli bir kadın tipini yeren ve diğerini yücelten söylemler ilerde bazı hakların ön koşulu olarak önümüze sunulabilir. Her gün kadınların öldürüldüğü bir toplumda yaşarken, ideal kadın algısının peşinde koşmamızın bizi kurtarmayacağı da apaçık ortada. Belki bazıları şaşıracaktır, zaten ideal kadın diye bir şey de yok. Toplumun şimdilerde dayattığı akıllı, başarılı ve kadınsı şeylere ilgi duymayan kadın size yakın veya desteklemesi kolay geliyor olsa da bu tuzağa düşmemek uzun vadede mantıklı olabilir. Çünkü ilerde yeni bir ideal yaratıldığında dışarda kalmayacağınızın garantisi yok. Her türlü dışlayıcı hareket özünde korkunç sonuçlar doğuruyor. Zira bir noktada trans bir kadın ya da bir seks işçisi cinayetini meşrulaştıran da bu dışlayıcı söylemler.
Bu yüzden de dışlayıcı her söylemi sorgulamak boynumuzun borcu. Ve tabii hatalarımızı ve çelişkilerimizi konuşulabilir kılmak da. Bunun için de birbirimize alan açmaya, hatalarımızla ve korkularımızla birbirimizi dinlemeye ve konuşmaya ihtiyacımız var. Veganlıkla ilgili okuduğum bir tartışmada, veganlara karşı savunulan argümanlardan biri bazen veganlığa aykırı davranmalarıydı. Cevap veren bir veganın dediği laf çok hoşuma gitti: “Bizim birkaç mükemmel vegana değil, aktif bir şekilde hayvansal ürün tüketimini azaltan milyonlarca insana ihtiyacımız var”. Bu durumu kadınlara ve feminizme de uyarlayabiliriz. Bizim birkaç mükemmel feministe ya da ideal kadına değil, hakkını arayan ve özgürce yaşayan milyonlarca kadına ihtiyacımız var. Zira bizi güçlü kılan ne kadar kusursuz olduğumuz değil, mücadelemiz.