
Dayanışmanın açtığı bir pencere: Kuir sanatçıları çevrimiçi ortamda buluşturan Through the Window ekibine dadanıyoruz
Pandemi aramıza türlü mesafeler koymaya çalışsa da hayatımızda açılan pencereler bir şekilde yeniden birbirimizi görebilmenin, bir araya gelebilmenin, dayanışmanın ve birlikte üretebilmenin formüllerini sunmaya devam ediyor. Through the Window da işte tam böyle bir dönemde, ‘‘şifalanmak’’ için yola çıkan bir proje. ‘‘Kuir sanatçılar ve gece çalışanları salgından en çok etkilenenler arasında. Etkinliklerimizi kaybettik, solo ve karma sergilerimiz iptal edildi ya da ertelendi. Birbirimizle bağ kurmaya daha önce hiç bu kadar ihtiyaç hissetmemiştik’’ diyor Through the Window’un küratörlüğünü yapan Ömer Tevfik Erten. Bağ kurmanın ilk yolu da pencerelerimizden bakmakla başlıyor elbette.
Pencere metaforu her ne kadar, çerçeve, biçim, sınır gibi özellikleri kendinde barındırsa da postmodernist bir bakış açısıyla göçebeliğe, kısıtlanmış özgürlüğe de göndermelerde bulunuyor. Through the Window ise sınırsız gelişen, büyüyen, güçlendiren; bir pencere gibi açılan bir proje. Üstelik sadece Türkiye’yle de sınırlı değil: Türkiye ve Hollanda arasında uzanıyor, bu iki ülkeden kuir sanatçıları çevrimiçi bir ortamda buluşturarak dayanışma, iş birliği ve sanat ağı yaratıyor. Ve aslında bu bir aradalıkla da ‘‘şifalanmak’’ için ideal bir ortam sunuyorlar.
Performans sanatçısı, prodüktör ve DJ Kübra Uzun, sanatçı, yönetmen ve küratör Ömer Tevfik Erten, Hollandalı yazar ve felsefeci Simon(e) van Saarloos’un geçen yıl birlikte başlattıkları Through the Window şimdilerde, 24 Haziran’da çevrimiçi olarak izleyiciyle buluşacak yeni sergi ve söyleşi programı için çalışmalara devam ediyor. Nasıl yola çıktıklarını ve gelecek projeleri bir de bu ekipten dinledik. Röportajda ayrıca bize, projenin dijital medya ve iletişim ağını yürüten Zekican Sarısoy da eşlik etti, ki kendisinin yazılarıyla Dadanizm’de de yollarınız kesişebilir.

Karnaval toplantısından bir fotoğraf, Karşı Sanat, Şubat 2020
Through the Window, pandemiyle birlikte işlerini kaybeden ve güvenli alanlarından uzaklaşmak zorunda kalan Türkiyeli ve Hollandalı kuir sanatçı, aktivist ve gece çalışanlarını birbirlerine bakmaya, seslerini duymaya, konuşmaya, dayanışmaya davet ediyor. En başına dönelim, yaşadığımız döneme kuir bir pencereden bakma fikri, ihtiyacı nasıl doğdu ve TTW projesi nasıl şekillendi?
Ömer Tevfik: Aslında birlikte hareket edince işlerin çok daha kolaylaştığını, birliktelikten edindiğimiz deneyimin bizi daha özgür kıldığını fark ettik. Kübra ile birlikte 2019 yılında hayata geçirdiğimiz Trans Misafir*Hanesi projesi ve eş zamanlı gerçekleşen ‘‘1+1: Birlikte Güçlüyüz!’’ sergisi, Türkiye’den yeni kuşak fotoğrafçıları bir araya getiren, sanat ve aktivizm arasındaki ilişkiyi tartıştığımız bir gündeme sahipti. Bu tartışmaları büyütmek adına Karşı Sanat ile birlikte kuir sergi fikrini sorguladığımız ‘’Karnaval’’ sergisini deneyimlemek için bir grup kuir sanatçı, aktivist ve akademisyeni toplantıya davet ettik. İkinci toplantıyı yapacağımız tarihte pandemi ilan edildi, evlere kapanmak zorunda kaldık.
Kuir sanatçılar ve gece çalışanları salgından en çok etkilenenler arasında. Etkinliklerimizi kaybettik, solo ve karma sergilerimiz iptal edildi ya da ertelendi. Birbirimizle bağ kurmaya daha önce hiç bu kadar ihtiyaç hissetmemiştik. Through the Window tam da ihtiyaç duyduğumuz anda ortaya çıktı. Evlerde sıkışmış haldeyiz ve şifalanmak için yapabileceğimiz etkili ve basit yöntemlerden biri de penceremizden dışarı bakmak. Bu eylem şifalanma amacı taşırken bir yandan da şimdiki zamana ait kişisel hafızamızı oluşturuyor. Kuir sanat bu hafızanın neresinde ve nasıl var oluyor? TTW’u pandeminin ilk aylarında arkadaşlarımızdan destek alarak kurguladık ve İstanbul Hollanda Başkonsolosluğu desteği ile hayata geçirdik.
Projenin koordinatörlük görevini, partilerine hasret kalsak da internet üzerinden ulaştığımız, her işine dadandığımız Kübra Uzun üstleniyor ☺ Bu sorumuzu Kübra’nın TTW için söylediğini alıntılayarak sormak istiyorum: “Pencerenin nerede olduğu ve nereye doğru açıldığı, pencerenin varlığı kadar önem taşıyor.’’
Biraz daha bu cümlenin güzelliğine, hissettirdiklerine kendimizi bıraktıktan sonra, asıl soruya geliyorum ☺ Yapılan, ortaya koyulan işlere, genellikle önce “ne”, “neden”, “kime” sorularını sorarak bakıyoruz ama “nasıl” sorusunu öteliyoruz. Bu cümle bana, bir işin “nasıl” yapıldığının önemini de hatırlatıyor. Bu platform ve katkı sunan sanatçılar, bu dayanışmayı nasıl örgütlüyor? Arkasında nasıl bir güç birliği var?
Kübra: Kuir dayanışma doğası gereği beraber düşünerek, üreterek, eğlenerek var oluyor, büyüyor. Projenin tüm katılımcıları belirlendikten sonra ortak mailler üzerinden herkesi buluşturuyoruz. TTW dahilinde üreten herkes süreç içinde birbirini tanıyor. Proje, doğası gereği tüm katılımcılarının en nihayetinde ortak penceresi olma görevini üstleniyor. Sohbet ve partilerimizle de kaynaşıyoruz hatta zaman zaman birbirimize alanlar açıyoruz. Her bir pencere, yarattığı -baktığı- alana doğru açılıyor aslında. Çoğumuz pandemiyle beraber maddi-manevi hazdan, takdir edilmekten, görülmekten, kendimizi sosyalleşerek ifade ediyor olmaktan uzak kaldık. TTW, varoluşu gereği bu eksikliğe cevap veriyor. Dayanışmayı açtığı alanlarla örgütlüyor.
Pandemi ile toplumsal olarak yaşadığımız sorunlara, bireysel çözümler almak zorunda kaldık, birçok konuda. Özellikle pandeminin başından beri LGBTİQA+ bireylere karşı hedef gösterici, dışlayıcı nefret söylemleri artarak devam etti. Ama biz LGBTİQA+’lar ve kadınlar olarak biliyoruz ki, dayanışma yaşatır.

Kübra Uzun ve Simone van Saarloos
En yakın zaman örnekleriyle, İstanbul Sözleşmesi ve Boğaziçi Üniversitesi Direnişi için sınırları aşan dayanışma eylemleri gördük. TTW sayesinde bir araya gelen sanatçılarla nasıl bir ortak mücadele yürütüyorsunuz? Hollanda’dan sanatçılar ile Türkiye’de yaşananlar karşısında, en kibar haliyle ‘şaşkınlığı atlatıp’ ☺ nasıl bir yoldaşlık kuruluyor?
Simon(e): Hollanda tarafı olarak, şunu söyleyebilirim ki, birçok değişme fon bulma konusunda meydana geliyor ve gelebiliyor. Sanat fonlarına, devlet desteğine erişimi olan kimdir?
Sanat konusunda bazı fonlar kuir ve beyaz olmayan sanatçılara daha önce hiç olmadığı kadar kapılarını açmaya başladılar. Kriz buna imkan sağlıyor – ya da şöyle diyelim – kriz, etkin sanatsal fon enstitülerinin daha az bürokratik ve dışında kalan süreçlere açılmalarını sağladı. Black Lives Matter protestoları buna fazlasıyla katkıda bulundu.
Amsterdam’daki küçük ve büyük LGBTIQA+ organizasyonlar birlik oluşturabilmek için çok çalıştı, çok da mücadele verdi. Böyle bir birliğin kurulması ilk kez görülüyor.
İyimser açıdan konuşacak olursam -işin diğer gerçek boyutlarından bir yana- sosyal yaşamın şu anki durmuşluğu bu tarz işbirliklerine yol açıyor. Daha da önemlisi, yaşanan sorunlar konusunda aktivistler seslerini daha gür duyurmakta ve daha büyük kurumlar, doğal olarak, dışlamaya yöneldikleri insanlar olmadan yapamayacaklarını anlamaya başladı.
Bu kurumsal değişimler Hollanda gibi fazlasıyla kurumsallaşmış bir ülke adına çok önemli. Buradayken kurumsal bir destek altyapısı oluşturmadan mücadele ve organizasyon sürdürebilmek hareketsizleştirebilir. Ancak şunu daha net ve bariz görebiliyorum ki, Türkiyeli sanatçılarla olan işbirliğimizle kurumsal desteğin verdiği meyveler sayesinde Through the Window’u geçmişte ve şimdi mümkün kılan şey, Hollanda fonlamasıdır. Uluslaraşırı sohbetlerimiz hayatta kalmayı, anlık gerçekleri ve kurumlara karşı bulundurduğumuz mevcut bağları aşmayı amaçlarken, bu fonlamaya erişebilmenin ve işbirliği aracılığıyla bu fonların dağıtımını sağlayabilmenin dayanışma yarattığına ve hayatta kalabilmeyi gerçek kılabildiğine inanıyorum.
Kuir olmak sınırlı hayatlarımız içinde bir anlamda sınırların kalktığı bir kavşak da sunuyor bize. Buradan doğru bakınca bu projeyle sınırların ortadan kalktığı farklı dillerden, farklı coğrafyalardan, farklı hikayelerden ama benzer deneyimlerden insanlar birlikte üretebiliyor. Sınırların içinde sınırsız bir düzlem pratiği edinmek hakkında ne düşünüyorsun?
Simon(e): Kuiri, kimlik olarak değil de; “normal”, “doğal” ve “düzgün” gibi yanlış bilinmişliklere karşı alevlenen bir mücadele politikası olarak görüyorum. TTW katılımcılarının – sanatçı, düşünür ve gece çalışanlarının – ortak bir şekilde paylaştığı benzerlikler ve deneyimler, bir cinsellik olarak kuir kimliği baz almasından ziyade ortak bir mücadeleye bağlı kalma güdüsünü taşıyor. Farklı kültürel, eğitimsel ve dini deneyimlerine sahip bireylerle muhabbet ederken yine de aynı mücadele sorunlarına tanık olmak oldukça dikkat çekici. LGBTQIA+’lara karşı kullanılan retoriğin farklı kılıflara bürünüp en ayrıcalıklı olanların üreme geleceğini korumak gibi aynı anlama vardığına şahit olmak da fazlasıyla acı verici. Potansiyel olarak bu benzerlikler heves kırıcı çünkü beraberinde getirdiği acı geniş bir çapa yayılmış ve oturtulmuş adaletsizliğin dağılımını gösteriyor. Gel gör ki bildiğimiz bugünkü dünyanın tekrarcılığına yol açan bu yaratıcılık boşluğu bizi yaratmaya, oynamaya, buluşmaya ve ilgi göstermeye motive ediyor. TTW bu yaratma, oynama, buluşma, ilgi verme ve partilemeyi kolaylaştırmanın peşinde.
Bu sorum TTW’nin küratörlüğünü yapan Ömer Tevfik Erten’e ☺ TTW kuir sanatçılar için çevrimiçi bir platformdan, projeden öte anlamlar taşıyor. “Lubunyanın hayatta kalma, üretme ve devam etme mücadelesi” diyorsun. Ve dans pisti benzetmesi yaparak, herkese bu alanda yer olduğunu belirtiyorsun.
Bu mücadele alanını nasıl kuruyorsunuz? Evlerimize kapanıp, dünyayla bağlantımızı online olarak kurduğumuz bu dönemde, işsiz kalan lubunyalara nasıl bir alan açılıyor ve bu alanı nasıl tariflersin?
Ömer Tevfik: Burası sınırların ortadan kalktığı her an her gün gelişen ve büyüyen bir alan. TTW’nin varlığı şimdi ve geçmişte kuir sanatçı ve kolektiflerin alan açma ve alanı güçlendirme pratikleriyle ortaya çıktı; sanatçının bireysel çabasının yanında kolektif deneyime de sahip olması gerektiğine inanıyor, farklılığımızla bir araya geldiğimizde anlamlı bütünlük yarattığımızı düşünüyorum. Bu deneyime yabancı değiliz çünkü var oluşumuz bu. Haliyle karşılaştığımız sorunlara çözümü yine kendi içimizde buluyoruz.
Her katılımcıya ufak da olsa maddi destekte bulunmaya çalışıyor, planımızı buna göre hazırlıyoruz. Özellikle genç bir sanatçının kendini olduğu gibi ifade edebileceği, yanlış ya da yalnız hissetmeyeceği bir alanda var olması gelişimi için hem gerekli ve hem de önemli konu. Yaşadığımız zorluklar kadar edindiğimiz bilgi ve deneyimi paylaşmanın önemi var çünkü bu bizi dönüştürüyor ve hayatı anlamlı kılıyor. TTW benim için karşılaştığı zorluklara çözüm yolu arayan, hata yapan ve hatalardan ders çıkarıp kendini tekrar tekrar doğuran, var oluşunu sanatla kutlayan zırıl bir lubunyanın cesaretini ve neşesini ifade ediyor. İşbirliği ve dayanışma içinde birbirimizi ve kurduğumuz alanını güçlendirmenin yollarını düşünmeliyiz. Tek başına bir çıkış yok.
Projenin ilk ayağı, geçen yıl Amsterdam Onur Haftası’nın başlangıcı olan 25 Temmuz’da “Queer Aktivizm” teması altında düzenlenmişti. 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde ise bir sergi, bir söyleşi ve bir de parti gerçekleşti.
Bu yıl da “Kuir bir pencereden bakmak: Yine, Yeniden, Birlikte” diyerek ikinci bölüm için yola çıktınız. Geçtiğimiz günlerde “Üniversite ve Aktivizm” başlıklı, çevrimiçi bir söyleşi gerçekleştirdiniz. 24 Haziran’da ise Türkiye’den ve Hollanda’dan, farklı disiplinlerden 20 kuir sanatçının, pandemi sürecinde yaptıkları işler çevrimiçi sergilenecek. Bize biraz programdan bahseder misiniz? Çevrimiçi sergi açılışını kaçıranlar, daha sonra sergiyi izleyebilecekler mi?
Kübra: Sergi açılışı derken, katılan sanatçıların işlerini yüklüyor olacağız 24 Haziran günü projenin IG hesabına. Yani 24 Haziran ve sonrasında isteyen herkes IG’da @throughthewindow_project’e girip işlere göz atabilir. İşlerin yüklenmesinin hemen ardından aynı gün içinde “Gurur ve Direniş” temalı ikinci söyleşimiz ve söyleşiyi takiben ikinci partimiz gerçekleşecek. Bu arada tüm söyleşi ve partilerimize Club CoWeed (IG: @clubcoweed) Zoom hesapları üzerinden ev sahipliği yapıyor, buradan tüm CC ekibine sevgiler & öpücükler.
Pandemiyle birlikte dijital formüllere sığındık bu süreçte. Dijitalin bilhassa birleştirici bir etkisi olduğu kesin. Siz dijitalin sanatsal üretimler üzerindeki etkisini nasıl yorumluyorsunuz? Bu formüller, pandemi sonrası dünyada ne kadar kalıcı olacak sizce?
Kübra: Sanat güncel olanla iç içedir, beraber büyür, gelişir, yol alır. Eskinin pek de eskiden olduğu haliyle devam etmeyeceği bir post pandemi süreci artık tahminden öte hepimizin de farkında olduğu gibi tüm gerçekleriyle bizleri bekliyor. Sanatsal üretimler ve sanatın dolanımı, üretilenin el değiştirmesi gibi konular bu süreçle beraber yeni formlarına doğru evriliyor. Zaten bir süredir dijitalle içli dışlı olan sanat üretimi kripto sanat, dijital satış, müzayede derken pandemi ile beraber tepe noktasını gördü ve bu nokta arşa doğru yükselmeye devam ediyor.
Zekican: Bence öteden beri olduğu gibi birini diğerinden bağımsız ele almak mümkün değil. Hele hele içinden geçtiğimiz şu günlerde dijital ile sanat birbirine dün olduğundan daha bir sıkı sarıldı; biz de bu sarılmadan nasibimizi aldık. Pandemiden önce sanatçılar, gruplar, platformlar bir çıkış yolu arıyorlardı ancak fiziksel alanın ve bu alan üzerinde mutlak söz sahibi olanların kuralları belirlemesi, dahası tartışma platformlarının günün sonunda bu mekanların bahçesine taşınması en amiyane tabirle sorunları görünmez kılmanın ötesinde sorunların nerede başlayıp, nerede biteceğine dair bağlamsız bir çıkmaz yaratıyordu. Öte yandan tartışmanın ana aksı başka başka düzlemlere kayıyordu.
Fiziksel mekanın pandemiden önce ve daha pandeminin en başında inanılmaz şekilde romantize edildiğini gördük. Ancak burada kaybedişe ilişkin bu yüksek sesler bu süreci hiç de olur şekilde atlatamayanların sesini de bastırır hale geldi. Virüsü şayet ortak bir mülkiyet olarak ele alırsak dijitali bir kaçış alanı olarak görmekten ziyade beraberliği ve karşılıklı-bağımlı oluşu üreten bir noktadan okumak mümkün. Virüs çeşitli oluşlar, durumlar arasında gerilen dinamiğe dair bir temsil gücüne sahiptir. Ve evet, pandemi sonrasında kesinlikle buraları konuşacağız. Ama artık bir şeylerin alternatifi olarak değil, diğerleriyle aynı anda akılda beliren bir şey olarak konuşacağız.
Ömer Tevfik: Pandemi sonrası var mı bilmiyorum fakat bugün dijitalin sunduğu olanaklar sayesinde TTW’den bahsediyoruz. Yeni normali bizlerin dijitalleşme sürecinin bir parçası olarak görüyorum. Haliyle sanat da aktivizm de kendine burada yeni anlamlar ve yeni yollar bulacak, buluyor. Önemli olan burada kendimizi neden ve nasıl var ettiğimiz.
Konu dijitalden açılmışken… Dayanışma söz konusu olduğunda dijital aktivizmin neler başarabildiğini her geçen gün daha da iyi görüyoruz. Siz özellikle Türkiye’deki dijital aktivizm hakkında ne düşünüyorsunuz?
Zekican: Heyecan verici. Küresel salgın ile birlikte yeni aktivizm biçimleri çıktı. 2010 yılından 2019 yılına kadar geçen sürede ikinci dünya savaşından bu yana herhangi bir dönemden daha fazla değişim talebinde bulunan kitlesel hareket yaşandı; yaşanmaya devam ediyor. Pandemi ile birlikte sokaklardan çekilen insan hareketliliği bir an “peki ya sonra” diye düşündürdü ancak dijitalin bir imkanı olarak “sesin şimdi daha yakın” anlayışı kafalardaki soruları uçurdu. Burada herkes bir şeyler üretiyor; bazıları yeni bir şeyler söylüyor, bazıları birbirleriyle kesişiyor… Ama kesinlikle eşi benzeri görülmemiş bir krize uyum sağlama hali bu. Hatta o krizin, krizlerin içinde gelişmeye devam ediyor. Kolektif yaratıcılığımız zamana yayılan ve düzenli olarak gelişen bir şey olduğu için aslında bu da sürpriz olmamalı. Acil durumlar, genellikle yeni fikirlerin ve fırsatların ortaya çıktığı bir aralıktır. Böylesine büyüyen alanların ve farkındalığın uzun vadede etkilerinin ne olabileceğini tahmin etmek imkansız olsa da, insanların gücünün ve etkisinin azalmadığı açıktır. Dünyanın dört bir yanındaki hareketler uzaktan örgütlenmeye adapte oluyor; temellerini oluşturuyor, mesajlarını keskinleştiriyor ve gelecek için stratejileri planlıyor; dijital medya alanında çalışan bizler için her nefes, her fikir şaşırtan ve üzerinde dinlendiğimiz, birlikte çalışmanın ötesinde ilham veren bir şeye dönüşüyor. Türkiye’de olan şey tam da bu.

Ömer Tevfik Erten
İzleyici olarak, sergideki karşılaşmalara dair sorular da dönüp duruyor aklımızda. Sergi belli bir kavram üzerinde duruyor mu? İşlerin birbirlerine göndermeleri, tamamlayıcı hikayeleri olacak mı?
Ömer Tevfik: Yaşadığımız kapanma sürecinde her birimizin hayatında yeni anlamlar kazanan, varlığımıza ışık tuttan temalar ve bu temaların çağrıştırdığı kelimelerden şöyle bir küme oluşturduk: Alan Açmak, Yenilik, Değişim, Yeni Normal, Kuir, Anılar, Aktivizm, Şimdi, Umut, Kırılma, Çatlamak, Tutunmak, Yeniden Başlamak, Karanlık, Gurur, İtiraf, Yüzleşme, Flört, Kahkaha, Sohbet, Hasret, Parti, Özgürlük, Sevgi, Birlikte Düşünmek, Destek Olmak, Mücadele, Direniş.
Tamamlanma bir nihayete ermeyi çağırıştırıyor; anın farkındalığını ve devinim eylemini daha çok önemsiyorum. TTW, her katılımcının biricikliğinden oluşan bir platform. Bizler her bedenin kendine has ve özel olduğunu düşünüyoruz. Hayatımızın her alanına etki eden bu farkındalıkla, kesiştiğimiz noktaları kendi içinde yeniden kurguluyor ve yeni alanlar yaratıyoruz. Haliyle ürettiğimiz eserler birbirini konuşuyor.
Çevrimiçi bir proje, haliyle size sosyal medyadan da dadanıyoruz. Paylaştığınız tarot kartları okumalarını çok sevdik. Nedir tarot kartlarıyla ilişkiniz? Tarot bize neler söylüyor? ☺
Zekican: Uğruna mücadele edilen şeylerin her yere ve her şeye sıçraması gerekiyor. Aslında tarot kartlarında olan şey böyle bir şey. Through the Window’un dijital içerik planlaması üzerine çalışırken pek çoklarımızın sevdiği geçmişe, şimdiye ve geleceğe dair dinlemekten keyif aldığı fal kültürünün içine queer akıl dadansa ne olurdu fikriyle ortaya çıktı. ☺ Bazı hikayelerin daha çok anlatılması, daha çok dinlenmesi ve öyle ya da böyle anılması gerekiyor. Kısacası hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor. Yıllar öncesinde olanı da, dün olanı da. Her hafta bir tarot kartı var Through the Window’un sıcak sularında rahatlamak üzere uğrayanlar için.

Zekican Sarısoy
Son olarak; TTW ile açılan bu pencereden daha neler göreceğiz? Planlarınız, gelecek programlarınız var mı?
Ömer Tevfik: Şimdilerde TTW’nin ilk fiziksel sergisi için Karşı Sanat Çalışmaları ve Koli Art Space ile birlikte çalışıyoruz. Ayrıca Haziran ayında Dudakların Cengi dijital sahnede bizimle birlikte olacak. Umarız TTW, geliştirdiği işbirliği ve dayanışma ile dünyadan kuir sanatçı ve kolektifleri bir araya getiren bir platform olma varlığını sürdürür. Kim bilir, belki bir gün Dadanizm’de dijital enstitüyü konuşuyor oluruz.