
Dramaya meylimiz vallahi sanattan!
Dramaqueer Sanat Kolektifi ile Tarlabaşı’ndaki yeni mekanlarında, “Tarlabası is burning” adlı sergileri vesilesiyle bir araya geldik. (Ki daha önce de burada dadanmıştık.) Kolektifin adı “Dramaqueer” olunca mekanın, sanatın queer olanına, dramalara ve gelecek planlarına dair sorular sormasak olmazdı.
“Tarlabaşı is burning” sergisini hâlâ görmediyseniz elinizi çabuk tutun: “Biz” dedikleri peruklu heykellerini, “Alternatif mekanlar” adlı çalışmalarını, Cemal Akyüz’ün daha önceki çalışmalarına ait ve ekibin beraber seçtiği eserlerini, röportaj sonrası adını “Küründen homo-erotizm” diye değiştirme kararı aldığımız (!) “Raslantısal Homo-erotizm” adlı çalışmayı, Umay’ın bir dönem karşılaştığı ve hazmetmesi kolay olmayan durumlar karşısında geliştirdiği bir üretim pratiği olan bağırsak işleme aracılığıyla ortaya çıkan işini ve daha fazlasını görebilmek için son birkaç gününüz. Sergi 25 Kasım’da bitiyor.
İstiklal’in karşısına geçmek ve böyle güzel bir ev sahipliğiyle karşılaşmak bize iyi geldi.
Dramaqueer Sanat Kolektifi birlikte üretmeye nasıl karar verdi, daha önce neler yaptı?
Volkan Eray: Farklı şehirlerde yaşayan, ilişkileri eskiye dayanan arkadaşlardık. O zamanlar yaşadığımız şehirlerde üretiyorduk, farklı yerlerde olsak da yine de beraber birşeyler yapmaya çalışıyorduk. Şimdi aynı çatı altında toplandık.
Mesela Mersin’de Güncel Sanat atölyesinde, gençlerle atölye çalışması yaptık. Ayrıca yine Mersin’de “Gittim Gelecem” sergisini, Ankara’da Hülya ve Hakan’la, “İradeyse Hepsi Ben” sergisini yapmıştık. Fırat ve Hakan da katılımcılardandı.
Fırat Varatyan: Sadece katılımcı değil, küratör asistanıydım 🙂 Ankara’daki atölye; şehirdeki LGBTİ+’ların şehri yorumlama şekilleriyle ilgiliydi. Ankara’da yaşayan LGBTİ+’ların şehri yorumla şekillerini ön plana çıkarmaya çalıştığımız bir atölyeydi. Aslında Hülya ve Volkan’ın atölyesiydi; biz Hakan’la yardımcı olmuştuk. Atölyeye şunu sorarak başladık: Bir şehri lubunyalara verirsen neyi ekleyip çıkarırlar? Ankara’da lubunyalar ne yapar; lubunyaların Ankara’sı nasıl olur? Bunları konuşalım, bunlar üzerinden işler yapalım dedik. 1,5 ay süren atölye sonucu da muhteşem işler ortaya çıktı.
Cemal Akyüz: Ben de Dramaqueer’le 2016 yılında, Pembe Hayat 5. Kuir Festivali’nde bir araya geldim. Dramaqueer (o zamanlar üç kişilik bir ekipti), Cemal Akyüz ve “Savage Grace”in yönetmeni Tom Kalin olarak, “Seni Burada Bekliyoruz” sergisini yaptık. Tom Kalin’in HIV temalı video artları vardı. Sergi, Garanti Bankası saha destekli, A sınıfı bir galeri olan, Torun Sanat galerisindeydi. Çok başarılı bir sergiydi ve güzel bir açılış oldu; insanlar geldi, medyada yer aldı. Türkiye’nin ve Ankara’nın değişmeye başladığı yıllar ve dönemlerdi. Mesela Torun gibi, A sınıfı bir galeri, queer art’a kapılarını açıyordu ama artık yok. Tilki Sanat galerisi artık yok. Kan kaybediyor. Dolayısıyla bizim görünür olduğumuz, sergi yaptığımız, birşeyler ürettiğimiz mekanlar da gitmeye başladı. Sonra Haymatlos, bu atölyeye ev sahipliği yaptı. Haymatlos hâlâ var, gayet underground. Çok kişiye ulaşan bir yer. Ama biz her yerde görünür olmak ve her yerde işlerimizi göstermek istiyoruz. Belki sanatı, ürettiklerimizi göstereceğimiz yerlerin azalması, yok olması da bilinçaltında ve bilinçüstünde bize, bir araya gelip, böyle bir yer sahibi olup, kendi sergimizle çıkma fikrini de düşündürtmüş olabilir. Ben de böylece ekibe katılmış oldum.

Cemal Akyüz
Metin Akdemir: Aslında Cemal’in söylediği şey önemli. Bence asıl güzel olan bu beyaz kutu denilen galerinin dışına çıkmak ve bu çok queer bir şey. Queer mekana dair bir şey aslında. Bizim sergi yaptığımız mekanlar hamam, kafe gibi yerler. Torun Galeri gibi ana akımlaşmış bir yere girebildiğinizi görmek o açıdan kıymetliydi. Bu çeşitlilik, mekanın formunu bozma, ana akımda bir mekana girmek ya da oradan çıkmak, hamama girmek… Mekanlardaki değişkenliğimiz aslında politik kaygımızla alakalı bir şey. Şimdi Tarlabaşı’nda olmamız da o kronoloji adına iyi geliyor bana. Mesela biz İstiklal caddesinin ortasında değiliz. Mekan seçimlerinin önemine dair bir şey söylemeye çalışıyorum kısacası 🙂
Evet evet, anlıyorum peki bu kurumsallaşmış galeri ve diğer sanat mekanlarına dair düşüncelerinden bahseder misin?
Her şeyin beyazlaşması gibi bir durum var tabii. Feminizm de popüler bir şeye dönüşebilir ve bir feminist sanatçı adı altında sergileri olan insanlar görebiliriz bu ana akım, daha kurumsallaşmış galerilerde. Popüler feminizmi kullanan ya da popüler lubunyalığı kullanan bir sanatçıyı sergilemek, bir lubunyayı sergilemekle aynı olmuyor. Çünkü bizler, hepimiz politik yaratıklarız ve kimliklerimizle varız. O kimlikleri moda gibi üstümüze giyip çıkarmıyoruz, sürekli yanımızda da taşımıyoruz ama bununla var oluyoruz aslında. Ama ben iyi örnekler de görebiliyorum. Arter gibi ana akım bir mekanda, İstiklal’in ortasında 2,5 ay Canan’ın sergisini görebiliyoruz. Bunlar iyi şeyler. Aslında yok da değil ama düşünüyorum da böyle bir araya gelen kolektiflere yer açan sergileri genelde örgütler yapıyor; Onur Haftası, Pembe Hayat, Kaos yapıyor. Politikanın içine sanatı da koyup ona da yer açıyorlar ve böylelikle biz yeni sanatçılar ait ve bu meselelere dair sergiler görebiliyoruz.
Kolektif olarak iş üretmeye dair de şunu söyleyebilirim: Bir fikri sanatsal bir nesneye dönüştürmek çok daha zor geliyor bana. Hepimizin küçük fikirleri var ama bunu nasıl sergileyeceğiz? Resim mi olacak, video veya fotoğraf mı olacak, yukardan mı sarkacak? Bu konuda birbirimize çok destek oluyoruz. Yani mesela bir iş, Volkan’ın fikri ve çalışması olabilir ama onu sergilerken beraber düşünüyoruz.
Volkan: Daha öncesinden biriktirdiğim, yaptığım işler olsa da bunları sergiye nasıl katabiliriz, nasıl dönüştürebiliriz diye hep beraber düşünüyoruz.
Metin: Aslında kolektif olmanın güzelliği de o. Hepimiz her konuda uzman değiliz, yeterli de değiliz. Bir sanatçı sergiyi kurarken, sergiyi kurması için gereken ekipmanı her şeyi dışardan getirirken biz burada her şeyi kendimiz yapıyoruz.

Hakan Tarhan – Volkan Eray
Tarlabaşı’yla, burada yaşayan insanlarla ilişkileriniz nasıl? Hatırlıyorum da burada dönüşümün başladığı yıllarda sokak sanatçıları, duvarlara grafittiler, resimler yapmışlardı. Ve bazı işler hariç, çoğu aslında Tarlabaşı ile herhangi bir bağ oluşturmadan yapılmış hatta hipsterlaştırmanın ötesine geçmeyen işler olduğu için tepki de toplamıştı.
Fırat: İngiltere ve Amerika’da da böyle bir korku yaşanmıştı. Tarlabaşı gibi yerlerde üçüncü nesilleşme korkusu var. Burası dönüşüme rekabet kurabilmek için Karaköy’ün bazı yerleri gibi üçüncü nesil mekanlara kapı açıp o “hipster” dediğimiz ya da demediğimiz, demekten korktuğumuz şeyin kültürünü burada yaşatmaya çalışabilir, bir başka alt kültüre zemin yaratabilirdi. Tarlabaşı bunu yapmadı, kendi kültürünü devam ettirdi; bizim gördüğümüz en azından bu. 2012’den sonra duvarlarda grafitti gördük ve evet, Karaköy gibi bir gidişatı da olabilirdi ama Tarlabaşı’nın kendini koruduğunu fark ettik. Gelecekte de böyle olacak gibi gözüküyor. Taksim 360 projesi de boğuluyor.
Röportajdan önce konuşurken, Cemal güzel bir şey söyledi, hafızamız yok diye. Şehrin kültürel hafızasını burada yaşamaya çalışıyoruz. Esnaf birkaç arkadaşım var artık. İletişim kurabildiğimiz herkes burada bir şey yapmanın derdinde.
Konuştukça, “kuir mekana sahip çıkmak” dediğiniz şey daha de netleşti. Kuir sanat üzerine neler söylersiniz?
Cemal: Kuir’in adı Amerikan modernizmiyle biraz konmaya başladı. İsimler yeni konulmuş olsa da queer art hep vardı tabii. Roy Linchtenstein, Andy Warhol onların yaptığı işler gayet kuir.
“Biz dini eser yapacağız” deyip ortaya çıkanlar dahi eserlerinde erkek bedenini, kadın bedenini, çıplaklığı, erotizmi yansıtarak aslında son derece kuir bir iş yapsalar da ana akım için ürettiklerinden, işlerine kuir denmez; ana akımın verdiği bir isimle anılırlar.
Kuir sanat diye ismi konulmamış yıllarda, üreten sanatçılarından kaçı kadın, kaçı kuir bilmiyoruz ama yaptıkları işler gayet kuirdi. Kimin ürettiği de çok önemli değil, eser önemli.
Biraz öteki olmak, ayrıksı olmak… LGBTİ+, feminist olmak şart değil; çok şişman, aşırı zayıf ya da fiziksel engelli olmak da kuir tanımına girebilir.
Bizim kolektif olarak ürettiğimiz işler, sergi düşüncelerimiz, yaptıklarımız oldukça kuir. Sokaktan besleniyor, sokaktan geliyor, sokağa geri dönüyor. Beden, pornografi, deneyim var, erotizm var ve müthiş bir özgürleşme, özgürleştirme isteği var. Kuir hareket çok geniş bir şey.
Metin: Cemal’in söyledikleri üzerine şunu düşünüyorum: Genellikle içerik üzerinden kuir kavramını kullanıyoruz ama ben işin tekniğinde de çok kuir bir okuma yapılabileceğini düşünüyorum. Yırtmak, yapıştırmak, form bozmak… Bu da bana çok kuir geliyor. Bir işin içinde iki ibne görünce o kuir bir iş deniliyor hemen ama o teknikte siyah bir leke de kuir olabilir. Bir işe kuir demek biraz kişisel de bir şey, ben tekniği gördüğüm zaman içinde ibnelik görmesem bile kuir diyebiliyorum. Kuir bir sergi derken işlerin içeriğinden ziyade tekniği, yerleştirilmesi söz konusu. Mesela buradaki siyah kedi bile bana çok kuir geliyor.
Fırat: Yani alışılagelmişin yapı bozumu demek yeterli bence. Eserin içerisinde ya da eserin sergilendiği alanda, duvarda yapı bozuma uğrattıysan, kuir’i yakalamış oluyorsun. Tanıma girmeye gerek yok, tanımı bozman yeterli 🙂
Hakan Tarhan: Ben de işin dramasıyla ilgileniyorum 🙂 Bazen fazla drama yaşıyoruz. Bazen çok fazla oluyor, genel olarak yaşıyoruz. Tepkilerimiz davranışımız her şey bazen çooook fazla!
Fırat: Evet, yoğun yaşamayı seven insanlarız. Hepimiz farklı açılardan dramalar yaşıyoruz. Birimizin anksiyeteleri hat safhaya çıkabiliyor, birimizin depresif yönü çok aşağılara düşebiliyor, birimizin sevgi açlığı arşa değiyor, birimizin madiliği hepimizi inletiyor falan… Hepimizde dramanın farklı versiyonu var; hepsinde o yapı bozumunu yaşıyorsun aslında. Çünkü herkes kuir burada. Delirmelerimiz bile havalı 🙂
Hakan: Bir araya gelme sebebimiz de biraz böyle dramalar üzerinden oldu aslında. Yani herkes bir drama içinde, bir arada toplanalım birbirimize iyi geleceğiz dedik.
Fırat: Seviyoruz birbirimizi!
Kolektifin gelecek planları neler?
Cemal: Başka şehirlerde de kökenlerimiz var; Ankara’da, Mersin’de. Diğer şehirlerde Tarlabaşı’nı hiç bilmeyen sanatçılar, kolektifler, performans ve sinema yapan herkes buraya gelebilir. Diğer ülkelerle de bir şeyler yapmak istiyoruz. Çünkü dünya aynı anda her yerde çok kötü bir dönemden geçiyor. Anti feminist, antigöçmen, anti LGBTİ+ sorunlarımız hep aynı. Macaristan LGBTİ sanat kurumlarıyla, beraber bir şeyler yapmak için görüştüm ama Ekim ayında yapmak istediklerimizi gerçekleştiremedik. Onlar bir AB ülkesinde bunu yapamadılar. Biz Kasım ayında bunu Türkiye’de yapabildik. Viyana Kuir Kolektif’le 2019 yılında yapmak istediklerimiz var.
Bunları ben henüz altı boşken dahi söylüyorum. Böylece “ben bunu bir kere söyledim, şimdi yapmam lazım” deyip çalışmaya başlıyor insan. Çok isteyince elde edemeyeceğimiz hiçbir şey yok. Diğer ülkelerle de işbirliği yapmak istiyoruz. Çünkü sonuçta projelerimizin paraya ihtiyacı var. Herkesten desteklenmesi lazım, sadece görmek bakmak alkışlamak yetmiyor. Sürdürülebilir olması gerekiyor.
Bunun için kaynak yaratmaya çalışıyoruz bu kaynakları yaratamayanlar ya da elde ettikleri kaynakları sürdürülebilir hale getirmeyenler, ürettikleri ne kadar iyi olursa olsun bitmek zorunda kalıyor. Türkiye’de süreklilik çok önemli bir problem. Sürekli olmayan şeyler unutulur.
O yüzden biz bugüne kadar kuir kim çıkmış, ne yapmış, kim devam ediyor, kim kaybolmuş, kim geliyor gibisinden bir data, bir hafıza, bir kütüphane oluşturmak için projeler yaratmaya çalışıyoruz.
Metin: Dramaqueer gelecekteki süreçte, herkesin sosyalleşebileceği bir yer olsun istiyorum. Ben Siyah Pembe Üçgen ve Lambda geleneğinden geliyorum ve bir çay-kahve içip, kendim gibi insanları görebileceğim mekanların olmasını önemli buluyordum gençken. Burası bir yandan öyle bir yer de olsun istiyorum aslında. Biz bir galeri değiliz, derneğiz ve o dernek ruhunda “gelin bir çay, kahve içelim, sohbet ederiz, birbirimizi bulalım” hissi vardır.

Umay Uzay
Sadece yolun karşısına geçmek aslında yapmaları gereken, İstiklal’in karşı tarafına geçtikleri zaman sosyalleşebilecekleri yerleri olsun. Çünkü en büyük politik meselemiz sosyalleşmek.
Küçük bir şehirden İstanbul’a gelip öğrenci olan birinin en büyük derdi, ki ben de öyleydim, kendine benzeyen birini bulmak. Burasının da bunu sağlamasını istiyorum.
Volkan: Ki bu beraberinde üretimi de getirir.
Metin: Bundan sonra ne yapacağımıza dair, az önce Umay’la konuşuyorduk. Hepimiz için önemli olan meselelere dair, belirli günlerde birşeyler yapabiliriz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, 1 Aralık Dünya HIV/AIDS Farkındalık Günü, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde mesela… Ya da ben yer bulamıyorum diyen bir sanatçıya da, film gösterecek yer bulamıyorum yönetmene de mekanı açarız. Yani o sanatın merkezi sahiplerinin dışında alternatif bir mekan olarak burası var.