
Ebru Döşekçi’den Kimse Bilmez sergisi: Kimsenin bilmediği küçük oyunlar
Alexandre Vallaury binası geçtiğimiz haftalarda Ebru Döşekçi’nin geometrik oyunlarla kendine ve çevresine daha yakından baktığı son dönem çalışmalarını kapsayan Kimse Bilmez başlıklı sergisine ev sahipliği yaptı. Sanatçının altıncı kişisel sergisi olan Kimse Bilmez, Döşekçi için bazı ilkleri de beraberinde getiriyor. Kariyerinde ilk kez bir galeri dışında bağımsız bir sergi düzenleyen Döşekçi kullandığı malzeme ve üretim sürecinde de farklı yollara giriyor bu sergiyle. Dadanizm ekibi olarak güneşli bir cumartesi günü Alexandre Vallaury binasının yolunu tuttuk, Ebru Döşekçi’den Kimse Bilmez’i dinledik, bilmediklerimize şaşırdık…
Fotoğraflar: Nazlı Erdemirel
Kimse Bilmez’i ve sergide yer alan çalışmaları dinlemeden önce bizde de ayrı bir kalp çarpıntısı yaratan bilgiyle başlayalım. Kimse Bilmez, ortak dili konuşan kadınların bir araya gelip çalıştığı bir sürecin ürünü. Kimse Bilmez’in proje yönetimi Esra A. Aysun moderatörlüğünde; Ebru Döşekçi ve serginin küratöryel danışmanlığını üstlenen Ceren Erdem de bu üretimin bir parçası. Ayrıca sergi devamında hazırlanacak sanatçı kitabı için Türkiye’de kadın olarak heykel üretmek üzerine bir yazı hazırlayan Elif Dastarlı ve Fatoş Üstek, söyleşilerinde Döşekçi’nin profesyonel olarak 2009 yılından beri sürdürdüğü heykel üretimi pratiğinde Kimse Bilmez’e varan yolculuğuna odaklanacak. Kadınların bir araya geldiği bu süreci, Döşekçi, “Ekipte ayrıca fotoğrafçımız ve grafik tasarımcımız da kadın. Başta böyle olsun diye yola çıkmadık ama süreç böyle gelişince hoşumuza gitti ve buna özen göstermeye başladık,” diyerek anlatıyor. Bu güçler birliği ekip arasında da bir sinerji yaratmış. Sanatçı ayrıca aynı dili konuşuyor olmanın da süreci kolaylaştırdığını söylüyor.

Yaralarım Gizlidir
Döşekçi, ilk kez bir galeriden bağımsız yaptığı bu serginin -işlerin boyutu ve hazırlık süreci de dahil olmak üzere- tek başına altından kalkmanın zor olduğunu söylüyor zaten. Ekip olarak beraber kurguladıkları bu sergide, daha önce hiç başlanmamış ya da hazırlıkları yeni başlanmış toplam 19 çalışması yer alıyordu. Yaklaşık dört aylık bir hazırlık sürecinin ardından bugün, “Hem işlerin ebadı hem de nitelik olarak çok tatmin edici bir sergi oldu,” diyor Döşekçi.
Işık, renk ve gölgelerin gücü adına
Döşekçi, sergiye iki yönlü bakılabileceğini söylüyor. İlk olarak form ve teknik yönü… Bu sergide Döşekçi’nin bir yönüyle alametifarikası olan geometrik formlarla karşılaşıyoruz yine. İki ve üç boyutlu, tanımlı ve tanımsız formlardaki çalışmaların yer aldığı sergide sanatçı; ışık, renk ve gölgelerin gücünü de arkasına alıyor. Beyaz rengin hakim olduğu sergide cafcaflı bir mor, iştah açıcı bir kırmızıyla karşılaşabildiğimiz gibi ışık ve gölgelerin yarattığı oyunları da görebiliyoruz. Döşekçi, geometrileri ve diğer fiziksel unsurları birbiriyle eşleştirmeyi seven bir sanatçı. Ayrıca söz konusu malzeme seçimi olduğunda da sınırları zorlamayı sevdiğini söylüyor. Malzemeyle ilişkisini keşifler üzerine kuran sanatçı, bu sergide ilk kez seramik kullandı. Yabancı olduğu bu malzemeyi tercih etme nedenini ve süreci şöyle anlatıyor:
“İlk defa seramik kullandım. Yapıp yapamayacağımdan emin değildim zaten. O nedenle yardım da aldım. Seramik toprak olduğu için yaptığım işin de karşılığı oldu. Çalışmanın ismi “An.” İki farklı kişinin, olayın, dünyanın bir araya gelmesi ve aynı zamanda birlikte yok olmasını temsil etmesini istedim. Benim için malzeme çok yabancıydı ama tatmin etti. Çanakkale’de ürettik, o aşamayı ve koşulları da gördüm. Çok heyecanlandım. Belki devamı da gelir…”

Ebru Döşekçi ve An – Fotoğraf: Nazım Neidim
Ebru Döşekçi üretim sürecinin her anında işin içinde olan bir sanatçı. Malzemesini çok iyi tanıyor, üretimin her alanında sahaya iniyor. Hal böyleyken heykelin, tüm sanat disiplinleri içinde üretmesi en zor alanı olduğu görüşü hakkında neler düşündüğünü merak ediyoruz. Heykelin her şeyden önce fiziksel bir güç gerektirdiğini söyleyerek başlayan Döşekçi diğer zorlukları da şöyle anlatmaya başlıyor: “Atölye, malzeme, kol gücü söz konusu olduğunda gerçekten zorlayıcı bir alan. Ayrıca kullanılan malzemeler de pahalı. Bunun yanı sıra mekansal zorluklarla da karşılaşıyoruz. ‘Tuvali duvara astım, boyadım’ gibi bir durum söz konusu değil. Galeri ve atölye ayaklarında da mekansal sınırlamalarla karşılaşıyoruz.”
‘Bilinmeyecek’ referanslar
Sanatçı, bu ‘oyunlu’ sergide kişisel hikayelere de yer veriyor. Sergi mekanına girdiğinizde boyutuyla dikkat çeken “Hep Yuvaya Dönmek” bunlardan biri. İsmini feminist yazar Ursula Le Guin’in “Hep Yuvaya Dönmek” kitabından alan çalışma, dokuz metrekarelik bir alan kaplıyor. Öyle ki binaya da üç ayrı parça halinde getirilmiş ve burada birleştirilmiş. Çalışmanın hikayesini Döşekçi’den dinliyoruz:
“Yazarı zaten çok severim. Bu çalışmayı da ona ithaf ettim. Ancak kişisel bir yönü de var. 20’li yaşlarımda içe dönüp kendi varoluşumu sorguladığım bir dönemde gittiğim bir ağaç vardı. O ağacın kökleriyle doğaya döndüğümü hissederdim. Çalışmanın formu da o ağacın gövdesini andırıyor. Bahsedilen yuva da her şey olabilir, ancak dönülen bir yuva var. Tabii serginin adına bir mesaj var yine burada. Ursula Le Guin’in bu çalışmanın asla ona ithaf edildiğini bilemeyecek olması gibi…”
Hemen yanında yer alan “Sophie” ise Döşekçinin, atölye dışında bağımsız bir referansla yaptığı ilk iş olmasıyla dikkat çekiyor. Beş ayrı heykelden oluşan bu çalışmada da bir edebiyat referansı var. Paul Auster’ın “Leviathan’ını okurken kitapta yer alan Maria isimli performans sanatçısını kendine çok tanıdık geldiğini, biraz araştırma yaptıktan sonra o karakterin aslında bir başka sanatçı olan Sophie Calle olduğunu öğreniyor. Calle’i severek takip eden Döşekçi, kitabın bu yönünden çok etkilenmiş. Döşekçi, Auster ve Calle arasındaki bu oyuna dahil olmak istemiş. Calle’in en bilindik performanslarından hareketle, atölye dışına çıkarak tanımadığı beş insanı takip ediyor kendisinde yarattıkları izdüşümlerle beş farklı heykel yapıyor. Takip ettiği bu isimler, takip edildiğini ve böylesine bir üretimin parçası olduğunu bilmiyor. Böylece bir kez daha “Kimse Bilmez”e çıkıyor yollar.

Sophie
Bu arada bu iki çalışmadaki edebiyat referansları sanatçı için de bir ilk. Edebiyatın doğrudan ilham almak için başvurduğu bir alan olmadığını söylüyor ancak bundan sonrası için bu referanslara daha sık başvurabileceğini de ekliyor sözlerine.
Sergiyi gezmeyi tamamlarken, Döşekçi’den serginin kendisi için nasıl geçtiğini de dinliyoruz: “Genel olarak çok güzel geçti. Çok fazla ziyaretçi geldi, tekrar tekrar gelenler oldu. Ben de bu çapta işlerimi daha önce gösterme fırsatı bulamamıştım. Benim için de çok güzel oldu.”
Bu arada serginin bitiminden sonra bir de sanatçı kitabı gelecek. Sergi devamında hazırlanacak sanatçı kitabı için Türkiye’de kadın olarak heykel üretmek üzerine bir yazı hazırlayan Elif Dastarlı ve Fatoş Üstek söyleşilerinde Döşekçi’nin profesyonel olarak 2009 yılından beri sürdürdüğü heykel üretimi pratiğinde Kimse Bilmez’e varan yolculuğuna odaklanacaklar. Elif Dastarlı ve Fatoş Üstek, Melis Cin ile birlikte yazdığı Feminist Art in Resistance: Aesthetics, Methods and Politics of Art in Turkey kitabından yola çıkarak Ebru Döşekçi’nin Türkiye’de heykel üreten bir sanatçı olarak parçası olduğu ve sanat kariyerini etkileyen dinamikler hakkında bir açılım yapacak. Ekip bu çalışma için de çok heyecanlı.
Kimse Bilmez, Ebru Döşekçi’nin kimsenin bilmediği ayrıntılar eklediği, içine dönerek kişisel hikayeleri anlattığı ve ayrıca bir yönüyle de ilk kez üretimini dışarı taşıdığı bir sergi olması nedeniyle sanatçının kariyerinde özel bir yerde duruyor.