
Film değil tuhaf bir deneyim: Black Mirror: Bandersnatch
Yüzünüzde bir gülümseme, içinizde sıcacık bir huzur, kafanızda tatlı bir müzik varsa eğer, siz de delirdiniz. Aramıza hoş geldiniz.
Şimdi bitti
Kaç kere bitirdiğimi sayamadım
Çok üst düzey
Hemen yazmam lazım
Delirdim
Bandersnatch bittikten sonra Seden’e ilk attığım mesajlar böyle. Ekranı usulca kapattıktan sonra aklıma gelen ilk replikler ise Sherlock’un yayınlanmış belki en iyi, belki de en iyi ikinci bölümü The Lying Detective’de, Sherlock’un ağzından dökülenler: “Your life is not your own. Keep your hands off it.” Sizin için de Black Mirror: Bandersnatch deneyimi bitince, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Aslına bakarsanız hiçbir zaman koyu bir Black Mirror izleyicisi olmadım. En azından bugüne kadar olmamıştım. Dolayısıyla ilk olarak Bandersnatch’in Black Mirror’ın yeni sezonunun bir bölümü olmadığını, alışılmış birçok kalıbın dışında bir Black Mirror deneyimi olduğunu söylemek gerek. Deneyim diyorum çünkü izleyeceklerinize film gibi değil de tuhaf bir deneyim gibi yaklaşmak bence daha doğru. Çünkü bittikten(!) sonraki hisleri, izlemek fiili tam olarak karşılamıyor. Deneyimlemek diyebiliriz, yaşamak diyebiliriz, oynamak bile diyebiliriz. “Bandersnatch oynadın mı?”, “Oynadım bitirdim.” gibi muhabbetlerimiz yakındır.
Charlie Brooker’ın (Black Mirror’ın yaratıcısı, yazarı) her zaman dahilik ile delilik arasındaki ince çizgide vakit geçirdiğini görebiliyordum ama Bandersnatch’ten sonra, o an hangisini olmak isterse o olduğuna kesinlikle ikna oldum. Bence her şey bir kenara, sırf izleme deneyiminin çerez niyetine yapılmadığını, kafamızı dağıtmak için değil kafamızı toparlamak için bir şeyler izlediğimizi bize hatırlattığından ötürü bile alkışı hak ediyor.
Her şey o kadar üst düzeydi ki, tüm üst düzeyliklerine rağmen hepsini sıradan göstermeyi başarmışlar. Hikaye ve oyunun kurallarından kısaca bahsedip nasıl delirdiğimi ve delireceğimizi konuşalım. Bu arada motor hala çalışıyor, yazıyı yazarken kafayı iyice yakabilirim, uyarmış olayım.
Şimdi söyleyeceğim bir spoiler değil, zaten ilk dakikada gerekli açıklamalar yapılıyor. Temel olarak hikaye boyunca bazı noktalarda ekranda seçimler beliriyor, bilgisayarın faresiyle ya da televizyonun kumandasıyla tercih ettiğimizi seçmek ise bizim işimiz. Dolayısıyla filmi açıp koltuğa yayılmaktansa sürekli tetikte, sıradaki seçimi beklemek gerekiyor.
Bandersnatch, filmin ilk sahnelerinde tanışacağımız, son yıllarda yeniden popüler olan, hatta fırsat bulup çok satanlar raflarına bile transfer olan “maceranı seç” temalı kitaplardan. Film de aslında kitap temelli ilerliyor ve video oyunu programcımız Stefan’ın aynı adlı bir oyun tasarlama fikriyle başlıyor. Bu fikri konu alıyor diyemiyorum çünkü hikayenin gittiği noktalar, gerçekten başladığınız yeri unutturuyor. Bu arada Stefan rolündeki Fionn Whitehead’ı gözünüz bir yerden ısırıyor ama benim gibi ismini bilmiyorsanız, Dunkirk’ün afişine bir daha bakın, aydınlanma o zaman geliyor.
Sen hangi mısır gevreğini seçtin ya?
Başta karşılaştığımız seçimler yukarıdaki gibi basit ama olaylar gittikçe birbirine giriyor. O kadar giriyor ki, eğer siz de benim gibi zaman teorileriyle, seçimlerimizle, paralel gerçekliklerle kafayı biraz olsun bozduysanız, tam anlamıyla sıyırmanız için biçilmiş kaftan. Bana öyle oldu. Delirdim. İşin ilginç bir boyutu da, hemen hiçbir kullanıcının aynı senaryo akışıyla karşılaşmayacak olması. İnteraktif yollar sürekli çeşitleniyor, öyle çeşitleniyor ki (bazen geriye dönüp yaptığınız bir seçimle yeniden baş başa kalacaksınız) aynı seçimi yapsanız dahi gidişat farklılaşıyor, ihtimaller katlanarak artıyor.
Eğer izlediğiniz sırada canınız bir şeylere fena halde sıkkın değilse, deneyiminiz ortalama bir film uzunluğu kadar sürecek. Hatta sizde de öyle olur mu bilmiyorum ama, bir süre sonra ılık ılık kendini hissettiren psikopatik seçimlerde bulunduğunu fark edeceksiniz. Tam o esnada da bir şeyler olacak. Charlie ve Netflix gerçekten her şeyi düşünmüş. Sözüm söz, spoiler yok. Sadece deneyimleyin.
Bu yazıyı yazmanın çekici yanlarından biri, spoiler verme riskinin neredeyse olmaması. Vermem hakikaten çok zor çünkü benim izlediğim versiyonu (ya da versiyonları) siz hiçbir zaman izleyemeyebilirsiniz. Charlie Brooker cephesinden yaşananlara bakarsak demek istediğim biraz daha anlaşılır oluyor. Brooker kısaca bu işi “kalem ve kağıtla” kotaramadığını söylüyor: “Hikaye genişliyordu ve yeni katmanlar oluşmaya başladı. Önünüze bir tablo çizip ilerleyemiyorsunuz çünkü hikaye dinamik ve siz ne yaparsanız onu takip ediyor” diyerek zamanında az dirsek çürütmediğini anlatıyor. Brooker bir noktadan sonra Netflix’i de tutup masaya oturttuğu ve dirsekleri beraber çürütmeye başladıkları için, o bir yandan senaryoyu yazarken Netflix de yeni algoritmalar geliştirip deneyimi oynamanın kaç milyon farklı yolu olduğunu hesaplamaya koyulmuş. Mübalağa değil, çıkan sonuç gerçekten milyonlarla ifade ediliyor.
Metrobüste kuantum fiziği
Bana kalırsa hikayeyi en etkileyici kılan bir unsur da, aklımızın hemen her gün ermediği ya da erme fırsatı bulamadığı noktalara temas edip durması. “Hemen her gün”den kastım şöyle; ben bir gün kuantum fiziği düşünecek olsam diğer gün kaçarı yok klimasız metrobüste körüğe düşerim. Oturup “Acaba geçmiş değiştirilebilir mi, hmm..?” sorusunu sorup kendimden geçmeye kalksam, 5 dakika sürer ya da sürmez, kalkıp marketten tuvalet kağıdının en ucuzunu seçmek gerekecek. Kısacası bazı düşüncelere dalmak, günümüzde lüks oldu. Bandersnatch de onları düşündürdüğü, koşuşturmada açamadığımız o kapıları biraz olsun araladığı ve insana kendini oyunun içinde hissettirdiği için vurucu.
Truman Show, Videodrome, Stranger Things, Matrix, Eagle Eye… İzledikçe aklıma gelen yapımlardan birkaçı. Bandersnatch’i bunların bir harmanı olarak görmüyorum, aksine her bir yapımın kendinden sonrasına aktardığı deneyim, bizi bugün izlediğimiz filmle buluşturdu diye düşünüyorum. Benzerlikleri olduğu kadar kendine has özellikleri de ortada. Bir defa, ne zaman biteceğini bilmiyorsunuz, bilmenin bir yolu da yok çünkü ekranın altında alıştığımız zaman çizgisi yer almıyor. Şahsen ben biraz da ne olacağından çekindiğim için, ileri ya da geri almayı denemedim.
Sonra bazen, “Şimdi de şu olsa” diyorsunuz ve hakikaten o oluyor. Öyle anlar geliyor ki izlendiğiniz hissine kapılmamak elde değil. Size önerim, yanınızda “Ouuhyyhuuo o o ohhohho” deyip omzunu yumruklayabileceğiniz biriyle izlemeniz. Birlikte delirmek, en güzelidir delirmeklerin. Kardeşimle birlikte izlerken belli aralıklarla bir ben onun omzuna vurdum bir o benim kafama yapıştırdı. Zaten delirmeye meyilliydik, ikimiz de susuz katıksız delirdik. Gençliğimizin, çocukluğumuzun masum sarı kafası Pac-Man’in karanlık yüzünü tanıdık, Will Poulter’ın aslında iyi bir oyuncu olduğunun farkına vardık, Çarkıfelek’in beyaz eşya odasını andıran sahnelerde bile hikayeden kopmadık.
İzlerken filme de kendinize de birçok soru soruyorsunuz ama örneğin ben “İki seçeneği de seçmezsek ne olacak?” sorusunun cevabını alamadım. Başa sararız diye seçmemeye cesaret edemedim. Gerçi sonradan ne olduğunu öğrendim ama eğer yeltenen olursa, sonuçları merakla beklerim. Ne olduğunu söyleyeyim mi? Tamam, bir paragraf alta yazıyorum, istemiyorsanız okumayın orayı.
Netflix’in, Charlie Brooker ve Annabel Jones’tan 2017’nin Mayıs ayında, platforma bir interaktif proje istemesiyle ilk tohumları atılan Bandersnatch, izleyiciler için olduğu kadar Netflix için de yeni bir deneyim ve şimdiden bu yeni interaktif formatı tutmuşa benziyorlar ki, planlarına birkaç interaktif içeriği daha aldıkları konuşuluyor.
Meraklılarına “Tıklamazsak ne oluyor”un cevabı: Bu durumda Charlie Brooker’ın bizler için seçtiği, hikayenin en sade halini bir filmmiş gibi izliyoruz. Ama yapacağınız tek bir seçim bile, tüm yolları etkiliyor. Kelebek etkisinin tam karşılığı anlayacağınız.
Tabii yaşadığım deneyimin etkisi yavaş yavaş geçince, kafam işin kamera arkasına gitti. İzlerken yaptığımız her seçim, kağıt üstünde başka bir dal, yeni bir kırılım demek. Ama bunun bir de çekim aşaması var. Aşağı yukarı 1.5-2 ay süren çekimler hakkında deneyimin yönetmeni David Slade, yazar Charlie Brooker’ı işaret edip “Bu aslında bir Charlie biyografisi. Onun çocukluğundan birçok detay içerdiği için ona tamamen güvenmeliydim” diyor.
Eğer bilgisayar oyunlarına meraklıysanız, hele de kontrolü elinizde hissetmek istiyor ve seçimlere dayalı hikayelerden keyif alıyorsanız, Quantic Dream’in oyunlarını incelemenizi (Heavy Rain favorimdir), kurucusu David Cage’i dinlemenizi önerebilirim. Seçimler üzerine bir TED konuşması da var hatta.
Bandersnatch, Black Mirror evreni için de bir eşik aslında. 2015’te “bir İngiliz dizisi”nden “bir Netflix dizisi” unvanına geçtiğinden beri, çarpıcı bölümleri arasında bir hikaye bütünlüğü olmayan, sıklıkla teknolojinin karanlık gücünün yaşamımıza olası etkilerini konu edinen yapım, son yayınlanan sezonuyla aslında en başında da kendi belirlediği türünü yeniden belirledi, daha hayatın içinden hikayelere temas etmeye başladı, ödüller aldı, kafaların bir kez daha kendisine çevirmeyi başardı. Bandersnatch ise çoğumuz yeni bir sezon beklerken, bırakın yeni bir sezonu yepyeni bir deneyim olarak karşımıza çıkınca, yönetmen David Blade’in sözleri daha da anlam kazanıyor: “Eğer baktıklarınızda bir anlam görüyorsanız, baktıklarınız gerçekten anlamlıdır. Kendiniz olun. Bir ‘en iyi’ yol olduğunu düşünmeyin, kendi yolunuzu bulun. Aksi halde hiç yol alamazsınız. Ve geriye dönüp bakmayın, sadece ilerleyin”.
Bitti sanıyorsunuz değil mi? Havalı bir lafla tamamladık çünkü. Ama bitmedi. Bitmez. Her şey güzel hoş fakat aşağıdaki linkle sizleri biraz daha dumura uğratmak istiyorum çünkü ben uğradım. Hiç beklemiyordum ama uğrattılar. Bu hayatta her şey karşılıklı. Buraya tıklayın, içinde de tıklamalara devam edin, Black Mirror ailesinin ve Netflix’in iyice zıvanadan çıktığını göreceksiniz.