
Gitmek ya da arada kalmak
Mısır Apartmanı, İstiklal’in yerli yerinde kalmakta direnen apartmanlarından. Burayı kendine mesken edinen Zilberman Gallery’de ise 27 Kasım’da ziyarete açılan bir sergi var: Yeryüzünde Bir Sürgün. Çelenk Bafra küratörlüğünde hazırlanan, göç ve sürgün kavramları üzerine düşündüren Yeryüzünde Bir Sürgün, 2 Şubat’a kadar galerinin ana sergi mekanında görülebilir.
“İnsan ağaç değildir. Kökü olmaz, kalkar, yürür, gider!”
(Juan Goytisolo, Yeryüzünde Bir Sürgün, Metis, 1992)
Fotoğraflar: Kayhan Kaygusuz
Yeryüzünde sürgün olmayı Almanya’da deneyimleyen dört sanatçının son üç yılda ürettikleri yapıtları bir araya getiren sergi adını, İspanyol yazar Juan Goytisolo’nun “Yeryüzünde Bir Sürgün” adlı derleme kitabından ve kendini yeryüzünün her yerinde sürgün hisseden Tezer Özlü’ye referansla alıyor.
Türkiye, “gitme” hissini/isteğini iliklerimize kadar hissettiren bir ülkeye dönüşürken ya da zaten çoğu akademisyen, sanatçı ve halkın diğer kesimlerinden insanların yerinden yurdundan edilmesi ile bu tedirginliği sürekli yaşatırken, bir taraftan da yıllardır Avrupa’nın da savaş ve diğer toplumsal meseleler yüzünden göç alması ile yükselen yabancı düşmanlığına şahit oluyoruz.
İçimizdeki gitme duygusu bir yanda, bir yerin “yabancı”sı olmak, aidiyet ya da aidiyetsizlik duyguları diğer yanda… Çoğumuz “hareket etmeye” dair bir çaba içerisindeyken bile bu duygular tarafından sıkıştırılıyoruz.
“İnsan ağaç değildir” diyen Juan Goytisolo ve gitmekten yılmayacağını söyleyen Tezer Özlü kadar sağlam iradeye sahip olamayınca, başka bir yere yerleşmek ya da göçmek zorunda olmaya dair sorgulamalar da kaçınılmaz oluyor. Bu sorgulamalara dair, sanatçıların kendi deneyimlerini yansıttıkları çalışmalarıyla, kalıpların ötesinde bir yolculuğa çıkıyoruz.
“Kendimi genellikle yeryüzünün her yerinde sürgün sayıyorum. Ve hiçbir yerinde göçmen saymıyorum. Yazdıklarım göçmen yazını değil. Somut anlamda sürgün yazını da değil. Ben kendimi her an, her yerde için için sürüyorum.”
(Tezer Özlü, Yeryüzüne Dayanabilmek İçin, YKY, 2016)
Sergi, içinde bulunduğumuz bu durumu, Almanya’ya yerleşen ya da geçici olarak orada yaşamayı deneyimleyen sanatçıların video, yerleştirme, kağıt üzerine karışık teknik, renkli fotoğraf gibi farklı tekniklerde çalışmaları ile ortaya koyuyor.
Sergi mekanındaki yerleştirmeye göre öncelikle misafir sanatçı olarak Berlin’e giden Zeynep Kayan’ın, başka bir yere gitmek ya da arada kalmak kavramları üzerine iç sorgulamalarını yansıttığı video çalışmasında, etrafına uyum sağlama ve ayakta kalma çabasını görüyoruz.
Suriye iç savaşı öncesi Almanya’ya yerleşen Suriye kökenli sanatçı Manaf Halbouni, yersiz-yurtsuz yollara düşenlere ithaf ettiği ilk çalışmasında, tüm eşyalarını arabasında taşıdığı, mobil bir ev ile daha bağımsız bir ruha sahip olduğunu hissettiriyor. Sanatçı çalışmasında, sadece göç yaşanan bir coğrafyada değil, Almanya’da da konut sorunu olabileceğine ve evlerin pahalılığına dair sorunlara dikkat çekmek için arabasına sığdırabildiği kadar eşya ile gerçek bir göçebeliği deneyimleyerek, evsiz yurtsuzlara umudu ve direnci hatırlatıyor.
İkinci çalışmasında ise Dresden’in pazar meydanındaki katedralin ve Berlin’in sembolü haline gelen Brandenburg Kapısı’nın önüne dikey olarak yerleştirdiği yolcu otobüslerini görüyoruz. Bizler için sıradan olan ama Halep halkının saldırılara karşı barikat olarak kullandığı bu otobüslerle yeni bir anıt yaratıyor.
Irak Kürdistan’ında işgal öncesi ayrılıp İran, Türkiye, Yunanistan ve İtalya üzerinden nihayet Almanya’ya yerleşen Hiwa K’nın sergide iki video çalışması var. Bunlardan ilki kendi yolculuğundan referanslarla oluşturulmuş bir yol hikayesi. İkinci ise mülteci statüsü almak isteyen bir sığınmacı mülakatını anlatıyor.
Ve son olarak Zilberman Gallery’nin bir diğer misafir sanatçısı olan Antonio Cosentino…
Sanatçı, Berlin’deyken rüyasında Berlin Duvarı’nın benzerinin İstanbul’u ikiye böldüğünü görüyor. Sergide de bu rüyada gördüğü, “İstanbul Duvarı” ile bölünmüş İstanbul haritası çizimini görüyoruz. Bu rüyadaki duvar metaforuna dair farklı okumalar yapılıyor. İlki ülke içindeki bölünme kültürel kopuşken diğeri ise bu duvarın bir savunma biçimi ya da alternatif bir dünya temennisi olduğu.