
Gözde Mutluer hem kalabalık hem kendi içinde
Onu görür görmez her birimizin aklında canlandırdığı başka bir karakter beliriyor, sohbete başlar başlamaz gözleri ve enerjisiyle sizi etkisi altına alıyor. Gözde Mutluer’in yaptığı işler, yapacaklarının habercisi.
Kardeşler filmiyle Uluslararası Adana Film Festivali’nde Umut Veren Genç Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldığı gün aslında bizim de ekipçe birbirimize “Artık Gözde’yle buluşmalıyız” dediğimiz gün oldu. Gözde, konuşmaya başladığından itibaren sanki 40 yıllık dostunuzmuş gibi hissettiriyor. Tanışmışlık hissini yakalayınca da insan sohbet bitsin istemiyor. Soracak soru çok, ilk sıra Kardeşler filminin. Film, Adana’dan önce Karlovy’de de gösterildi ve Gözde Mutluer, birbirlerine zıt iki karakter olan 4N1K dizisindeki Yaprak ile filmdeki Yasemin’i art arda oynadı. Filme bu açıdan nasıl yaklaştığını sorduğumda muhabbet bizi Kardeşler filmiyle nasıl yolunun kesiştiğine getiriyor: “İlk önce Ömür Atay’la görüştük, o da üzerine düşündükten sonra ‘Sen Yasemin’sin’ dedi bana. Üzerine yaklaşık bir aylık okuma provası, yönetmenimiz ile birebir çalışma ve daha çok üzerine konuşma, sohbet ile geçen bir ön hazırlık yaptık.”
Gözde, filmin Eskişehir bloğunda yer alıyor, dolayısıyla bahsettiği tüm ön hazırlık ve çekim süreçlerinde de vaktini Eskişehir sokaklarında geçirmiş. “Ben çok sıkışmaktan korkuyordum hayatta. Biraz eli kolu dolu bir insanım, bir sürü şey yapmak istiyorum ve minikten bir hiperaktivite de var, çok dışarıya çaktırmasam da— ya da çaktırıyor muyum?”
Birlikte sadece yaklaşık bir saat geçirdik, röportajdan sonra sohbet sırasında çekilmiş fotoğraflarımıza bakınca Gözde’nin ellerinin ve kollarının flu çıkmadığı pozları seçmeye çalışmak, yukarıdaki cümleyi daha da anlamlı kıldı. Neyse ki canımız Photoshop’umuz var, hepsini kurtardık. “Başka şeyler yapma isteği hep var içimde, o yüzden çeşitlilik artınca aslında ben daha verimli hale geliyorum. Hem oyunculuğun içinde hem dışında, daha çok bir şey üretmek, bir şey yaratmakla ilgili. Ne kadar çok şeyi bir arada yapmaya kalkarsam, her birine o kadar daha odaklı olduğumu fark ettim. Çünkü tutku tutkuyu doğuruyor.”
Tutkunun tutkuyu doğurması, Eskişehir’de geçirdiği günleri getiriyor aklına. Tüm bu koşuşturmanın içinde yalnız kalmak ona iyi gelmiş. Dediğim gibi Yaprak gömleğini çıkarmasıyla Yasemin gömleğini giymesi arasında oldukça kısa bir süre var, bu geçişi de şöyle anlatıyor: “Köşeli bir geçiş oldu aslında benim için ama karakter bana nefes aldırdı. Yasemin başka bir dinginlikte ve yalnızlıkta olan bir karakter; Yaprak ne kadar kalabalıksa Yasemin o kadar kendi içinde.”
Yaprak, Gözde’nin de dediği gibi kalabalık ve kıpır kıpır, hatta o kadar kıpır kıpır ki yakında dijitalleşen dünyanın hızına yetişecek, biz de 4N1K’yı ana hikayeye sadık kalıp gelişen yan hikayeleri ve kısalan süresiyle dijital mecrada izlemeye başlayacağız. Dijital dünya, eğlence sektöründe bulunan hemen herkes için hem bir umut hem de yeni bir kapı. Birçoğumuz, mevcut düzenin koşuşturması içinde bir anda gelen bıkkınlık haline aşinayız. “Ben televizyonun çok popüler olduğu bir dönemde oyunculuğa başladım ama diğer yandan ben bir Z kuşağıyım. Dijitalin o gelişimine ben de şahit oldum, o bıkkınlık hali bana da geldi çünkü süreler çok uzun, çalışma temposu oyuncu için duygusal olarak da yorucu bir süreç ama her zaman keyifle üstesinden geldim bunun. Şimdi yeni bir senaryo ekibiyle, 55-60 dakikalık bir sürede, dizinin tadını koruyarak devam edeceğiz.”
Ne zaman internette bir arayışa girsem, ekşi sözlük şaşmaz adreslerimden biri olur. Gözde’yle buluşmadan önce de “Bakalım hakkında neler yazılmış” merakıyla sözlüğü karıştırırken, 2013 yılında kısa biyografisini serbest nazımda kaleme alan anonim bir hayranıyla karşılaştım. Burayı okuyorsan sevgili ‘deliler benden sorulur’, şiirini hep beraber sesli okuduğumuzu bil:
Yazar, çizer, boyar.
Sıla’nın İmkansız klibinin yönetmeni.
İllüstrasyon yapar.
Melekler Korusun’un Işıl’ı.
Tövbeler Tövbesi’nin Songül’ü.
Bizim Yenge’nin Asuman’ı.
Bebek İşi’nin Özge’si.
Benimle Oynar Mısın’ın Sıla’sı.
Dağ filminin Pelin’i.
Elbette Gözde’nin biyografisi, filmografisi burada bitmiyor, liste uzayıp gidiyor. Biz onu bugün oyuncu Gözde olarak tanıyoruz ama resim de belki en az oyunculuk kadar yer kaplıyor hayatında. Kafasında ikisini hiç kıyaslıyor mu yoksa aksine birbirlerini dengeliyorlar mı diye merak ediyorum. “Ben aslında ikisini hep farklı kimlikler olarak kurmuşum kafamda, yakın zamanda bunun farkına vardım. Dolayısıyla oyunculuğun çok yoğun olduğu dönemlerde resmi savsaklamışım, onunla ilgili hayallerimi askıya almışım, unutmuşum sonrasında. Yarama tuz bastınız şimdi… Son zamanlarda ikisinin de aslında aynı Gözde olduğunu fark ettim. Çok farklı haller ikisi. Genelde çok uğraşıp yaptığım kadın portrelerine dönüp bakınca, hepsinde oynadığım bir karakterin bakışı var aslında. Dönüp bakınca anlıyorsunuz bunları. O yüzden ben de birleştirmeye karar verdim kafamdaki kimlikleri.”
Resimlerini ve tasarımlarını henüz görmediyseniz, şimdi bakmanızın tam sırası. Resim demişken, son dönemde rastladığım ve bana bir şekilde onu çağrıştıran Fransız bir ressam var: Inès Longevial. O da henüz çok genç, o da genellikle kadın figürleri üzerine çalışıyor ve ilhamlarını sayarken Picasso’yu da sayıyor, yönetmen Pedro Almodovar’ı da. Hem bir oyuncu hem de bir ressam olmak Gözde’nin ilhamı, esasında geçirgen karakterinden geliyor. “Oynadığım karakterin duygularını sahiplenmeye de çok açığım, izlediğim bir filmdeki karakterin duygularını sahiplenmeye de; şu an seninle konuşuyoruz ve senin duygularını sahiplenmeye de çok açığım. Bu beni yoruyor zaman zaman ama resim yaptığımda bu yorgunluğu çok tatlı bir şeye dönüştürebildiğimi fark ettim.”
Bir resim eğitimi almadığını ve ortaya çıkardığı her şeyin doğaçlama sonucu olduğunu söyleyince, yarasına biraz daha tuz basacak soru geliyor aklıma: Acaba oyunculukla resim arasında “Ben kariyerimi bu alanda yapacağım” diye bilinçli bir seçim yaptığı bir an oldu mu, yoksa akışına göre mi ilerlemeyi tercih etti? “Bilinçli bir seçimdi oyunculuk, mesleğimi çok seviyorum. Aslında meslek olarak da görmüyorum sete çıktığımda ya da set bitiyor, iş görüşmeleri süresince belki meslek olarak görüyorum. Ama sete çıktığım andan itibaren, ben Yaprak’ım. Mesleğime vefalı davranmaya çalışıyorum. Bu işi yapacağıma karar verdiğim günden beri eğitim almaya çok odaklandım. Elimden geldiğince insanları gözlemlemeye, çalıştığım oyunculardan ve yönetmenlerden bir şeyler kapmaya çalıştım.”
Oyunculuğu son sürat mesleği olarak icra etse de resim yapmaya da ara vermiyor. Sonuçta insan bir işi tutkuyla yapınca, bir şekilde vakit yaratıyor. Çizimlerini, onları beğenen insanların evlerinin duvarlarında görmek ona iyi hissettiriyor. Hayali de, evinin bir duvarının kocaman ve bembeyaz olması, duvarın bir köşesinde de kendi çizimlerinin yer alması. “Ben de göreyim de hevesleneyim, gördükçe daha çok hevesleniyor insan, unutmak zorlaşıyor. Bir dönem atölyem vardı, sonra o atölye kapandı, bir süre göçebelik döneminden sonra şimdi yeni yeni bir düzen kurmaya başladım. Atölyem de evimde.”
Benim YouTube’da kaybolmalarım dadananların malumu, Gözde’nin eski röportajlarını izlerken çok sevdiğim bir video yeniden karşıma çıktı, ona zapladım: Matthew McConaughey’in 2014’teki Oscar konuşması. İzlemeyenler ya da unutanlar için kısa özeti şöyle: O konuşmada oyuncu kendi kahramanını anlatıyor ve şöyle bir betimlemesi var: 15 yaşındaki Matt’e “Senin kahramanın, idolün kim” diye soruyorlar, o da “Bilmiyorum birkaç hafta düşüneyim” diyor. Birkaç hafta sonra şöyle bir cevap veriyor: “Kahramanım 10 yıl sonraki Matthew.” Buraya kadar anlaşılabilir. Ama iş sonra değişiyor, 10 yıl geçiyor ve aynı kişi gelip “10 yıl oldu, artık olmak istediğin kişisin demek” diyor ve Matt de “Yanına bile yaklaşamadım” diyor, “Kahramanım bugünden 10 yıl sonraki benim”. Ve böyle gidiyor, sürekli kendine 10 yıl tanıyor. Hiçbir zaman kendi kahramanı olan haline erişemeyeceğini ama bu durumun ona her zaman kovalayacağı birisini ve takip edilecek bir hedef verdiğini söylüyor.
Ben de bugünkü Gözde’ye soruyorum, senin bir kahramanın var mı? “İsmen söyleyebileceğim birisi yok ama daha içsel olgunluğa erişmiş bir halde olmak isterim. Aslında şunu fark ettim, kendimize hayaller ediniyoruz, daha sonra onları elde edince boşluğa düşüyoruz. Ama bu boşluk iyi bir şey. Buna ne kadar erken yaşta erişirsen o kadar iyi, o yüzden kendimi şanslı görüyorum. Böyle şanslı olmaya devam ederim umarım.”
Eliniz kolunuz her daim dolu olunca, o boşluklardan çıkıp yeni hayallerin peşinde koşmayı da başarıyorsunuz. Bir anlamda hepimiz kendi şansımızı kendimiz yaratıyoruz, sadece bıkmadan yürümek istediğimiz yolda olduğumuzdan emin olmamız gerek. Şimdi kısaca baştan alalım: Gözde Mutluer, sinema televizyon mezunu, on yılı aşkın süredir oyunculuk yapıyor, bir o kadar süredir de resim çiziyor. Kameranın önünde arkasında yanında, her yerinde olmayı seviyor ve kafasında yeni bir fikrin yeşermediği pek az zaman var. Hal böyle olunca oyunculuğun içinde ya da dışında, kameranın önünde ya da arkasında yeni planları ve projeleri neler, sormadan olmaz. “Okurken hayalim yönetmen olmaktı, bir yandan oyunculuk yapmaya devam ediyordum o sırada ama sonradan savruluyoruz, ne istediğimizi bile unutabiliyoruz ama işte şunu fark ettim, şu an ne yapıyorsam aslında o bilmediğim hayalime erişmek için yapıyorum. Oyunculukla da ilgili birçok hayalim var. Biraz daha özgür olmayı istiyorum; yani kendi projemi üretmek isterim, inandığım işlerin içinde olmak isterim ki 4N1K ve Kardeşler bu sene bana o anlamda çok iyi geldi. Böyle devam etsin isterim, bir yandan senaryo çalışıyorum, birçok film izlemeye çabalıyorum. Sinema filmi yapmak istiyorum aslında ileride. Hani ‘Kendin yap’ derler ya adama, söylemekten vazgeçip adım atayım, kapıyı aralayayım, bir kısa film çekeyim, deneyip göreyim en azından. Hikaye anlatmak istiyorum yani, resimde de oyunculukta da ileride sinemada bir şeyler yaparsam orada da hikaye anlatmak istiyorum.”
Biz Dadanizm’de ilgi duyduğumuz her şeye sırılsıklam dadanıyoruz; dizilere, filmlere, müziğe, kitaplara… “Bir ömür dadanırım” dediklerinini bir çırpıda saymak zor olsa da Gözde, son zamanlardaki favorilerini sıralıyor. “Kitap olarak dadandığım, hiç böyle baştan sona bitiremediğim ama sürekli başucumda duran, sürekli aralardan bir şeyler okuduğum Tutunamayanlar var mesela. Müzisyen olarak Adamlar’ı çok beğeniyorum, şarkı sözü yapma açıklıklarını, batıdan ve doğudan bir sentez oldukları için seviyorum. Vizyonda da izlemiştim ama dün yeniden oturup Körfez filmini izledim.”
Belki Gözde’yle yalnızca bir saat konuştuk, kimine göre kısacık bir süre ama bazen hayatın temposu o kadar hızlanıyor ve insan kendine sadece oturup dinleneceği on dakika bile ayıramıyorken, aslında her dakikanın kıymeti var. Gözde’nin durumunu hayal ediyorum: Set başlıyor, biter bitmez telefon çalıyor, bir çekim başlıyor… O bitiyor, araba kapıda, bekleyen var, ver elini yeni duraklar… Belki o gün saatin kaç olduğuna bir uyanırken, bir de yatmadan önce bakabiliyor.
Michelangelo Antonioni’nin Par-delà les nuages filminden bir sahnede anlatılan bir öykü, bugüne kadar anlatıla anlatıla şekilden şekle bürünmüş olsa filmde geçen haliyle şöyle: Meksika’da birtakım araştırmacı, dağlardaki İnka şehrini bulmak için yerlilerden yardım alır. Dere tepe düz giderler, saatlerce günlerce yol aldıktan sonra yerliler aniden dururlar. Araştırmacılar hevesli ve acelecidirler, nedenini anlayamaz ve yerlilere kızarlar. Yerliler eylemsizliklerini bozmadan cevap verirler: “Çok hızlı ilerliyoruz, ruhlarımız geride kaldı. Onları bekliyoruz”.
Geçirdiğimiz sürenin sonunda rahatlıkla söyleyebileceğim şey, Gözde Mutluer büyük korkusu ‘sıkışıp kalmayı’ başarıyla alt ediyor, yaptığı işler ve enerjisiyle sık sık hem kendininkini hem de karşısındakinin ruhunu dinlendiriyor.