Güldürmedi ama düşündürdü: Recep İvedik 6

Recep İvedik serisinin geçtiğimiz hafta vizyona giren bu son filmi, bir altkültür ikonunu Kenya’da temaşa içinde aşağılamaya, hem de çokça yaslandığı sınıfsal çatlaklara dahi itibar etmeden küçük görmeye çalışıyor.

Sinemanın kitlesel bir iletişim aracı olarak seyirciyle kurduğu bağın kapital düzende kabarttığı iştah, sinema dışındaki kültürel alanlara da yayılma çabası gösterebiliyor. Dolayısıyla ortaya çıkan ürünün ne denli ”yedinci sanat”la alakalı olduğu izleyiciden daha çok prodüksiyonun ve yönetmenin önceliği. Özellikle Türkiye gibi giderek ayrışan toplumlarda (dönem itibariyle tarihsel, coğrafi, dini ve ekonomik anlamda, ”sınıfsal” ayrımların da ötesinde) zenginliklerin çeşitlilik bağlamından uzak, mümkün mertebede sığ ve çatışma odaklı maddiyat kapısı olarak görüldüğü bir sır değil. Öte yandan bu bir suç da değil ve temelinde önemli bir toplumsal tespiti barındırıyor. Hatta bu öyle keskin bir gözlem ki, sahibine beş filmde toplam yirmi beş milyonluk bir gişe getirmiş durumda. Serinin çekilen her filmi ülkenin dört bir yanında devasa bir dağıtımla izleyiciyle buluşuyor ve inanın göz ardı etmek, gözleri yummak demek.

Serinin önceki beş filminde, Survivor gibi reytingi yüksek bir yarışma programından tutun da, sıradan hayatımızın içinde yer alan, neredeyse tüm paydaşları konu edinen kurgulara dek, ama esas olarak sınıf farklılığını önceleyen ve bunun üzerinden intikam alan bir karakterin doymayan intikamını ve her mücadelesinden saygısızlık besleyen bir gururla çıkışını izlemiştik. Bu süreçte ince bir özenle saldırmadığı geleneksel ve ailesel kimi değerler hariç, profesöründen eğitmene, işini adabıyla yapan otel görevlisinden adil bir yarışmacıya dek biteviye bir çabayla herkesin hakkından gelmişti Recep İvedik. Öyle ki, uçsuz bucaksız hadsizliğine dayanmış kerameti kendinden menkul (!), kaba kuvveti doğal bir iletişim metodu olarak özümsemiş bir “superhero” hüviyetinde resmedilmişti. Bu noktada, karşılaştığı ve zafer kazandığı bireylerin sahip oldukları unvanların çoğunun yönetici, denetleyici, onarıcı ve koruyucu konumda bulunan yan roller olduğunun altını bir kez daha çizelim. Zira yüzlerce sinemada kendine milyonlarca izleyici bulan serinin beyazperdeye çekmeyi hedeflediği sınıf; bir şekilde anlatılan hikayelerle kişisel bir bağ kuruyor, karakterin pervasızlıkla sunduğu içerikten hem keyif hem rahatlama hissi çıkarıyordu. Böylece Recep İvedik her ne kadar geliştirici hiçbir mesaj vermese de, bir altkültür kahramanına, tabiri caizse alter egosuyla bir başkaldırış timsaline dönüşüyordu.

recep-ivedik-6-3

Gelgelelim, serinin son filmiyle bugüne kadar öyle veya böyle kendine bir kitle yaratmış figürü artık seviyesizlikte arşa çıkmış bir noktada görüyoruz. Kotardıklarını düşündükleri senaryo ile her açıdan varoluşsal refleksleri zayıflamış ve zenginliğinin erimesini durdurmakta zorlanan bir toplum için bile kabul edilemeyecek bir yola girmiş gibi görünüyor Gökbakar kardeşler. Kendi aralarında Recep’i Konya yerine Kenya’ya göndermiş olmaları bir espri sebebi olabilir, lakin bunu 110 dakikalık bir kayda dönüştürmeye iten sanırım artık sadece maddi ihtiyaçlar da değildir. Çünkü neresinden bakarsanız bakın, bu son film, bir altkültür ikonunu Kenya’da temaşa içinde aşağılamaya, hem de çokça yaslandığı sınıfsal çatlaklara dahi itibar etmeden küçük görmeye çalışıyor. Recep’in sıklıkla kendini yücelttiği, bağırıp çağırdığı, hor gördüğü ve en nihayetinde ”kıymetli” desteğini esirgemediği sahneler barındırıyor. Eğitim ve sınıf kavramlarından ayrı, minimal düzeyde bir empati yeteneğine sahip birinin dahi izlerken içselleştiremeyeceği kabasabalıklar ve tutarsızlıklar içeriyor.

Sinemanın sanatsal olup olmamasından öte, hedeflediği seyirciyle buluşup buluşmamasından gayrı, iletmek istediği mesajın dişe dokunurluğundan ve etkileyiciliğinden ırak bir durum söz konusu artık Recep’te ve üretenlerinde. Recep ”sinemasal” bir karakterden ziyade gerçek olsaydı bize önceden gösterdikleriyle böylesi bir kendini bilmezliğe ulaşabilirdi, burası makul. Ancak, altkültürden dem vuran, ciddi bir toplumsal gözlem üzerine inşa edilse de hiçbir ”sanatçı” kaygısı gütmeden çıkarılmış bu kadar filmin üzerine, gelinen bu biçimsiz çıta, kolay kolay hazmedilecek boyutta değil. Onca zamandır bulduğu karşılık neticesinde hakkında yorum yaparken hakir görmekten hepimizi alıkoyan seride gelinen son seviye artık yerin dibi.

Kimse kusura bakmasın; bunca yıldır gişe başarısının arkasında yatan nedenleri düşünerek hareket eden bizlerin dahi durup düşündüğü açı ”umarım bunu Kenyalılar izlemez” ise, çıkarılacak sonuç bu ”garip” yolculuğun Kenya’da son bulmasıdır. Umarım Gökbakar kardeşlerin bundan daha iyisini yapmaya dair bir endişeleri hâlâ bir yerlerde saklıdır, çünkü bundan daha vasatını yapmak onlar için bile hayli zor olacak.