İnsan hayata daima dadanmalıymış, 25’imde anladım

Merhaba sevgili dadanatörler. Bilmiyorum bu kelime hiç kullanılıyor mu ama sizce de yakışmadı mı? İlk kez dadanıyorum, mazur görün. Dadanizm’den haberdar olduğum günden beri bugünü bekliyorum.

Sevgili baş dadanatör Seden’e şaşmayan belirli aralıklarla yolladığım “Ben de yazmak istiyorum, ne güzel site”, “Şu yazı çok iyi, sanırım ben de bir şeyler yazacağım”, “Bu hafta bir yazı yollamayı düşünüyorum” mesajlarıyla başlayan ve sonlanmayan süreç tam şu an, bu yazıyla nihayete eriyor. Bu süre zarfında, aklımda popüler kültürün her alanı hakkında tilkiler dolanmasına rağmen hiçbiri hakkında hiçbir şey yazamadım. Ben de yazmaya kendimden, ortaya karışık bir şeyler çıkararak başlamak istedim. Ya da sadece bu hayatta 25. yılı doldurmanın garip hissiyatı içindeyim, anlayacağız.

Bu yazıda sizinle konuşmak istiyorum sevgili okur, o yüzden ekranın köşesine çökmüşüm de bunları size ben okuyormuşum gibi okuyun siz de. Aralarda durun, soru sorun mesela, belki aşağılarda bir yerde cevabı vardır.

25 yaş dediğimde bazılarınız içinizden “O da yaş mı be, yaş dediğin 40 olur, ne bileyim 55 falan olur” demiş olabilirsiniz ama öyle demeyiniz, benim için bu hayatta eriştiğim en yaşlı hal. İlk kez bu kadar büyüdüm yani. Ama işin aslı sayının niceliğinde değil niteliğinde. 25 yaş, yıllardır “hayaller” kelimesiyle eşdeğer çünkü benim açımdan.

Sanıyorum benzer duyguları Erdal Tosun’u kaybettiğimizde tekrar tekrar açıp izlediğim Rina filminde yaşamıştım. O zaman yazma gereği duymadım ama şimdi yeniden açtım, en sevdiğim yerleri -izleyenler bilir- o ciğer parçalayan melodi eşliğinde bir kez daha izledim. Ne güzel şeyler demiş Erdal Tosun, ustayla el ele 25’imde neleri anladığıma bakıyorum şimdi:

“Hayat bu ufaklık, şakaya gelmez. Beş dakikada adama türlü türlü kostüm giydiriverir, farkına bile varamazsın. Üstündeki elbiseye sen bile inanırsın, hemen o oluverirsin. Ben buna “üniformanın zehri” diyorum, laf aramızda. Gözlerin kör olur, ruhun vücudundan ayrılır, tanıdıkların sende tanıdıkları hiçbir şey göremezler, yaa… Ne bakıyorsun öyle, dedim ya hüzünlü değilim, benim mizacım böyle. 25 yıldır içiyorum bunu, ben ona içimi döküyorum, o bana içimizdekileri gösteriyor.”

Yani cidden bilemiyorum, 25 yıl demesi tesadüf mü, evren beni Erdal ağabeyle böyle bir zamanda özellikle mi yeniden karşılaştırdı, kestiremiyorum. Ben 25 yıl içmedim tabii, ama 25 yıldır ara vermeden yaşıyorum. 25, benim için uzun süredir en erişilesi yaştı. Ne 24’ü ne 26’yı düşünürdüm, 25’e endeksliydim yani. Hayatımın kilometre taşlarını bu yaşa dizmiştim arka arkaya. Hayallerimi yani. Ama bu taşlara o kadar endeksli yaşıyormuşum ki, dışarıda kalanların ters gitmeye başladığını kaçırmışım. Bencilce yaşadığımızı fark etmemiz için hayatın oyuncaklarımızı elimizden alması gerekebiliyormuş. Böyle böyle hayatımın ilkleri, beni 25’te buldu.

Bu yaşımda, ben ilk defa vedalaştım örneğin. Hayatta yaşamadığım onca ilk olduğunu bu yaşta fark etmeye başladım. Ayrılığın ağırlığını ilk defa hissettim. Sadece insanlardan değil, kokulardan da ayrılıyoruz örneğin. Kokuları hâlâ bir yere kaydedemiyor oluşumuz, sizce de anlamsız değil mi? Onca abuk subuk bilgiyi saklayabilen insanlık hâlâ kokuları saklayacak cihazı yapamadı. Türlü kostümlerin hiçbirinin aslında benim olmadığını anladım. Bu yaşımda ilk defa kafamın içinde yalnız kaldım. Ayrılığın, iki insanın bir arada olmaması değil; ayrılığın, insanın içini dökememesi olduğunu öğrendim. En mutlu anınızda da en kötü gününüzde de aynı kişiyi aradığınızı, siz fark etmiş miydiniz? Umarım etmişsinizdir, çünkü Seden benden bir aforizmalar yazısı yazmamı istese, herhalde her satıra bunu yazardım. Ama aslında, birkaç hoş aforizma biliyorum. Matt Haig’den geliyor:

  • David Bowie’nin “Space Oddity”si uzay hakkında hiçbir şey söylemiyor olsa da müzikal motifleri çok hoş.
  • İster biftek, ister bonfile de, inek inektir.
  • Hayatında 25.000 gün olacak. Bunların bir kısmını unutamayacağın şekilde yaşadığından emin ol.
  • Bir karadelik oluşurken muazzam bir gama ışını patlaması yaratır ve koca koca galaksileri ışığıyla kör edip milyonlarca gezegeni ortadan kaldırır. Yani her an yok olabiliriz. Mesela şimdi. Ya da şimdi. Bu yüzden, yaparken ölmekten mutlu olacağımız şeylerle uğraşmalıyız her fırsatta.
  • Sorun sende değil. Onlarda. (Ciddiyim.)
  • Trajedi, tamamına ermemiş komedidir aslında. Bir gün buna güleceğiz. Bir gün her şeye güleceğiz.

Kuantuma ilginiz vardır, yoktur, tamamen size kalmış ama çok sevdiğim bir kitapta da dendiği üzere, “Başında beklenen su kaynamaz.” Kuantum hakkında bunu bilsek yeter. Kuantum düşünmek, inanır mısınız bilmiyorum ama aklıma bazen Feyyaz Yiğit’i getiriyor. Onun da çok anlamlı bir sözü var ancak 25’imde anlamı pekişen: “Her şeyin her hali çok güzel olabilir. İlla ki bir şeyin bir halinin peşinde koşma. Her şeyin her halini beğenmeye çalış.” Düşündürüyor şimdi, inkar edemeyiz.

25’ten bana kalanları, 5’ten 15’ten gelenleri, 35-45 ve sonrasına dair fikirlerimi yazıyorum; sinemaya, televizyona, internete taşımayı hazırlanıyorum. Hayatım boyunca nereye dadanacağıma aslında birkaç sene evvel karar verdim: Hikaye anlatacağım. Her hikaye birilerinin hayali ne de olsa. Bu yazıda kısacık bir kısmında bana ortak oldunuz. Dinlendiğini bilmek güzel. Bugün anlıyorum ki her birimizin yolu farklı ve aynı yoldan gitmek istediklerimizle çoğunlukla ayrı düşüyoruz. Çünkü en büyük hatalarımızı o yolda yapıyoruz. Her şeye rağmen, yolun sonundan değil de yolun kendisinden keyif almayı öğrenmeye çalışıyorum. Ama akıldan çıkmaması gerekenler de var tabii; zamanında birini gerçekten mutlu etmiş olmak, birine değer vermiş olmak, yolu biriyle gitmeyi hayal etmiş olmak… Çünkü hepimizin bu hayatta yaşadıklarını anlatacak ve “Hadi lan ordan!” diyecek birine ihtiyacı var.

giphy (6)

Sonraki yazı için belli bir yaşa girmeyi beklemeyi düşünmüyorum, daha 25 yaş için bile söylenecek daha çok şey var, görüşürüz sevgili dadanatörler.