İşimdeyim, gücümdeyim: Patriyarkanın ev içi emeği halı altına süpürme çabası

Birileri hakkında “Üstümde emeği çok büyük, hakkı ödenmez” denince bunun bir iltifat olduğunu düşünüyoruz ama bunun bir öneri olduğu ihtimalini atlamamalı. Zira sistematik olarak kadınların zamanını ve enerjisini tüketen ve onlara temelsizce delege edilmiş “görevleri” yerine getirmiş olma tatmininden başka pek bir şey sunmayan bir sistem karşılıksız ev içi emek. Siyasi pusulanın dört köşesinde farklı algılanan, dinamiklerini anlamadan güncellemelerle devamlı olarak yeniden ürettiğimiz bu sistem aslında ekonominin bel kemiğini oluşturabilecek kuvvette. Yine de ev içi işe en yakın faaliyeti kadınların üzerine iteledikleri bu emeği halı altına süpürmek olan patriyarka istikrarlı bir şekilde ev içi görevlerin yol açtığı zaman fakirliğini, sosyal güvence eksikliğini ve teşkil edebileceği bir sektörü görmezden geliyor.

Kadının yerinin evi olduğu fikri bize alabildiğine arkaik geliyor ama bu inanç 70-80 yıldan eski değil, en azından orta ve altı gelir sınıfları için. Amerika’nın sömürgeci döneminde kadınlar ve erkekler işgücüne eşit katılım sağlıyor, tereyağı yapmak, taş değirmende tahıl öğütmek ve su taşımak gibi fiziksel olarak zorlayıcı işler kadınlardan sakınılmıyordu. Endüstri devrimiyle birlikte kadınlar bir anda eve hapsedilmedi, bilakis kadınlar devrimin ilk zamanlarında fabrikalarda oldukça etkin yer alıyordu. Bu sistem bugün eşitliğe işaret eder gibi olsa da ideal olmaktan oldukça uzaktaydı. Fabrikalarda ağır-orta işçilik kadınlar olduğu kadar çocukların da yer aldığı bir görevdi, öyle ki aileler fabrikalarda birlikte çalışıyordu. Rhode Island sistemi bugün toksikliğiyle de tanıdığımız mikroyönetim sisteminin ilk adımlarından biri, fabrikalarda ailelerin bir birim olarak çalıştığı ve birim reisinin -evet, ne yazık ki bildiniz- evin babası olduğu bir yönetim şekli. Çocukların çalışma yaşının yükseltilmesi, kadınlarla birlikte çalışma saatlerinin azaltılması ve temel iş güvenliklerinin sağlanması onları işverenler için oldukça verimsiz kılıyordu ve bilirsiniz, sermaye kendisinden başka kimseye çalışmaz. Kadınlar bu gelişmeler ışığında alkışlarla eve uğurlanınca erkekler “evin direği”, ekmek kazanıcısı pozisyonunu aldı.

Bu örnekler Amerika ve İngiltere bazlı ama bizim topraklarımızda karşılığı mevcut. Tanzimata kadar kadınların iş hayatında bulunmadığı iddia edilse de bu iddia sadece memuriyet konusunda doğru. Bu tarihten önce temel gelir kaynaklarından olan tarım kadınların emeğinden ayrı düşünülemez bir alan. Dahası endüstriyel devrimle birlikte görevlerini makineleşmeye kaptırma tehdidi altında olan Osmanlı kadınları ilk önce Plevne’de 1839’da, takiben ücretlerinin düşürülmesi ve işlerini kaybetme ihtimaliyle Samarkov’da 1851’de tekrar isyan ettiler. Bu dönemin belge eksikliği kadın emeğinin arkalarından gizli sözleşmeler imzalanmış gibi, sistemli şekilde görünmez kılınmasının bir semptomu sadece.

Bundan sonrası bildiğimiz “kadının yeri evi” inanışı. Kadınların endüstriyel devrimden uzaklaştırılmasıyla başlayan ve 1950’lerde kemikleşen Cult of Domesticity yani “evcimenlik kültürü” ya da “hakiki kadınlık kültürü” haremlik ve selamlık kültürünün bir yansıması, ama beyaz ve Protestan kültürle yorumlanmış. Zaten adı ve şekli değişse de inanış değişmiyor, zira yakın bir inanış Alman İmparatorluğu’nda 3K, yani Kinder, Küche, Kirche (Çocuk, Mutfak, Kilise), Japon Meiji döneminde “İyi Eş, Bilge Anne” şeklinde tekrar karşımıza çıkıyor. Hem biyolojik özcü, hem idealist perspektifle bir kadının dört şey olduğunu ve olmasını gerektiğini iddia ediyor evcimenlik kültürü: dindar, iffetli, itaatli ve evcimen. Basit bir hesapla evcil hayvanlarımıza Allah dedirtebilirsek bu dönemin ideal eş adayı olmaya ne yaklaştığını buluyoruz.

Elektronikleşmenin artması fiziksel iş gücüne olan ihtiyacı azalttıkça kadınlar sahalara geri dönüyor. Bu dönüşün pürüzsüz olmasının sebebi ne yazık ki hâlâ karşı çıkmak zorunda kaldığımız gelir eşitsizliği. Kadınlar işgücüne döndükçe görünmeyen ev içi emek sisteminde farklılıklar oldu ama aklınıza süper radikal bir ütopya gelmesin. Sömürü renk değiştirdi, evde çalışan iki birey olması bir ev direği kavramını sekteye uğratmadı. 2014-15’ten TÜİK verilerine bakarsak çalışan kadınlar hane içi görünmeyen görevlere 4 saat 35 dakika ayırırken çalışan erkeklerde bu süre 53 dakikaya iniyor. Kadınlar evlendikten sonra karşılıksız ev işi yükleri yüzde 49 artıyor, çünkü erkek partnerlerinin yükünü yüzde 38 azaltıyorlar.

Üzerlerimize gölge eden toplumsal cinsiyet rolleri olmadığında bu durumun ne kadar değişebildiğine kuir çiftlerden tanık oluyoruz, zira yapılan araştırmalara göre karşılıksız hane içi görevlerin dağılımı 50/50 olmasa da, iletişim yoluyla daha adil bir şekilde paylaştıklarını söylüyor İngiliz kuir çiftler. Dünyada bu fark açılıp kapanıyor ama hiçbir kara parçasında erkekler hane içi görevlere kadınlardan daha fazla vakit harcamıyor. Kadınlar olarak iş yerinde, siyasette, kamusal alanda uğradığımız haksızlık yetmiyormuş gibi görev tanımı “kısıtlı kaynakların yeniden dağıtılması” olan iktisat, zamanın bile herkes için eşit çalışmamasına çözüm bulamıyor, belki zaten aramıyor da. Zamanımız görülmek istenmeyen bir etkinlik tarafından düzenli olarak hortumlanıyor, bu durum çok vahim ve iktisat bu sömürüye sırtını yeri gelince dayıyor, yeri gelince dönüyor. Anlayacağınız vakit nakit değil, vakit vakit desen zaten değil, nakit kim bilir nerede.

Bu “onlar da bizi görmeyiversin” deyip geçemeyecek kadar büyük bir sorun. GDP, yani gayri safi milli hasıla bir ülkenin ekonomik durumunu belirlemekte en sık kullanılan ölçütlerden biri. GDP hesaplamalarında bir açık var, Yeni Zelandalı feminist iktisatçı Marilyn Waring’in 1970’lerde ortaya attığı, geçtiğimiz günlerde tarihi bir mahkeme kararıyla yolsuzluktan hapis cezası alan Nicolas Sarkozy’nin Waring’in çalışmasını yok sayarak 2009’da yeniden keşfettiği bir açık. GDP hesaplamaları yeraltı ekonomisini göz önünde bulundurmuyor, tahmin edemeyeceğiniz üzere karşılıksız hane içi emek silah üretimi, uyuşturucu ticareti gibi alanlarla yerini alıyor burada. İsviçre 2016 yılında toplam 9.2 milyar saat karşılıksız emek üretti, bu emeğin hakkı ödense karşılığı 412 milyar dolar olacaktı. GDP’ye yansıyan kısmı, yani yüzde 61’ini erkeklerin oluşturduğu iş gücü, 7.9 milyar saat çalıştı. Bu sayılar kadınların yüklendiği karşılıksız iş gücünü, bankacılığa neredeyse denk yapıyor İsviçre’de, çikolatası, saatleri, tarafsız duruşunun yanısıra bankacılığıyla ünlü olan soğuk memlekette. Amerika’da durum biraz daha vahim, çünkü yıllık karşılıksız hane içi emek 11 trilyon dolara çıkıyor. Memleketimizde yapılan gayri safi milli hasıla hesaplamalarında ev işleri “gönüllü faaliyet” olduğu ve ekonomiden ziyade topluma katkıda bulunduğu gerekçesiyle hesaba katılmıyor. Bu “gönüllü faaliyet” gayri safi milli hasılaya dahil edilseydi payı 2014-15 yıllarında Çiğdem Aldemir’in hesaplamasıyla yüzde 18 olacaktı. “Hakkını ödeyebilseydik”, asgari ücretin yüzde 71’ini ödememiz gerekecekti. Bunun yerine “aile yardımı” adı altında, 2020 itibariyle ayda ortalama 400 liralık bir destek olarak karşılık buluyor.

Bunların hepsine ah vah edilecek, kızlarımız yerine dizlerimizi dövecek çok fazla şey var. Ama bir çıkış yolu ve umut da var. Hepsinden evvel, hane içi görevlerin bir çalışma faaliyeti olarak tanınması sağlanmalı. Yuva kuruculuk, muhtaç olanların bakımı gibi hane içi işler sıklıkla “gönüllülük” ve “sorumluluk” ikiliğinin arasına sıkışıyor, gönüllü yapıldığı için değer biçilemiyor, görev olduğu için değer biçilmiyor. Görevlerin çalışma faaliyeti olarak tanınması aynı zamanda sosyal güvenlik hakları, sağlık hakları, emeklilik gibi yükümlülükleri evin “gelir getiricisinin” üzerinden alarak kadınlara bağımsızlık sağlar, ki bu kendi evinin dışında hizmet sağlayanların aldığı düşük ücretleri ve iş güvenliğini güvence altına almak için de çok önemli. Bir başka adım kadınların üzerinden bu görevi kaldırmak, tamamen gönüllü hale getirmek, bu bakım hizmetlerini evrensel hale getirerek, koşulsuzca ulaşılabilir hale getirildiğinde sağlanır. Kadın dayanışması an itibariyle Türkiye’deki en güçlü dayanışma belki de, üzerimize yüklenen rollerden, önümüze koyulan engellerden ve arkamızdan sarf edilen sözlerden el ele, direne direne özgürleşeceğiz. Kadınlar günümüz pek kutlu ve pek mutlu olsun.