Cis het erkek sesini jiletleyerek, dünyanın akorunu düzelten Jilet Sebahat’le konuştuk

8 Mart’ı yasaklayıp yan yana gelmemizi engelleyebileceklerini sananlara bir kez daha hatırlatalım istedik: Sokakları da, geceleri de, meydanları da terk etmiyoruz!

Kuir eğlence sektöründe işlerinden, performanslarından, yazılarından tanıdığımız ve sıkı takipçisi olduğumuz Jilet Sebahat ile 8 Mart’ımızı, Türkiye feminist hareketi, kuir gece hayatını konuşmak için bu defa Beyoğlu sokaklarında buluştuk. Bu sokaklarda gezmek, Beyoğlu kızı olmak, “cesaret ister, direnme ister başkaldırma ister” diyor Jilet. “Yok edilmeye çalışılsa da, talan edilse de, yasaklar konsa da Beyoğlu dimdik ayakta. Bizim gibi!”

Kuir gece hayatı emekçisi Jilet, “Gece hayatı benim için sokakta başlar, sokakta biter” diyor ve bizlere Ülker Sokak’ı, Bayram Sokak’ı buralardaki polis ve devlet şiddetini hatırlatıyor. Yerlerinden edilen transları, seks işçilerini hatırlatıyor. Ve ekliyor; ”İstedikleri sadece gece hayatımızı elimizden almak değil. Hayatlarımızı da istiyorlar. Buna daha önceki dönemlerde izin vermediğimiz gibi yine vermeyeceğiz!”  

Patriyarkaya, cis-heteropatriyarkaya, erkek ve devlet şiddetine, tacizine, baskısına, homofobiye, transfobiye isyan duygusuyla alanlarda olacak Jilet Sebahat’in, feminist arabesk, anarşist dünyasına dadanıyoruz. Bu arada 8 Mart için bir şarkı da istedik, bizlere Ceren Moray’dan “Ben Senin Fahişen Değilim”i önerdi.

Fotoğraflar: Kaan Temizkan (Düğme Film)

8 Mart’mız kutlu olsun Jilet! Seni Beyoğlu’nun sokaklarından, keyifle dinlediğimiz, izlediğimiz performanslarından tanıyoruz ve yazılarından takip ediyoruz. Yaptıklarına, sosyal medyada paylaştıklarına sıkı sıkı dadanıyoruz. Seninle daha önce K’nın Sesi vesilesiyle biraraya gelme fırsatımız olmuştu. O projeden sonra çalışmaya üretmeye devam ettin. Videoların, şarkıların yayınlandı; kuir pavyon yaşatıldı. Nasıl gidiyor hayat? Nasılsın?

8 Mart’ımız kutlu olsun. Sokağa çıkmadan, üretmeden, bir arada olmadan bu ülkede yaşamak, ayakta kalmak, ruh sağlığını sağlam tutmak çok zor. Bu bana iyi geliyor. Yazılar, sahne devam ediyor. Yeni projeler var. Uzun süredir yazmakta olduğum bir oyun var. Bu yıl onu bitirmeyi düşünüyorum. Yeni bir şarkı geliyor. Feminist arabesk. ‘‘Erk’i öldürmeden üstüme yatamazsın’’ diyor şarkıda. Pavyonun ikincisini düşünüyoruz. Görüşmeler sürüyor. En önemlisi sokak devam, çark devam ediyor. Kokularını içime çektiğim dostlarımla bir arada olmaya, paylaşmaya, bir şeyler üretmeye çalışıyorum.

Bu defa seninle, bizi en heyecanlandıran, en güçlü hissettiren günlerden 8 Mart’ımızı, Türkiye feminist hareketini konuşmak için bir araya geliyoruz. Ben hiçbir yerde bulamayacağımı düşündüğüm, İstanbul Feminist Gece Yürüyüşü’nün coşkusuna, isyanına hasret kalacağım bu yıl. Ama dünyanın her neresinde olursak olalım, kadın+ların, LGBTİ+ların derdi de ,mücadelesi de ortak. Ayrıcalıklarımıza rağmen isyanımız aynı. Sen bu yıl 8 Mart’a hangi duyguyla gideceksin?

Her yıl olduğu gibi bir isyan duygusuyla gideceğim. Erkek şiddetine, tacizine, baskısına, homofobiye, transfobiye karşı bir isyan duygusuyla gideceğim. Kırmızı rujumu sürüp, simlerimi sürüp gideceğim. Güç böyle bir şey ve biz birlikte güçlüyüz. 8 Mart ve Onur yürüyüşleri bana güç veriyor. Şu sözün karşılığı bence bu yürüyüşler “Gece Karanlıktan Korkarsan, Bu Kenti Ateşe Veririz”. Evet verebiliriz.

8 Mart’ta ya da onur haftasında o ilk eylem çağrısının sosyal medyaya düşmesiyle başlıyor çoşkumuz. Bu yıl da afişiyle, çağrı videolarıyla gümbür gümbür bir 8 Mart’a hazırlanıyoruz. Bugünden katıldığın ilk 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’ne baktığında aradan geçen süreci nasıl hatırlıyorsun?

‘‘Gümbür gümbür’’ çok güzel bir ifade. Tam anlamıyla öyle. Benim 8 Mart hikayemle, bedenimin, ruhumun dönüşüm hikayesi birbiriyle çok orantılı. Kimliğimi hayatıma geçirmeden önce yani kendi kimliğimle barışmadan ve barıştırılmadan önce uzaktan, yalnız hissederek katılıyordum 8 Mart’a. Ait olamama hissi. Aslında hep içinde ama sanki dışa itilmişlik hissi… Dışa itildik de doğruyu konuşmak gerekirse. Coşku, gurur hep aynı fakat ifadesi ve yaşayışı başkaydı. Dünyayı sallayacak çığlığın varken sesin içinde boğulması gibi. LGBTİ+ hareketinin, queer hareketin, transfeminizmin, kadın hareketinin hem kendi yaşamımın dönüşümünde hem de 8 Mart’ın dönüşümünde çok büyük katkısı var. Olmaya da devam edecek. Şimdi sesim daha gür. Çığlığımın ortak bir çığlığa dönüştüğünün gururu ve güveniyle yürüyorum. “Tüm feminizmlerin farklılıklarıyla zenginleştiği, birbirinden öğrendiği ve feminizmi giderek derinleştirdiği ve feminist imkanları çoğalttığı bir feminizm mümkündür.’’ Bunu biliyoruz artık. Üstelik sadece o gün için de değil. Bütün zamanlarımda ve günlerimde bu böyle. ‘‘Her yürüyüşümüz onur yürüyüşü’’ diyoruz ya bize her gün 8 Mart. İsyan, dertler sorunlar aynı çünkü her günümüzde. Meseleler aynı. Mücadele bitmiyor ve bu ortak bir mücadele.

Benim feminizmim de yıllar içinde etnisite, sınıf, milliyet, cinsel yönelim farklılıklarına cevap veren ve birbirini dönüştürerek yepyeni bir tartışma ve politika alanı yaratan feminizmlerle, LGBTİ+ hareketi ve kuir teori ile tanışarak gelişti ve dönüştü. Feminist hareket içindeki hiyerarşilerin keşfi ve altüst edilişinin de böyle tartışmalarla, karşılaşmalarla gerçekleşeceğini düşünüyorum. Son birkaç yıldır TERF tartışmaları ile feminist politikanın, hareketinin önemli taleplerinden ‘eşitlenmek’, ‘özcülük’ vs. gibi birçok konu üzerine bolca düşündürten tartışmalar yapılıyor. Yapılan transfobinin, nefreti örgütleyen tweetlerin yorucu, yıpratıcı olmasının yanı sıra bu tartışmalardan çok şey öğrendik. Etrafından bir trans arkadaşı bile olmayan ama anlamaya niyetli insanlar da transfeminizmle tanışmış oldu. 

Kürt kadın hareketini görmeyen beyaz, Türkiyeli Feminist harekete de transların feminizmin öznesi olamayacağını idda eden TERF’lere de söyleyecek sözümüz var. Sen hepsine şifa dilemiştin. (Amin! ne diyebilirim ki :))  senin feminizmin nasıl? Türkiye feminist hareketi içinde yaşanan bu tartışmalara dair ne dersin? 

Öncelikle şunu söyleyeyim; “transfobik olan feminist olamaz”. Eşitlik Manifestosu’nu okumayanlar varsa mutlaka okusun. En çok TERF’ler okusun. Oradan şu bölümü aynen aktarıyorum. ‘‘Feminist mücadelenin tarihi erk olana, egemen olana, muktedir olana karşı özgürlüğün tarihi olarak belleklere kazınmıştır. Bu mücadele, patriyarkanın hedefinde olan tüm kadınların özgürlüğünü gözeterek başka bir dünyanın mümkün olduğunu günbegün göstermektedir. Bu pratiğe rağmen, feminizmler içerisinde natrans ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen; cis-heteropatriyarkanın trans dışlayıcı, transfobik kurgusunu feminizm içine taşıyan bir anlayışın varlık göstermesi, feminist mücadelenin kendi tarihiyle ve yöntemleriyle çelişmektedir. Cis-feminizm olarak kendini gösteren bu anlayış, feminist mücadele içerisine natrans üstünlükçü bir tutumu taşıyarak erkleşmekte; söz konusu translar olduğunda karşıtına dönüşmektedir. Feminist mücadelenin içerisine sirayet etmeye çalışan bu anlayış, bugüne kadarki mücadelenin altını boşaltmakta; cis-feminizm nefret, şiddet, ayrımcılık ve fobinin kaynağı olan cis-heteropatriyarka ile aynı safa düşmektedir.’’ Nokta!

Bu konu açılmışken TERF’lerin açıklamalarına karşı korsan bir eylem planı olarak yayınladığın bir klibin vardı. ‘Sanane’ adlı bu çalışman çok sevilmişti ama insanların senden arabesk bir çalışma beklediklerini söylemiştin. Feminist arabesk bir şarkı geliyor mu yakında?

Az önce de söylediğim gibi bir şarkı hazırladım. Bunun müziği de bana ait. Telif olmayacağı için daha geniş kitlelere ulaşacağını umut ediyorum. Kendimi bu anlamda elbette şarkıcı olarak görmüyorum. Bu anlamda kimsenin emeğine haksızlık etmek istemem. Benimki yeni bir eylem planı sadece. Aşkı feminist bir isyanla anlatmak istedim. Cis-heteropatriyarka, erklik bir çocukluk hikayesi, belki projesi. Bu çocuklar büyüyor ve hayatlarımıza giriyor. Bundan arınamayan aşkı da yaşamayı bilmiyor, duyguyu da. Şarkı bunu anlatıyor. Aslında 8 Mart’a yetişsin istiyordum ama müzisyen arkadaşlarım çok yoğunlar ben de bir yoğunluk içindeydim olmadı ama söylediğim gibi bize her gün 8 Mart.

Cis-het erkeklerin sesini keserek, jiletleyerek dünyanın akorduğunu düzelttiğini söylemiştin bir röportajında. Anarşist, isyankar ve arabesk sesin birilerinin sesini keserken, bizleri güçlendiriyor. İhtiyacımız olan biraz daha Jilet diye geçiyoruz içimizden. Eksilenlerle ihtiyaç duyduğumuz şeyler de artıyor… Beyoğlu gecelerine gidecek olursak mesela Anahit’imizin eksikliğini hissediyoruz. O günlerden başlayalım mı? Beyoğlu gecelerine tanık olduklarınla, şimdiye baktığında neler söylersin?  

Ben hep şunu söylerim; mekanlar değişir, kapanır, açılır, başka bir şeye dönüşür. Önemli olan insandır. Mücadele hissidir. Karşı çıkmaktır. Kapanan yerlere yenisi açılır, gidenlerin yerine yenisi gelir. Değişen duygudur. Mücadele azmidir. İçinde bulunduğumuz ülkenin politikasıdır. Değişen insan yüzleridir. Baskıların artmasıdır. Emek Sineması’nın yanındaki İnci Pastanesi ile Mis Sokağa taşınan İnci Pastanesi aynı olabilir ama duygusu aynı değil ki. Emek Sineması’nın yerine yeni sinema yapıldı. Bir kere bile gitmedim. Festivallerde bilet almak için kuyruğa girdiğim duygumdan eser yok. Bırakmadılar da. Ayrıca bu heriflerin yaptığı hiçbir şeyin bir parçası olmak istemiyorum. Demirören’e zorunluluktan bir defa girdim. İstanbul aynı değil. İnsanlar aynı değil. Çarka çıktığımda yüz tane lübunyayla omuz omuza değdiğim İstiklal yok artık. Topuk sesleri giderek azalıyor. Erkekler kahvesi gibi. Ben hatta ‘’çükistan’’ diyorum. İslamik baskı görünürde çok net artık.

Bu dönüşüm hikayesi elbette yeni değil. Bu talan yeni bir şey değil. Tatavla’nın Kurtuluş ismine dönüşmesi neyse onu yaşıyoruz. O zaman Ülker Sokak’la uğraşanlar şimdi Bayram Sokak’la uğraşıyor. Benim Hayatımda çok mekan değişti, açıldı, kapandı veya ben gitmemeyi tercih ettim. Bunlar hayatta olabilecek şeylerdir. Önemli olan sokaktır. Sokak en korktukları şeydir çünkü muktedirlerin. Sokağı terk etmemek gerek. Gece hayatı benim için sokakta başlar. Sokakta biter.

Gezi Parkı’nda koli keserken izlediğim AKM’nin yerinde belki daha güzel bir bina var ama Gezi Parkı’nda artık polisler, barikatlar, polis araçları var. Bu içinde bulunduğumuz durumu çok net anlatıyor. Değişen sadece AKM değil. Mesela ben İlk İstanbul’a geldiğimde yedi tane Trans Bar vardı, sekiz-10 tane gey bar. Sadece Beyoğlu bölgesinde… Şimdi bir kaç tane var. Bu ayrımdan hoşlanmasam da önemli bir ayrıntı. İyi olan bir şey var ki kuir gece hayatı daha iyi bir yere gidiyor. Bu sınırlamaları kabul etmeyen kişiler ‘‘her yer queer her yer direniş’’ diyor. Gerek çalışan gerek müşteri olarak.  Bunların dışında maskeler kalktı, sosyal mesafe kuralları kalktı ama gece 12’den sonra müzik yasağı hâlâ sürüyorsa, burada dönüp bir sormamız gerekiyor? Cevabı da çok net ortada. Detlerinin sağlığımız olmadığı çok net ortada. İstedikleri sadece gece hayatımızı elimizden almak değil. Hayatlarımızı da. Elbette buna hem daha önceki dönemlerde de izin vermedik, şimdi de vermeyeceğiz. Geceleri geri istiyoruz, müziğimizi geri istiyoruz. Hayatımızı geri istiyoruz. Alacağız da.

LGBTİ’+lar, kadın+’lar non-binary’ler için güvenli alanların sağlanması adına eğlenmenin, eğlencenin etiğinden bahsedelim istiyorum.

Dudakların Cengi gibi oluşumlar; ırkçılık, transfobi, cinsiyetçilik, tacizin önüne geçebilecek ya da en azından partide bulunan lubunyaları, insanları güvende hissettirecek bu kuralları koyuyor ve insanları parti kuralları hakkında bilgilendiriyordu. Alkol ya da uyuşturucu kullanımından, ırkçılık ya da taciz herhangi bir ayrımcılığa karşı oluşturulan farkındalık ekiplerine daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Gece hayatı emekçisi olarak kuir gece hayatının haritasını çıkarsak senin haritanda bu bahsettiğimiz eğlence etiğine uygun hangi sugar mekanlar var?

Lübunyanın, kadınların en büyük yazgısı hayatla beraber mekanları da dönüştürmek, değiştirmek. Bunun mücadelesini vermek. İster müşterisi olun, ister işletmecisi, isterseniz çalışını, Dj’i, sanatçısı… En şugar dediğimiz yerlerde bile zaman zaman problemler yaşıyoruz. Mücadele veriyoruz değiştirip, dönüştürmeye çalışıyoruz. Kendimiz de değişiyoruz. İçtiğim, eğlendiğim, çalıştığım mekanlar var. Sevdiğim mekanlar var. Çalıştığım yerlerden bir isim verecek olursam Mecra bunların başında. Mecra’da çalışırken, gerek işletme gerekse personeli sayesinde güvende hissediyorum.

Fakat bu şugar tanımlaması biraz insan merkezli geliyor bana. Homofobinin, transfobinin olmadığı bir mekanda masaya hayvan ölüsü geldiğinde ‘‘bu mekan şugardır’’ diyemiyorum. Sözümü içime atıyorum. Bonfile, köfte satan bir yeri insan merkezli düşünüyorum, birçoğumuz için şugar olabilir ama kendimi oraya ait  hissetmiyorum. Çünkü şugar hissetmiyorum. Bu oralara gitmemde veya çalışmamda bir şey değiştirmese de içsel olarak böyle. İçsel sorgulamam yani. Elbette ki çalışma ve sosyalleşme ihtiyacımız var. Ticari çıkarlar var ama  bu böyle, üzgünüm. Zamanla bu da değişecek umudum var. İşte o zaman benim şugar mekanım şurası diyebilirim.

“Beyoğlu benim için bir defa gerçekten orospuluğu savunduğumuz bir noktadan baktığımızda, dünyanın en seksi, en deli, en başı dinmez, en anarşik orospusu” diyorsun. Bir Beyoğlu kızı olarak, Beyoğlu sende hangi duyguyla yaşanıyor?   

Ben hep şu duyguyu yaşadım buralarda; nasıl yaklaşırsanız öyle. İyi yaklaşırsanız gül uzatır, kötü yaklaşırsanız jilet atar. Ben gül uzatmayı da yaşadım ve yaşattım, jilet atmayı da. Bunu bana Beyoğlu ve çarka çıktığım sokaklar öğretti.

Beyoğlu kızı olmak önemli. Cesaret ister, direnme ister, başkaldırma ister. Beyoğlu da böyle. Yok edilmeye çalışılsa da, talan edilse de, yasaklar konsa da dimdik ayakta. Bizim gibi. Akacağı yolu bir şekilde buluyor. Benim Beyoğlum, Çiçek Pasajı’nda akordeon çalan Madam Anahit’tir. Bayram Sokak’ta camlardan sarkan kızlardır. Tarlabaşı’nda polis baskısından ve cezasından bıkıp trafiği kapatıp yolu kesen seks işçileridir. İstiklal’de lavanta satan ablalardır. Mustafa Amca’da alıktığım solcu oğlanlardır. Çilem Bar’ın kapısında duran parlak takım elbiseli amcadır. Meydanda sürekli örtülmek istenen, direnen kilisedir. Gezi Parkı’ndaki ağaçlardır. Aslıhan Pasajı’ndaki sahaflardır.

Pandemiyle birlikte lubunyalar kendilerine dijital mecralarda alan yaratmaya başladı. Sahnelerde dijital platformlar için hazırlanmış içerikler günümüzün hafızasını kaydediyor. Bunlardan biri de [alt]cut. Ayrı ayrı kendi YouTube kanallarından takip ettiğimiz queenlerimizin bir araya gelmesi sayesinde [alt]cut YouTube kanalı ile tanışıyoruz. Senin de bir programın olacağını öğrendik. Bizlere bu projeden bahseder misin? 

[alt]cut sevdiğim bir platform. Birçok kuir performans sanatçısına yer veriyor. Ben de bir programa konuk oldum. Biraz gece hayatı, biraz da Beyoğlu konuştuk orada. Sorunları da konuştuk. Baktık ki hem benim hem bir çok gece hayatı emekçisi arkadaşlarımın hem de Beyoğlu’nun konuşacak çok şeyi var. Programın akışı konuklarımla böyle olacak sanırım.

Seni tanıdıkça, dinledikçe, dünyanda Janis Joplin, Bergen, Patti Smith, Dilberay gibi kadınların olduğunu görüyoruz. Hikayelerini sahiplendiğin, şarkı sözlerini manifesto ilan ettiğin isimler bunlar. Başka hangi isimler var dinlemeyi çok sevdiğin?

Fairuz, Tülay German, Tuğçe Şenoğlu, Linet, Björk, Ümmü Gülsüm, Gaye Su Akyol’u dinlemeyi seviyorum. Kalben’i dinliyorum ve çok seviyorum. Aslında genel olarak kadın şarkıcıları dinliyorum.

Son zamanlarda Melike Şahin’den ‘‘Bedelini Ödedim’’ marşım haline geldi. Bence hepimizin marşı. ‘‘Hak ediyorum her milimini bu dik gülüşün’’ diyor. Hepimiz hak ediyoruz. Bir çok isim var severek dinlediğim, bunlar aklıma gelenler. Gelmeyenlerin de kulakları çınlasın.

Dayanışma partilerinde muhakkak çalıyorsun. Dayanışmayı daha çok yaymak, büyütmek için buradan söylemek istediğin bir şey var mı?

Unutmayın ki dayanışma yaşatır!

Performanslarında çalmayı en sevdiğin şarkı hangisi?

Ne tarz çalarsam çalayım, muhakkak kapanışları Bergen’le yaparım: ‘‘Sen Affetsen, Ben Affetmem’’

Bize de 8 Mart için bir şarkı önerir misin?

Ceren Moray, ‘‘Ben Senin Fahişen Değilim’’