Karantinadan sıkılma ayrıcalığı ve bu döneme atfedilen romantizm

Sosyal yaşamınıza dair rutinlerinizi bir anda değiştirmenin ve evden çıkmadan yaşamanın kolay bir şey olduğunu söylemiyoruz. Ancak ülkemizde ve dünyada evden çıkmama tercihine sahip olmayan, patronu çağırdığında işe gitmezse işini kaybedecek, değil iki hafta, birkaç gün bile çalışmazsa bakmakla yükümlü oldukları ailelerini geçindiremeyecek milyonlarca insan varken karantinadan ”sıkılmanın”, sadece sosyo-ekonomik düzeyi belirli bir seviyenin üstünde olan küçük bir kesimin ulaşabildiği bir lüks olduğu gerçeğinden bahsediyoruz.

Yazı: Sena Aydın

Dinleyemediğiniz albümleri dinlediniz, okuyamadığınız kitapları okudunuz, izleyemediğiniz filmleri izlediniz. Bir ay önce kolunuzu kaldırmaya üşenirken yoga, pilates, fitness, meditasyon; ne kadar online ders bulduysanız yazıldınız. Evi temizlediniz. Bir kez daha temizlediniz. Dolabınızdaki o hiç giymediğiniz onlarca kıyafeti denediniz. Eskileri atıp internetten yenilerini sipariş ettiniz. Instagram’da ”karantina mood” etiketiyle günde 15 story paylaştınız. Zoom hangover’lığını tattınız, koronavirüs yüzünden iptal olan Evropa şehri tatilinizde gitmek istediğiniz müzeleri dijital ortamda ziyaret ettiniz. Yıllardır yüzüne bakılmayan o 1000 parçalık yapbozu yatağın altından çıkardınız; üç-beş gün de onunla idare ettiniz. Sokağa çıkan ileri yaştaki nüfusa söylendiniz. Yetmedi; ”hükümet sokağa çıkma yasağı ilan etsin” diye bir tweet de siz attınız. Karantinadan sıkılanlar, bu sefer size dadanıyoruz! Karantina sınıfsal bir ayrıcalıktır çünkü.

Sosyal yaşamınıza dair rutinlerinizi bir anda değiştirmenin ve evden çıkmadan yaşamanın kolay bir şey olduğunu söylemiyoruz. Ancak ülkemizde ve dünyada evden çıkmama tercihine sahip olmayan, patronu çağırdığında işe gitmezse işini kaybedecek, değil iki hafta, birkaç gün bile çalışmazsa bakmakla yükümlü oldukları ailelerini geçindiremeyecek milyonlarca insan varken karantinadan ”sıkılmanın”, sadece sosyo-ekonomik düzeyi belirli bir seviyenin üstünde olan küçük bir kesimin ulaşabildiği bir lüks olduğu gerçeğinden bahsediyoruz.

”Dışarıda” hayat devam ediyor

”Evden çıkmama tercihi olmayan çalışanlar” derken sadece sağlık çalışanlarını kast etmediğimizi anlamışsınızdır. Ne de olsa gittiğiniz süpermarketin rafları sihirli değnek sallayarak dolmuyor, sokağa çıkardığınız çöpler buharlaşmıyor, biletinizi iptal ettirmek için aradığınız çağrı merkezi çalışanları uzayda yaşamıyor ya da sipariş ettiğiniz kıyafetler kendi kendilerini paketleyip kargolayarak evinize uçmuyorlar. Siz evde “sıkılırken” çalışan insanların büyük çoğunluğunun yeterli güvenlik önlemleri ve hijyen koşulları olmaksızın çalışmaya zorlanması da çabası.

Ama her karantina da böyle yaşanmıyor tabii. İnsan Kaynakları’ndan gelen e-mail’le beraber plazalardaki ofis hayatını terk edip ”evden çalışma uygulaması”na yatay geçiş yapanlar da var. İlk günlerde üstünüzde iş gömleğiniz ama altınızda pijama ve pofuduk terliklerinizle adeta bir spiker edasıyla ”work call” yapmanın tadını çıkardınız. Yüz yüze iki saat süren toplantılarda çözülemeyen meseleler 15 dakikalık online görüşmeler ya da e-mail’ler üzerinden çözülünce, ”demek ki neymiş, her gün ofise gitmemize gerek yokmuş” dediniz. Ama karantinayı biraz çabuk romantikleştirmediniz mi? Vaka sayıları yüzer biner artarken siz durumu bir durup dinlenme, iyileşme, içe dönüp hayatla uzlaşma fırsatı gibi görmediniz mi?

karantinayı romantikleşmek sınıfsal bir ayrıcalıktır

Peru’da bir evin duvarına asılmış yerinde bir söz. ”Karantinayı romantikleştirmek sınıfsal bir ayrıcalıktır” diyor.

Bir süre sonra iş hayatı ve ev hayatı birbirine girdi zaten, mesai saatleri dışında ”zaten evde oturuyorsun şu e-maile bi’ bakıver” ricaları başladı, belki maaşınız kesintiye uğradı ya da ücretsiz izin dedikoduları yükseldi bile. Yani ya çalışma hakkınızın ya da dinlenme hakkınızın elinizden alındığı bir köşeye sıkıştınız. Ama bu durum karşısında küresel halk sağlığı krizi koşullarında bile kâr elde etmeye, yani ücretli emeğin sömürüsüne, esnekleştirilmesine ve güvensizleştirilmesine dayalı kapitalist sistemi sorgulamak yerine, WhatsApp gruplarında ”Şu korona bitse sabah 6’da kalkıp işe gitmeye razıyım” ya da ”Biz evden çalışıyoruz ama millet hâlâ sokakta, yeter artık ilan edilsin şu OHAL” yazan iş arkadaşlarınıza onaylayan cevaplar verir oldunuz.

Sokağa çıkmak ya da çıkmamak…

Sonuç olarak karantinadan sıkılanlar da karantinayı romantikleştirenler de dönüp dolaşıp aynı yerde buldu kendini: Yani, ”OHAL ilan edilsin”, ”sokağa çıkma yasağı gelsin” diye söylenirken. Krizi fırsata çevirmek konusunda usta olan hükümetimizin halk sağlığını ve refahını değil, üretimin ve ekonominin devamlılığını esas aldığını, zorunlu sektörler (gıda, sağlık gibi) dışında kalan sektörlerde üretimi durdurmak gibi bir düşüncesinin olmadığını, gerçekçi sosyal yardımlar yerine önümüze kolonya ve IBAN numarası koyduğunu düşünürsek, sokağa çıkma yasağı ilan edilse bile patronların işe çağırdığı çalışanlar, kendi hayatlarını ve ailelerinin hayatlarını riske atmak pahasına, gerekli sağlık önlemlerinin alınmadığı işyerlerine gidip çalışmaya devam edecekler. Zaten evden çıkmama lüksüne sahip azınlık evde kalırken, işe gitmek zorunda olan çalışanların isteseler de evde kalamadığı güncel ülke koşullarında pratikte etkili bir değişiklik yaşanmayacak.

Yani, şu koşullarda sokağa çıkma yasağı kamu yararına topyekûn bir seferberlik hali değil, fiziksel ve ekonomik olarak hayatta kalmanın patronların inisiyatifine ve bireysel riske indirgendiği bir uygulamadan fazlası değil. ”Ama o sokağa çıkmakta ısrar eden yaşlılar…” dediğinizi duyar gibiyiz. Peki terazinin bir tarafına evde kalma uyarılarına kulak asmayan kesimleri, diğer tarafına da güvencesiz koşullarda işe gitmek ve çalışmak zorunda kalan yüz binleri koyduğumuz zaman hangi kefe hastalığı kapmak, taşımak ve yaymak noktasında sayıca fazla ve risk altında? Sözün kısası pireyi deve, deveyi de pire sanıyoruz.

Önemli bir noktayı da atlamamak gerek tabii. O da olağanüstü hâl ve sokağa çıkma yasağının birbirine karıştırılması. Sokağa çıkma yasağının gerekli sosyal ve ekonomik tedbirler alınmadan bir işe yaramayacağı ortada. Bir yandan da ulusal ve uluslararası tüm sağlık örgütleri salgını kontrol altına almanın tek yolunun koşulsuz ve yaygın test ve tedaviye ulaşım olduğunu söylüyor. Peki OHAL ilan edilmesi bunlar yapılacak mı demek? Hayır! OHAL ilanı sınırların kapatılması, zaten hâlihazırda ne kadar var olduğu soru işareti olan demokratik yönetimin hepten askıya alınması, ordunun sokağa inmesi, polisin baskıcı uygulamalarının yaygınlaşması demek. Yani OHAL ilanı Covid-19’la savaşmak anlamına gelmiyor, aksine devletin kendi ayıbını kapatmak adına baskı politikalarını arttırması ve temel hak ve özgürlükleri engellemesi anlamına geliyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak istemiyorsak kolaycı çözümlere kapılıp her önümüze konulana inanmamız değil, kendi ayrıcalıklarımızı ve bu ayrıcalıkları yaratan sistemi sorgulamaya başlamamız gerekiyor.