
KısaKesmenin dayanılmaz hafifliği
Karaköy’de geçen bir hafta, tanışılan süper insanlar ve her yılın takvimine eklenen bir festival daha. Artık genç bir makas gibi hissediyorum. Anlatayım.
Kendimi festivalden festivale gezen biri olarak tanımlayamam ama bazı festivaller var, afişine bile bakınca kulağıma “Gel gidelim güneylere, yenilenip dinlenmeye” diye fısıldıyor. Yani benim bir festivale katılmamın iki şartı var: İlki beni güneye götürmesi (Göktürk’te oturuyorum, tüm dünya güneyimde kalıyor) ve ikincisi bana yenilenip dinlenme ihtimali sunması. İşte KısaKes’e de bu yüzden katıldım.
“Genç sanatçılar için genç sanatçı ve sanatseverler tarafından organize edilen” tanımı, KısaKes Kısa Film Festivali’ni aslında en özet haliyle açıklıyor, ki dışarıdan bakan biriyseniz bu tanım içeriği de karşılıyor. Fakat iş, festivale dahil olunca başka bir hal alıyor.
Festivalin programı rengarenk ve dopdolu. Mecazi bir renklilikten bahsetmiyorum, her atölye her sunum ve her konum farklı renkte yazılmış. Sonradan fark ettim ki aslında festivalin kulağıma fısıldama sebeplerinden biri de görsel dünyasıymış. Sunumların ve oturumların neredeyse tamamımın gerçekleştiği Saint Benoît ve çevresinde hemen her duvarda bir makas çıkartması (makas festivalin simgesi) ve lisenin bahçesinde ağaçlardan sarkan makaslar görünce; oturumlardan çıkınca on adımda happy hour için BAU IDEA’ya gidince, daha önceden pek aşina olmadığım festival kafasına girdiğimi hissettim. Sanki bütün Karaköy, Kısaköy’e dönüşmüştü. Mimarlık öğrencisi Beyza Emir, festivalin tasarım koordinatörü. Yani imaj anlamında üretilen her şey Beyza ve ekibinin elinden çıkıyor. Dikkatimi çeken görsel dünya da, onların bu sene bir kimlik oluşturma çabalarında yatıyormuş.
İlk gün: İkna sanatını öğrenmek
12 Ekim Cuma günü festivalin açılış gününde Saint Benoît’daydım. Beni festivalle tanıştıran arkadaşım Utku’yla kendimize bir program çıkardık, planımız akreditasyonlarımızı cebimize atıp yollara koyulmaktı. İlk durağım da (yönetmen ve oyuncularıyla Ayvalık’ta buluştuğumuz Sibel filminin de ortak yapımcısı) Nefes Polat ile Pitching Atölyesi’ydi. Sinema kapsamında pitching, Nefes Polat’ın ağzından kısaca şu: “Sizin tanıdığınız ve sizi tanımayan birine, kısıtlı bir zaman diliminde fikrinizi anlatarak onu ikna etme ya da inandırma işi”.
Pitching kavramınının ne olduğunu anlayınca aslında gündelik hayatımda zaten kullandığımı fark ettim. Hepimiz kullanıyoruz. Hepimiz sürekli birilerini ikna etmeye oynuyoruz. Bütün hayat bundan ibaret. Ekipten, bu yıl dördüncü festivalinde yer alan Merve Doğruer de pitching platformunun altını çiziyor. Antalya Film Forum’dan sonra bu platforma programında üç yıldır yer veren ikinci festival KısaKes. Sonradan öğrendim ki festival özelinde bu yıl ilk defa adaylar için pitching çalışmaları da gerçekleşmiş ve festival boyunca projelerini sunacak adaylarla birebir çalışmalar yapılmış.
Haftalar öncesinden KısaKes’e dair edindiğim en akılda kalıcı bilgilerimden biri de jüri ekibiydi. Festivalin yarışma kısmının, yani 27 yaşın altındaki öğrencilerin kısa filmlerinin değerlendirildiği kısmın jürisini, jüri ekibinden Eylül Canbaz bana bir kez daha hatırlatıyor: Bu yıl ekip Onur Saylak, Nazlı Eda Noyan, Metin Akdülger, Danielle Angel ve Tamas Gabeli’den oluşuyor. Jüri deyince kapalı kapılar arkasında kalmış insanlar düşünmeyin. Altı gün boyunca genellikle Metin Akdülger’le bahçedeki bistrolarda dergi karıştırıyor, Tamas Gabeli’yle semaverden çay alıyorsunuz.
Festivalin ilk sabahı kafamdaki “fırsat buldukça giderim” cümlesi, ilk günün öğlen saatlerinde (belki happy hour noktasındaki İstanbul manzarasını gördükten sonra, şimdi tam emin olamıyorum) harflerini değiştirip “fırsat yaratıp gideyim” cümlesine dönüştü ve ben ayın 12’sinden festivalin son gününe dek zamanımı İstanbul’umuzun güzel semti Kısaköy’de geçirdim.
KısaKes geçmişi
Kendimi kaptırınca KısaKes’in geçmişini merak ettim, sürekli dilinin ucunda bir şey varmış da yoğunluktan söylemeye fırsat bulamamış gibi salondan salona koşturan, festivalin kurucusu Arya Su Altıoklar’ı bulup en sakin halimle ona sordum. Çocukluğunun kucakta geçen set günlerinden başladı, festivalin kısa tarihini anlattı. Arya’nın kamerayla ilk buluşması ortaokuldaki bir yarışma sayesinde olmuş. O yıllarda bilgisayarınız varsa ve hasbelkader video çekiyorsanız, teknoloji tarihinin en profesyonel görünümlü amatör buluşuyla tanışmışsınızdır: Windows Movie Maker. Arya’da da durum aynı. İlk kısa filmi babası Mustafa Altıoklar’dan net bir eleştiri (“Bu olmamış” netliğinde) almasına rağmen yılmayıp devam etmiş, kısa film dünyasına girdikçe festivalin fikri doğmuş. Böylece Lisevizyon adını taşıyan KısaKes’in ilk hali Ankara çapında ve liseliler arasında başlamış.
O her ne kadar böyle anlatsa da, bu fikrin Arya’nın bilinçaltında çok daha eskiden oluştuğunu bir başka hikayeden öğrendim. Şu an festivalin etkinlik ekibindeki Asya Gülhan gerçekleri anlattı: “Bodrum’daydım. Tahminen 6 yaşımdaydım, bir gün kumdan kale yapıyordum. Arya da yanıma geldi ve beraber kumdan kale yapmaya başladık.” İşte Asya’ya göre festivalin ilk tohumları o gün atıldı. Kilit noktamız kumdan kale. Arya sizinle kumdan kale yapıyorsa anlayın ki aklında bir gün dahil olacağınız bir fikir olabilir… Festival Ankara’dan İstanbul’a taşındığında Asya da sonunda fiilen dahil olmuş; ödül törenleri, happy hour organizasyonları ve partilerle ilgilenen etkinlik ekipte yerini almış. Bugünkü tabloda, 2015’ten itibaren, artık liseliler kapsamı üniversitelilere genişlemiş; ulusal kapsamı da uluslararası boyuta yükselmiş vaziyette. Festival süresince adım başı dünyanın farklı bir noktasındaki film festivallerinden gelmiş konuklara rastlamanız işten bile değil. Öyle ki KısaKes, adını o festivallerin feyz aldıkları bir noktaya çıkarmış durumda. Ayrıca Arya, Avrupa’nın en iyi ilk yedi kısa film festivalinden biri seçilip sonraki ay Torino’ya gideceklerini de belirtiyor.
Bu sene bir ilk
Çalışan herkesin uğraşı alanı farklı, yalnızca görev dağılımdan bahsetmiyorum, her biri farklı bir bölümün öğrencisi ya da mezunu ve sinema onların ortak noktaları. Festivalin medya koordinatörü Cansu Menlikli örneğin. Genetik okuma hayalleri olan bir sayısal öğrencisiyken yaşadığı aydınlanmayla rotasını Bilgi Üniversitesi Sinema Bölümü’ne kırmış, oradan KısaKes’le tanışmış, yapımcılık ve yönetmenlik hayatına girmiş… Bu seneki festivalin bir ilkini de ondan duyuyorum. Bazı büyük festivallerde genellikle talent campus tadında geçen niş atölyeler bu sene KısaKes için ilk. Levent Kazak ile Ezel Akay’ın Fikirden Hikayeye atölyesi ile Beyti Engin’in Karakter Tasarımı atölyesi bu senenin konuklarından. Farklı bir akreditasyonla seçildiğiniz bu atölyelerde amaç, ortaya bir ürün koyup farklı bir kazanım elde etmek.
Cansu gibi bir diğer sıra dışı kariyer örneği de elinde fotoğraf makinesiyle herkesin festival boyunca en az bir kere fark etmeden poz verdiği Cemre Okyay. Sizce o ne kadar sıra dışı olabilir? Cemre finans mezunu ve broker olmak istiyormuş. Masa başı işin ona göre olmadığını anlamasıyla KısaKes’in yapım ekibine dahil olması bir olmuş. Fotoğraf eğitimi alıp videographer olunca da ilk kısa filmini çekmiş. Üniversite zamanında kulüpçülük yapanların bileceği bir his olan “aidiyet”, burada da var. En azından ben kendi kafamda öyle eşleştirdim. Cemre de öğrenciyken dahil olduğu festivalden, üniversiteden mezun olmasına rağmen kopamayanlardan. Bir noktada yeni gelenlere, yeni öğrencilere devretmek festivalin ruhu için de gerekli.
KısaKes’te herkes profesyonel anlamda yaptığı işi değil, profesyonel olmak istediği işi yapıyor. Amatör ruhu korumanın önemini bundan yıllar önce öğrenmiştim. İnsan çalıştığı alanda ne kadar ilerlerse ilerlesin, aynı işi amatörken yaptığı zamanlardaki hevesi, azmi ve üretkenliğiyle yapmayı sürdürürse ortaya çıkan işin kalitesi hep artıyor. Her yıl ekip yeni yüzlerle tazelenip büyüse bile ortada sekiz yılın tecrübesi var ve bu belli oluyor.
Konuşamadığım onlarca kişi daha var ama eminim her biriyle oradan oraya koştururlarken karşılaşmışızdır. Konuşabildiğim herkesten ise duyduğum ortak bir cümle, bence bakış açılarını açıklıyor: Festival görmeden festival yapılamıyor. Keyifli bir hafta geçirebilmek için bir yıl çalışan, çoğu öğrenci neredeyse 60 kişiden bahsediyoruz. Yılın bu haftasını ayırdığımızda kalan zamanın çoğunda yurtiçi ve yurtdışında birçok festivali geziyor, her yıl kendi festivallerine farklı ne katabileceklerine kafa yoruyorlar. İlk kez katılan biri olarak hem beni güneylere götürdükleri hem de yenileyip dinlendirdikleri için bir kez daha teşekkürler.