Sosyal medya ile yayılan tarifi güç hisler: Bizim evrensel karamsarlığımız

Krizler çağının tam orta yerindeyken içimizdeki sevgi kelebeklerinin ömrü de uzun sürmüyor; karamsarlık tepemizde gezen bir kara bulut gibi peşimizi bırakmıyor. Elbette bu durumun etkilerini sosyal medyada da görüyoruz. Kötü deneyimleri, bizi bekleyen tehditleri, yaşadığımız olumsuzlukları biraz ironi, biraz mizah ve bolca yaratıcılıkla anlatıyor ya da dinliyoruz. Dünyanın halini düşününce bu karamsar rüzgardan kaçmak şimdilik ihtimaller dışında. Fakat belki de bu karamsarlık bize atalarımızdan miras kalan bir şeyi fısıldıyordur: Her şeye hazırlık olarak hayatta kalma çabası. Karamsarlığa, karamsar olma hakkımıza ve durumun sosyal medyadaki yansımalarına dadanıyoruz.

Bildiğiniz ve birçok araştırmanın ilk cümlesinde karşılaştığımız gibi sosyal medya sayesinde yalnızca neler olup bittiğini öğrenmekle kalmıyor; kendi deneyimlerimizi, fikirlerimizi, eleştirilerimizi ya da kendi hayatlarımızdan kesitleri paylaşıyoruz. İletişim çift taraflı olmuş durumda. Yani artık önceden sadece tüketicisi olduğumuz her şeyin (bu bir video da olabilir bir haber metni de) artık hem tüketicisi hem üreticisi olabiliyoruz.

Biz sosyal medyada bir challenge’dan diğerine koşup akımlar arasında kaybolurken araştırmacılar da boş durmuyor elbette. Sosyal medyayla ilgili onlarca yazı yazıldı, araştırmalar yapıldı, bulgular paylaşıldı ve sonra o bulgular aslında öyle olmayabilirmiş diye yeni araştırmalar yapıldı… (Bu sırada biz de Instagram’dan sıkılıp TikTok’a geçmiştik çoktan. Tüm saha çalışmaları iptal.)

I Hate Everything 90S GIF - Find & Share on GIPHY

Araştırmalar tüm hızıyla devam ediyor tabii. Akıllı telefonlarımız ve sosyal medya uygulamalarının akıl ve ruh sağlığımız üzerindeki etkileri de araştırmalara konu oldu, olmaya devam ediyor. Sosyal medyanın uyku düzeni, sosyal yaşamlar ve hatta kişiliklerimiz üzerinde olumsuz yan etkileri olduğu bildirildi. Bir grup biliminsanı yaptıkları bir araştırmayla sosyal medyanın kıskançlık seviyemizi artırabildiğini ortaya koydu mesela… (İyi haber, çözülemeyecek bir sorun değilmiş. İşin sırrı her şeyde olduğu gibi burada da denge kurmaktan geçiyormuş.)

Ve daha neler neler…

Sosyal medyayla dile gelen karamsarlık… 

Dediğimiz gibi araştırmaların konusu geniş. Ancak içlerinden biri olduğu yerden parlayarak bize göz kırpıyor ve radarımıza giriyor: ”Sosyal medya ve karamsarlık ilişkisi.”

Sosyal medyadan her an bir felaket haberi aldığımızı ve bunun baş döndürücü bir hızda gerçekleştiğini reddetmiyoruz elbette. Fakat sosyal medya olmasaydı yani bu haberlere bu kadar hızlı ulaşamasaydık bir sorun olmayacak mıydı konusunda kafalar karışık… Ayrıca kedi videoları, dilimize dolanan şarkılarla dolu TikTok gönderileri ve “Düzelicez inşallah da ne zaman?” diye düşündüren ve içinde eninde sonunda düzeleceğimize dair bir inanç barındıran “umut” dolu bir yer değil mi sosyal medya? Bu arada karamsar olmak sandığımız kadar kötü bir şey mi? Böylesine bir dünyada karamsar olma ve bunu dile getirme hakkımız yok mu? (Kafamızda deli sorular ve uzaklara dalıyoruz…)

Eğer çevrenizce kötümser olarak tanımlanıyor ya da siz öyle olduğunuzu düşünüyorsanız, size içinizi rahatlatacağını umduğumuz bir bilgiyle devam edelim. Kötümser olmanın garip bir çekiciği var ve aslında hepimiz “kötüyü düşünmeye” yatkınız. Yani aslında olumsuza odaklanmak çok da yabancısı olmadığımız bir durum.

Fox Sucks GIF by FOREAL - Find & Share on GIPHY

Bilim insanları neden karamsar olduğumuzu farklı şekillerde açıklamaya çalışıyor. Bunlardan en meşhuru suçu atalarımıza atarak doğamız gereği karamsar olduğumuzu ve bu evrensel karamsarlığımızın (Hmm.. havalı bir kitap ismi olabilir) Buzul Çağı’na kadar uzandığı. 

Olumsuzluğu hayata devam etmek için kullanan beynimizin olumsuz her şeye ilgi göstermeye meyilli olduğu da bir diğer bilgi. Profesör Steven Pinker gibi psikologlar da olumsuzluktan yana olmayı karamsarlık psikolojisini açıklamak için kullanılabileceğini düşünüyorlar. Pinker 2015’te kaleme aldığı yazısında “Kötü, iyiden daha güçlüdür” sloganıyla özetlenen, karamsarlığa yönelik bazı görüşleri anlatarak karamsarlığı açıklamaya çalışıyor. Yazıdan dikkat çeken bir bilgi daha paylaşalım. Pinker, insanların yaşadıkları dönemi geçmişten çok daha tehlikeli bulduklarını söylüyor. Yani hepimiz kendi dönemimizi gelmiş geçmiş en kötü zamanlar olarak tanımlıyoruz. Pinker da bu duruma itiraz ederek geçmiş dönemi çok daha şiddet dolu olarak tanımlıyor ve “Bugün, muhtemelen türümüzün varoluşunun en barışçıl döneminde yaşıyoruz” diyordu. (2015’ten sonra yaşananları görünce hâlâ aynı fikirde midir acaba?)

Olumsuz olana dikkat kesiliyoruz anlayacağınız. Çok klişe bir başka örnekle, kaybettiğimiz 10 lira, kazandığımız 10 liradan daha çok etkiliyor bizi. Mesela olumsuz haberlere, olumlu haberlerden 10 kat daha fazla dikkat etmeye hazırmışız. Hatta The Guardian bu olumsuzluğa meyilimiz üzerine düşünerek okurlarına daha fazla olumlu habere odaklansalar memnun olup olmayacaklarını soran bir anket yaptı. Üzerine bir de el artırıp “Gazetecilik sadece içinde yaşadığımız toplumu yansıtmakla kalmaz, aynı zamanda onu şekillendirir” dedi ve olumlu haberlere odaklanan bir projeye başladı.

Charlie Brown GIF by Peanuts - Find & Share on GIPHY

Elbette karamsarlığa övgüler dizmeyeceğiz, zararlarının farkındayız. Pek çok başka araştırma karamsarlığın sadece bir kişinin duygusal sağlığını değil, aynı zamanda fiziksel sağlığını da etkilediğini gösteriyor. Uyku bozuklukları, yüksek tansiyon, kalp hastalıkları bunlardan bazıları. 

Ama karamsarlık gerçekten o kadar kötü mü? Ya da şöyle soralım. Her şeyin kötüye gittiği bir dünyada karamsar olmaya hakkımız yok mu?

Önce uzmanlara bağlanalım. Psikologlar, her zaman aşırı derecede olumlu olmaktansa, yanlış gidebilecek her şey hakkında rasyonel bir şekilde düşünmenin bazen çok daha iyi olabileceğini düşünüyor. Psikolog Julie Norem, savunmacı bir karamsarlığın düşük beklentiler oluşturacağını ve olası yanlış giden durumlarda felaketlerden kaçmayı planlama konusunda işe yarayabileceğini söylüyor. Yani biraz karamsarlık çok da kötü bir şey olmayabilir. Dozunda karamsarlık bizi hayal kırıklıklarından koruyabildiği gibi daha gerçekçi olmamız konusunda da işe yarayabilir. Bu “dozunda” karamsarlığın da işe yarar olduğunu da söyleniyor. Bu dozu kim, nasıl belirleyecek o da ayrı bir soru işaret tabii…

News Crying GIF by NewQuest - Find & Share on GIPHY

Öldürmese de güçlendiriyor: Sosyal medyanın şefkat ve nefret dolu kolları

Peki, “kendin üret, kendin paylaş, kendin konuş” diyen sosyal medya karamsarlığımızı nasıl etkiliyor? Yaşadıklarımızı yansıttığımız iç dökme seanslarının yanı sıra karamsarlığı yayıyor olabilir mi yoksa bize gül bahçeleri vadetmeyen günümüzde sosyal medyada bu kadar karamsar olmak malumun ilanı mı?

Dediğimiz gibi skandallarla, kötülüklerle, adaletsizlikle ve buraya yazdıkça bizi karamsarlığa çeken binbir türlü felaketle uğraşıyoruz. Bunların söylemlerimize ve sosyal medyadaki ifadelerimize etki etmesi şaşırtıcı değil elbette. Bunaltıcı bir boğucukla karşılaşan herkes yaşadıklarını, hissettiklerini veya düşündüklerini mizah ve yaratıcılık sosuna bulunarak paylaşıyor. Aslında bizi kıran, öfkelendiren ve günün sonunda yaşanmasından hiç hoşlanmayacağımız şeyleri bir şekilde çekilebilir hale getiriyoruz, anlatıyoruz rahatlıyoruz. Peki olumsuzluğun, başa gelen kötü deneyimlerin cakalı bir üslupla anlatılması ya da gösterilmesi yeni trend haline gelmişken gerçekten kötümser olmak da bulaşabiliyor mu? Kötümserliğin bulaşıcı olabileceği söyleniyor ancak burada belirleyici olan şeyin sosyal medya kullanma pratiklerimiz olduğunu söylememiz gerek. 

Yani sosyal medya kimi durumlarda karamsarlığı daha görünür kılsa da bir yandan da “Yalnız değilsin. İşler bir tek senin için berbat gitmiyor” dedirten sıcacık bir el oluyor. Üstelik bunu o kadar yaratıcı ve komik yapıyorlar ki geriye usulca “Bu ‘siteden’ -evet, admin hala site diyor- çıkamam” cümlesi kalıyor.Sosyal medyada da kişisel gündemimde de her şeye olumlu bakmak ve sevgi kelebekleri gibi gezmek zorunda değiliz elbette. Belki de ihtiyacımız olan esas şey, çokça mizah bolca yaratıcılıkla birlikte mücadele etmektir kim bilir…