Mumford & Sons coşkusuyla geçen 12 yıl

Zaman ne çabuk geçiyor… İçinde bulunduğumuz günlerde, Mumford & Sons’ın hayatımıza bitmeyen epik-lirik bir coşku getirmesinin 12. yılını kutluyoruz.

Bir de üstüne grup, son albümleri Delta’nın turnesine devam ederken Vevo ile el ele verip Mumford & Sons – 12 Years Strong mini belgeseli yayınlayınca, tüm mazi gözümüzün önünde canlanıverdi.

Grubun isim babası ve solisti Marcus Mumford, bu belgeselle 2012’de yayınladıkları ikinci albümleri Babel’ı hatırlıyor ve “Babel öyle hızlı patladı ki, biz bile bu kadarını hayal etmemiştik. Sanırım o günden sonra kapılarımızı biraz kapattık ve küçük kalabalıklarla gerçekleşen buluşmaların güzelliğinden uzaklaştık.” Bu cümleyi kurması tesadüf değil, gerçekten bir özlemi anlatıyor ki bunu da belgeseli izledikçe anlıyoruz; 6 dakikalık video, grubun birçok küçük plak dükkanında gerçekleştirdiği performansları barındırıyor, bir anlamda onları da bizimle birlikte geçmişe götürüyor.

Eğer grubun hayranlarındansanız ve onlarla bilinçli bir şekilde tanıştıysanız, dinlediğiniz ilk Mumford şarkısını muhtemelen hatırlıyorsunuzdur. Hatırlıyorsunuzdur, çünkü neticede daha önce (hemen her şarkılarında, ağlatan şarkılarında bile) banjonun tellerine onlar kadar coşkulu vuran, tam gözlerden yaş süzülecekken baterileri sahneden deviren bir grup müzisyenle yollarınız pek sık kesişmemiştir. Söyler misiniz insan I Gave You All gibi bir şarkıda bile bendine sığmayıp taşabilir mi? Taşılıyor.

12. yıl kutlamaları her bünyede farklı bir etki yapıyor. (Dipnot: Şu an kulağımda Broken Crown var, coşkunun hakkını veriyorum) Şahsen benim aklım 12 yıl önceye gitmeden evvel, bugünden tam bir yıl öncesine gidiyor ve popüler kültürün İngiliz Kraliyet Ailesi’yle buluştuğu günü hatırlıyorum: Malum Royal Wedding’i. Ne ilgisi var demeyin, Mumford & Sons’ın sıkı takipçisiyim ve Harry ile Meghan’ın kol kola olduğu; David Beckham’ın George Clooney’ye selam verip Idris Elba’yla kanepe yediği gün kalabalıklar arasından gözüme çarpan Marcus Mumford’ı kolay kolay unutamıyorum.

Grubun yıl dönümü hatırına fotoğrafa bir daha döndüm, o günü hatırladım. Oradaki her konuğun sebebi ziyaretini anlamlandırmış (David Beckham hemşehri, altınıyla gelmiştir; George Clooney büyükleri olarak tabii ki icabet etmiştir, e Idris Elba deseniz, grupla muhabbeti eskiye dayanıyor) ama Marcus’u olduramamıştım. Sonuçta insan Spotify’da günaşırı birkaç parçasını dinlediği, yeri geldiğinde yollarda müziğin sesini biraz daha açıp düet yaptığı adamı Tom Hardy’nin arkasından, frakını rüzgarda savura savura yürürken görünce biraz içerliyor. Sanki biz o gün akşam yürüyüşüne beraber çıkacakmışız da Marcus benden habersiz düğüne kaçmış gibi bir içerleme…

Ama bugün mademki grubun 12. yılını kutluyoruz, Mumford & Sons’ın insanın ruhuna da gözüne de kulağına da iyi gelen kliplerini hatırlamadan geçmeyelim: Hem hazır Idris Elba’yı da anmışken, onun dağ bayır demeden koşuşturduğu Lover Of The Light’ından, Marcus ile oğlanların Hindistan, Goa’nın kırsalında Vespalarıyla turladığı The Cave’e ve son albümün gözdelerinden Beloved’a…

Ha bir de tabii Mumford & Sons’la yeni tanışanların kafasında beliren bir soru vardır: “Mumford & Sons ne tür müzik yapar?” Hiçbir zaman bu sorunun tam bir cevabının verileceğine inanmasam da biz aramızda buna bir cevap vermek istiyorum ve “Bob Dylan etkisinde, epik-lirik bir coşkuyla harmanlanan folk rock” diyoruz. Ama en iyi cevap yine şarkılarda.