”O duvarları yine kadın kadına, el ele aşacağız”: Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin direktörü Azize Tan anlatıyor

Yılın o anı gelip de Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali‘nin afişi önümüze düştüğünde dayanışmanın beraberinde getirdiği o cesaretlendirici ve umut verici hisler bir anda doldu zihnimize… El ele vermiş, duvarları aşmak için birbirlerine destek olan kadınlar… Festivale dair her şeyin birkaç çizimde bir özeti. 2020-2021 kadın yönetmenler açısından popülerliğin zirveye çıkmış olduğu bir dönem olsa da Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, 1998 yılından beri kadın sinemacıların anlattığı hikayelerin öne çıkması ve kalıcı olması için çalışıyor.

Festivalin 24. programı bu sene çoktan yola çıktı bile. Hava koşullarını (ve pandemi şartlarını) gözeterek önce 3 Haziran’a kadar çevrim içi yollarla izleyiciyle buluşacak olan festival sonunda ait olduğu yere, ”gerçek dünya”ya, Ankara’ya dönecek ve 4-11 Haziran arasında fiziksel mekanlarda gösterimlerine devam edecek.

Kapsamlı programıyla Türkiye ve yurt dışından onlarca kadın sinemacıyı bir araya getirecek olan festivali ve son dönemlerde kadın yönetmelerin başarılarıyla şekillenen sinema gündemini festival direktörü Azize Tan ile konuştuk.

2020’nin sonuna doğru bir haber düştü önümüze ve Azize Tan’ın Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali’nin de direktörlüğünü üstleneceğini öğrendik 🙂 Festivalle yollarınız nasıl kesişti ve köklü bir geçmişi olan bir festivale, özellikle de kadın dayanışmasından çıkan bir festivale dahil olmak nasıl bir deneyim oldu sizin için?

Beni ilk olarak Uçan Süpürge Vakfı’nın kurucularından olan Halime Güner aradı. 2022’de festivalin 25.’sinin düzenleneceğinden, 24. festival ile birlikte bir yapılanmaya giderek yeni bir yol çizmeye karar verdiklerinden bahsetti ve ekiple birlikte çalışmak isteyip istemeyeceğimi sordu. Önce biraz tereddüt ettim açıkçası. Söylediğiniz gibi, aslında çok büyük bir sorumluluk bu. Geçmişi çok uzun yıllara giden bir kuruluş Uçan Süpürge ve beraberindeki film festivali. Ayrıca ben kadın hareketinin içinden gelmiyorum. O mücadelelerin tabii ki en büyük destekçilerindenim ama onun içerisinde bulunup onun bir parçası olmadığım için bir parça sorumluluk hissettim.

Ama benim için çok heyecan verici bir tecrübe oldu bu, çünkü hakikaten inanılmaz insanlarla tanıştım ve onlarla çalışma fırsatı yakaladım. Zaten kadınların enerjisi başka oluyor. Kültür sanat sektöründe genellikle kadınlardan oluşan ekiplerle çalışmaya alışığım ama bir de aktivist olarak bu projelerin içinde olan genç kadınlarla birlikte çalışmak bana gerçekten çok ilham verdi. Halime Hanım ile çalışıyor olmak da öyle… Onun yıllara dayanan tecrübesi, olaylara daha farklı bir gözle bakması… Daha önceden de bildiğim ama o kadar yakından takip etmediğim mevzuların başka açılardan farkına varmamı sağladı. Benim için öğretici bir süreç oldu aynı zamanda. Ben de tabii ki festival tecrübemi oraya aktarmaya gayret ettim. Güzel bir buluşma oldu diye düşünüyorum.

Geçtiğimiz yıla göre önümüzü daha çok görebildiğimiz, daha doğrusu pandemi şartlarını daha az garipsediğimiz bir yıl 2021. Bu etkinlikler ve festivaller tarafında da geçerli. Önce sadece dijitalde düzenlenen, düzenlenebilen festivaller şimdi farklı formüllerin birleşmesiyle, hem dijital hem de fiziksel ortamlarda hibrit olarak gerçekleşebiliyor. Bu yeni koşullar Uçan Süpürge tarafına nasıl yansıdı, geçtiğimiz yılın ardından festival tarafında neler değişti?

Çok haklısınız, geçen sene gerçekten kimse ne yapacağını bilmiyordu. Öncelikle bu kadar uzun süreceğini tahmin etmiyorduk pandemi döneminin. Uçan Süpürge de bu anlamda hızlıca reaksiyon veren ve programı iptal etmeyip, ötelemeyip çevrim içi olarak izleyiciyle buluşturmaya karar veren Türkiye’deki ilk festivallerden biri oldu. Çok da başarılı geçti. O dönemde insanlar zaten bir şaşkınlık ve arayış içinde oldukları için çok da olumlu karşıladılar film gösterimlerini.

Biz de Halime Hanım ile bu yılki festival hakkında ilk konuşmaya başladığımız zamanlarda festivali bir şekilde fiziksel olarak gerçekleştirmeyi hedef edindik kendimize. Tabii gündemi ve şartları da takip ederek. Festivali en başından beri Mayıs sonu için planlamamız da bu yüzden; havalar ısınınca açık havanın imkanlarından da yararlanabileceğimizi düşündük. İlk tarihlerimizi de 27 Mayıs – 3 Haziran diye duyurmuştuk. Ancak sonra durumu takip edince 3 Haziran’ın biraz erken olabileceğini düşündük ve festivali bir hafta daha uzatarak iki farklı bölümde gerçekleştirmeye karar verdik. İlk yarısını duyurduğumuz tarihte başlatmayı ve çevrim içi olarak düzenlemeyi, ikinci yarısını da fiziksel olarak devam ettirmeyi planladık. Gösterimler için iki de mekanımız var: Çankaya’daki Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi ve CerModern’deki açık hava sineması.

Geçen sene olağanüstü koşullar nedeniyle pek çok festival sadece çevrim içi olarak izleyicisiyle buluşabildi ama festivalcileri de, seyircileri de sadece online yapılan bir festivalin tatmin ettiğini düşünmüyorum. Çünkü festival bir şenlik, bir buluşmadır. Ama tabii pandemi koşulları altında da en riskli şeylerden biri bu… Biz tabii ki halk sağlığını da göz önünde bulunduruyoruz ama sizin de az önce söylediğiniz gibi, bu bir yıl bize pek çok şey öğretti. Pandemide nasıl davranmamız, ne gibi tedbirler almamız gerektiğini öğrendik. Mekanları da ona göre düzenlemeyi, seans aralarında dezenfeksiyon yapmayı, her daim mutlaka bir el dezenfektanı bulundurmayı, ateş ölçmeyi, maskesiz film izlememeyi öğrendik. Bence pandemide en önemli olan, kurallara uymak. Biz kendi tarafımızda ödevimizi yaptık. İzleyicilerden de aynı şekilde gösterimlere maskeleriyle gelmelerini, mesafelere özen göstermelerini ve çantalarında kolonyalarını bulundurmalarını rica ediyoruz.

Hakikaten çok uzun zamandır evde kaldık. Hepimizin böyle organizasyonlara ihtiyacı var. Biliyorum, konuşulacak ciddi başka mevzular var hayatlarımızda ama biz bir taraftan da sanatın iyileştirici gücüne de ihtiyacımız olduğuna inanıyoruz. Ancak bu şekilde tekrar kendimizi iyi hissedebileceğiz. Bu yüzden bu festivali yapmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu yılın teması Araftan Çıkmak ve bu tema altında, kadın mücadelesini daha da güçlendiren dünyanın farklı yerlerinden üç organizasyona ödül verilecek. Peki Araftan Çıkmak temasının arkasında nasıl bir fikir, bir hikaye bulunuyor ve bu tema altında verilecek ödüllere nasıl karar verdiniz?

Geçen senenin teması Evde Kaldık’tı. Çok da güzeldi gerçekten; kadınların pratik zekasını gösteren bir kelime oyunu. Hem pandemiden ötürü içinde bulunduğumuz durumu çok iyi açıklayan hem de kadınların toplumdaki yeriyle bir şekilde çok inceden dalga geçen bir temaydı bu. Aslında Araftan Çıkmak onun devamı gibi. Biliyorsunuz pandemi döneminde yine en ağır yük kadınların omuzlarına bindi. Zaten ev işleri üzerlerindeydi, bir de okula gidemeyen çocukların bakımı ve evden yürütmeleri gereken işleriyle de uğraşmak zorunda kaldılar. Bir de son zamanlarda hem istatistiklere hem de haberlere bakıyoruz; ev içi şiddetin çok yükseldiği bir dönem bu oldu aynı zamanda. Ceremesi yine kadınların omzuna yüklenen bir süreç yani anlayacağınız.

Diğer yandan, yıllardır kadın mücadelesinin elde ettiği kazanımların ne kadar da hassas olduğunu kavradığımız bir döneme denk geliyoruz. Dünyanın her tarafında bir gecede verilen kararlarla, yasalarla kadınların hakları ellerinden alınmaya kalkışılıyor. O yüzden bu seneki afişimiz de aslında tüm bunları çok güzel bir şekilde ifade ediyor: Biz o duvarları yine kadın kadına, el ele, omuz omuza aşacağız. Bu anlamda belki bizim de yeni çözüm yöntemleri bulmamız, yeni mücadele yöntemleri üretmemiz lazım. Bu sorun küresel bir sorun ve bizim bununla küresel bir şekilde mücadele etmemiz gerekiyor.

O nedenle de tema ödülünü dünyanın farklı yerlerinden üç ayrı platforma vermeye karar verdik. İlki Türkiye’den EŞİK- Eşitlik İçin Kadın Platformu. Türkiye’de neredeyse tüm kadın örgütlerinin içinde bulundukları bir yapılanma. Diğeri Arjantin’den Ni Una Menos. ”Bir kişi daha eksilmeyeceğiz” demek. Sadece Türkiye’de değil, Latin Amerika ülkelerinde de çok ciddi bir problem kadın cinayetleri. Ni Una Menos da kadın cinayetlerine karşı mücadeleleriyle tüm Latin Amerika’ya yayılan, tüm dünyadaki kadınları etkileyen bir hareket. Ödülümüzü onlara da veriyoruz. Ve bir diğer ödül de Polonya’dan Strajk Kobiet’e… Türkçesi ‘‘Kadın grevi’’. Polonyalı kadınların kürtaj hakkı mücadelesinden doğan, kadın grevi pratiğiyle kadınların temel haklarını savunan bir hareket bu. Bu verdiğimiz üç tema ödülüyle de aslında bir parça ne demek istediğimizi anlatmak, küresel bir dayanışma göstermemiz gerektiğini de vurgulamak istiyoruz.

#MeToo ile birlikte sinema sektörü farklı sektörlerde de tacizlerin ve istismarların duyurulmasının ve bunlara karşı mücadele edilmesinin önünü açtı. Peki sizce sinemanın gerçekten kadın dayanışmasında nasıl bir rolü var? Uçan Süpürge’den de yola çıkarak değerlendirebilir misiniz?

Uçan Süpürge kadın sinemacılar ve sektördeki kadınlar arasında bir bağ ve iletişim oluşturulması açısından çok önemli bir görev üstleniyor. Çünkü hakikaten bir araya gelmeye, birbirimizle konuşmaya çok ihtiyacımız var. Uçan Süpürge ile de hem Türkiye’den hem de yurt dışından kadın sinemacılar ortak bir yerde buluşarak bir ağ oluşturuyorlar. Birbirleriyle iletişimleri artıyor. Bizim ayrıca Uçan Süpürge olarak dünyadaki diğer kadın festivalleriyle de çok ciddi bir dayanışmamız var. Pek çok farklı konu hakkında iletişim halindeyiz. Bütün bunların çok anlamlı olduğunu düşünüyorum. Zaten Uçan Süpürge’nin en büyük amaçlarından biri de kadının emeğini sinemada görünür kılmak.

Ama tabii ki bunun yanı sıra sinemanın şöyle bir işlevi de var: Sinema belki de kitlelere daha fazla ulaşabileceğiniz bir sanat dalı, diğer bütün sanat dalları içerisinde. Seyrettikleriniz ile empati kurabilme imkanınızın çok daha fazla olduğu bir sanat dalı bu. Uçan Süpürge de kadın hareketini film festivali aracılığıyla güçlendiren bir vakıf aslında. Festivalin dışında pek çok başka etkinlikleri de var, toplumsal cinsiyet eşitliğine dair çalışmalarını da yıllardır sürdürüyorlar. Festival de onlara sinema üzerinden çalışmalarını daha görünür kılıp daha iyi duyurabilecekleri bir platform yaratmış oluyor böylece.

Festival programındaki filmler bir taraftan da ne kadar çok ortak derdimizin, sorunumuzun olduğunu gösteriyor bize ve birlikte çözüm üretmemiz gerektiğinin neden önemli olduğunu hatırlatıyor bir kez daha. Etiyopya’daki bir kadının Arjantin’deki bir kadından, Avusturalya’daki bir kadının Kanada’daki bir kadından çok da farklı dertleri olmadığını görüyoruz. Her ne kadar sosyal, politik ya da maddi olarak toplumun farklı kesimlerinde yaşasalar da tüm kadınların benzer hatta ortak sorunları var. Bu yüzden bunları görüp bunlarla neler yapabileceğimize dair belki de daha çok konuşabileceğimiz, düşünebileceğimiz, çözümler üretebileceğimiz bir platform oluşturuyor bence festival bize.

Céline Sciamma – Petite Maman

Kadın hareketi aslında patriyarka karşısında oldukça kapsayıcı, farklı hareketlerle de güçlenen birbirini dönüştürmeye öncelik veren bir hareket. Programda kadın sinemacıların filmleri elbette seçiliyor ama bunların dışında neleri gözetiyorsunuz filmleri programa dahil ederken?

Şu son birkaç yıldır Cannes Film Festivali gibi pek çok büyük festival kadın sinemacılara gereken yeri vermediği için çok eleştiriliyor. Artık aday sayısına kota mı konsa deniyor. İnanıyoruz ki bir gün bunların konuşulmadığı bir toplumda yaşayacağız. Ne demek kota? Yani biz ikinci sınıf vatandaş mıyız? Kadın sinemacıların sektördeki yerinin bu kadar sıra dışı bir konu olmaması gerekiyor; saymamıza bile gerek kalmamalı… Bunun için öncelikle organik bir şekilde, kendiliğinden gelişen bir toplum inşa etmeliyiz birlikte.

Aslında bu tip etkinlikler de bunlara giden yolu açıyor. Bizim bir kadın filmleri festivali yapmamızın sebebi de zaten kendilerine yeteri kadar gösterim alanı bulamayan kadınlara bir platform sunabilmek. Ama filmleri seçerken tek kriterimiz yönetmenlerin kadın olması değil tabii ki. Evet başlıca kriterimiz bu. Ama bununla birlikte biz tabii ki sanatsal bir kaygı da güdüyoruz. Estetik kaygılarımız var. Öncelikle sinemasal anlamda bizi tatmin etmesi gerekiyor filmlerin. Ama tabii ki filmleri seyrederken temamıza uyan filmler olduğu zaman bizi biraz daha cezbediyor izlediklerimiz. Güncel konulara dair belgeseller de özellikle ilgimizi çekiyor.

Bunun dışında tabii bir çeşitlilik de gözetiyoruz aynı zamanda. Şu anda dünyanın 33 ülkesinden filmler gösteriyoruz. Dünyanın farklı yerlerinden insanların hikayelerine odaklanmaya çalışıyoruz; sadece belli bir coğrafyadan değil. Hem yeni yönetmenleri keşfetmeye gayret ediyoruz hem de usta yönetmenlerin son filmlerine yer vermeye de çalışıyoruz. Céline Sciamma’nın Berlin’de gösterilen yeni filmi Petite Maman’ın Türkiye’deki ilk gösterimini Uçan Süpürge’de yapacağımız için büyük mutluluk duyuyoruz mesela.

Biliyorsunuz, Amerikan sinema endüstrisi tüm dünyayı etkiliyor. #MeToo hareketinin bu kadar etkili olmasının sebebi de o. Nomadland’in başarısı bu açıdan önemli. Oscar tarihinde ikinci defa bir kadın yönetmen En İyi Yönetmen Ödülü’nü aldı. Ayrıca bu tam bir kadın filmi; Frances McDormand ve Chloé Zhao’nun iş birliğinin bir ürünü. Çünkü sadece filmin oyuncusu değil, yapımcısı da Frances McDormand. İki kadın bir araya gelerek bir hayal kuruyorlar ve ortaya çıkan film tüm dünyada büyük başarılar elde ediyor. Böyle bir filmi gösterebilmek de gerçekten bizi çok sevindiriyor.

Faya Dayi

Aynı şekilde, biraz daha ‘‘deneysel’’ diyebileceğimiz, siyah-beyaz çekilmiş ve Visions du Réel’de En İyi Film ödülünü kazanan Faya Dayi – Zordur Gitmek adlı belgeseli gösteriyor olmak da çok heyecan verici. Türkiye’den de pek çok filmimiz var. Ölümüne Boşanmak gibi… Boşanmaya çalışan kadınların uğradığı şiddeti anlatan bir film bu. Nisan Dağ’ın geçen sene Tallinn Black Night Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kazandığı Bir Nefes Daha filminin Türkiye prömiyerini yapacağız. Nisan, Ankaralı bir yönetmen. İlk kez Ankara’da gösterilecek filmi.

Türkiye’deki sinemamızda da geçen yılın en çok konuşulan filmleri kadınlardan geldi. Azra Deniz Okyay’ın Hayaletler’i geçen yıl Venedik’te Geleceğin Aslanı Ödülü’nü aldı. Altın Portakal’dan da ödülle döndü film. Hayaletler’i de programımız kapsamında izleyebilirsiniz.

Kısacası, kadın sinemacıların ellerinden çıkan filmler hakkında ‘‘Ya, ne de güzel filmler çekmiş bu kadınlar’’ lafını duymamak için, artık insanların buna şaşırmamasını sağlayacak noktaya gelinceye kadar çalışmaya, mücadele etmeye devam edeceğiz gibi görünüyor.

Çocuklar için özel bir bölüm de var festivalde, değil mi?

Evet, bu yıl çocukları da unutmadık. 9 Haziran saat 17:00’de Gençlik Parkı’nın içerisindeki Kent Konseyi etkinlik alanının önündeki açık alanda ücretsiz olarak Rocca Dünyayı Değiştiriyor – Rocca Changes the World isimli filmi dublajlı olarak göstereceğiz. Kız çocukları ne isterse başarabilir, bunu vurgulamak istiyoruz. Onun hemen öncesinde de atölyemiz olacak. Onun duyurularını da yapacağız zaten.

Nomadland

Bahsettiğiniz gibi festival programında da olan Promising Young Woman ve Nomadland gibi filmlerle birlikte ana akımda kadın yönetmenlerin başarıları daha çok görülür, konuşulur oldu sanki. Ana akım belki yeni farkına vardı ama kadın yönetmenler farklı alanlarda sağlam filmler üretiyorlar on yıllardır. Sizce bu yeni ilgi nereye doğru evirilecek zamanla?

Öncelikle gerçekçi olalım. Bu bir dönem. Sistem biliyorsunuz popüler olan, gündem olan neyse onu alır ve içselleştirerek bünyesine dahil etmeye çalışır. Kendimizi kandırmayalım ve bunun bilincinde olalım 🙂 Ama bu demek değildir ki biz bu rüzgardan, bu bilinçlenmeden yararlanmayacağız… Bizim yapmamız gereken de bunun bir tesadüf olmadığını ve kalıcı olması gerektiğini vurgulamak ve imkan ve eşit fırsat sağlandığı zaman kadınların neler yapabileceğini göstermek. Bunun için özel bir çaba sarf etmeyeceğimiz, herkesin zaten bunu içselleştirdiği bir seviyeye gelmeliyiz artık. Yani bu bir ‘‘moda’’ olarak kalmamalı. ‘‘Bu sene kadın filmleri modası var, haydi kadınlar film yapsın’’ fikrinin ötesine geçilmeli. Artık bir yönetmenin kadın mı, erkek mi olduğunun insanlar için herhangi bir fark yaratmayacağı bir noktaya gelmiş olmamız gerekiyor.

Aslında film festivallerini bir taraftan da sinema severleri buluşturan, onlara fikir alışverişi için alan sağlayan platformlar olarak da düşünebiliriz. Gösterimler dışında peki bu diyalogu sağlayacak neler var festivalin programında?

Onur Ödülü alacak sanatçılarımız var. Oyuncu Nur Sürer ve oyuncu-şarkıcı Zuhal Olcay’a Onur Ödülleri’ni veriyoruz. Müzisyen Ekin Fil ve Gülin Üstün ile oyuncu Demet Evgar ve oyuncu-şarkıcı Ayta Sözeri de Bilge Olgaç Başarı Ödülleri’ni alıyorlar. Ahsen Eroğlu da Genç Cadı Ödülü’nü alıyor. Ödül alan sanatçılarımızla konuşmalarımız ve seyircilerle buluşmalarımız olacak. 9 Haziran’da Araftan Çıkmak temalı bir panel gerçekleştireceğiz. Yine hafıza üzerine bir panelimiz olacak. Ekin (Fil), festival konuğu olduğu için onunla sinema ve müzik konusunda bir sohbetimiz olacak.

Pek çok yönetmenimiz zaten festivale konuk olarak katılıyor. Patrida’nın yönetmenleri Ayça Damgacı ve Tümay Göktepe birlikte katılıyorlar. Zeynep Dadak, Ah Gözel İstanbul ile geliyor. Kısa filmlerimiz var. BAK projesi çerçevesindeki 12 tane kısa filmimiz var. Batman, Mardin, Diyarbakır’da kendi şehirlerine bakan kadınların çektiği 12 kısa filmin dört yönetmeni geliyor; onlarla konuşmalarımız, buluşmalarımız olacak. Chloé Mazlo konuklarımızdan biri; o da bu yılın çok konuşulan filmlerinden Lübnan Semaları’nın yönetmeni. Aynı zamanda animasyon geçmişi olan bir sanatçı.

Çevrimiçi gösterimlerde yönetmenlerle yapacağımız söyleşiler de filmlerden sonra yayına sunulacak. Biz o filmleri yaratanlar ile seyircileri mümkün olduğu kadarıyla her ortamda buluşturup konuşturmaya gayret ediyoruz. Çünkü bir taraftan da çok yalnız kaldık. Her ne kadar bu Zoom hayatımızı çok kolaylaştırmış gibi görünse de, canımız her istediğinde bir düğmeye basıp birbirimizle iletişime geçebilecek hale geldiğimizi düşünsek de bir taraftan da kendimizi çok yalnız hissediyoruz. Teknolojinin bütün imkanlarına rağmen… Bir şekilde birbirimize ilaç olmamız gereken bir dönemdeyiz diye düşünüyorum. Bence bu festival buluşmaları da bir parça bu işlevi görecek.

Patrida

Çevrim içi gösterimler bir taraftan evet, zorunluluktan dolayı festivaller tarafından benimseniyor ama dijitalin imkanlarından ötürü bu sayede filmler daha çok izleyiciye ulaşabiliyor. Sizce bu dijital çözümler ne kadar kalıcı olacak önümüzdeki dönem için? Bilhassa festivaller tarafında… 

Mutlaka avantajları var. Kesinlikle kalıcı olacak. Şöyle söyleyeyim, aslında pandemi öncesinde de bu tip çevrim içi modelleri deneyen festivaller vardı. Çevrim içi gösterimler bir çeşit sinema salonu işlevi görüyordu. Yani filmler seanslar halinde salonlara yayıldığı gibi bir de çevrim içi ek seans olarak izleyiciyle buluşuyordu. Çevrim içi gösterimlerde de kapasite bellidir. 200 ya da 300 kişilik bir salondaki gibi, çevrim içi gösterimlerde de mesela 300 kişilik bir kontenjan bulunur. Bir de filmlerin telif hakkı meselesi var; bu konuda da bir kısıtlama getiriliyor. Bir film, çevrim içi gösterilse de hakları nedeniyle dünyanın her tarafından izlenemiyor. Türkiye içi festivallerde böyle bir sorun yok tabii. Mesela bizim programımızdaki bazı filmleri Ankara’ya gelemeyecek olan, Türkiye’nin diğer yerlerinden sinema severler de izleyebilecek. Bu festivaller için bulunmaz bir nimet ama bunun, yani çevrim içinin festivalin tek gösterim şekli olmasına benim itirazım var. Daha önce de denendiği gibi, bir şekilde festivallerin bir parçası haline gelebilir. Bir filmin iki seansı fiziksel gösterilir ve bir seansı da çevrim içi olur mesela. Bu anlamda çevrim içi gösterimler devam edecek ama festivallerin fiziksel bir buluşma alanı olmasını ortadan kaldıracak bir hale gelemez. Zaten dünya üzerinde o kadar çok festival var ki, şehirlerle özdeşleşmiş, o şehrin özelliklerini içinde barındıran. Bu yüzden tüm festivalleri online olarak yapmanın zaten imkanı yok. Uçan Süpürge bir Ankara festivali. Buranın seyircisiyle bütünleşmiş ve yine buranın seyircisiyle belirli alışkanlıklar, adetler geliştirmiş bir festival. Siz bunu alıp sadece online’a taşıyamazsınız.

Festival şehri dönüştürür, o şehir de festivali. Bu, karşılıklı bir beslenmedir. Bu olmadıktan sonra festivalin tamamen çevrim içi olmasının bir anlamı yok. Pandemi gibi olağanüstü koşullarda elbette çevrim içi kabul edilebilir bir sebeptir. Seyircinizden ayrı kalmamış olursunuz, etkinliğinizi yapmış olursunuz. Bir şekilde öyle de buluşmuş olursunuz. Ama bunun sürekli hale gelmesi bence hiçbir festival için düşünülemez.

Bizim ilk hafta programı çevrim içi yapmamızın sebebi de tarihi bir hafta daha ileriye taşıyabilmek, güzel havalardan faydalanabilmekti. İleride de bu hibrit model gelişeceğini düşünüyorum. Bizim bu yaptığımız gibi ayrı ayrı değil de seansların iç içe olacağı, fiziksel ile dijitalin bir arada bulunacağı bir model belki de.

Son olarak festival izleyicisi için neler söylemek istersiniz?

27 Mayıs’ta çevrim içi gösterimler başladı; Festivalscope üzerinden bilet satışları devam ediyor. Fiziksel gösterimler için ise bilet satışlarımız Biletix üzerinden 1 Haziran’da başlayacak. Biz izleyicilerimizi çok özledik, onlar da bizi özlediler diye tahmin ediyoruz.

Bir de şunu hatırlatıyorum her seferinde, onu ödev edindim: Akşam Ankara serin oluyor CernModern’e gelirken herkes üzerine sağlam bir hırka ya da şal almayı unutmasın 🙂