
Önyargıları kıran bir ergen hikayesi: Sex Education
Olması gereken ya da içten içe olmasını beklediğim olayların gerçekleşmediği dizileri izlemeyi çok seviyorum. Ancak bu beklentimi çoktandır rafa kaldırmıştım. Sonra karşıma bir İngiliz harikası olan Sex Education çıktı.
Gün geçmiyor ki biricik dizi platformumuz Netflix, derya deniz içeriklerine bir yenisini daha eklemesin.“Bunu da izleyeceğim”, “Aa onu bilmiyordum, tamam izlerim” diyerek, sosyal medyanın etkisiyle de sürekli bir şeyler izlerken buluyorum kendimi. Öyle ki boş vakitlerimi daha verimli kullanmak için bir çizelge bile hazırladım! Deadline tarihi belli bir işi teslim edermişçesine sadık kalarak, izlemem gereken (neden gerekiyorsa?) dizi ve filmler listesi yaptım. İşler planladığım gibi giderken, ‘Sex Education’ biraz oyunbozanlık yaparak, listenin tam ortasına düştü.
Ergenlik, aile sorunları, ilk aşklar, lise hayatı, kimlik bunalımları, siber zorbalık, dışlanma korkusu, bir tutam dostluk birazcık da cinsellik. Ta ta ta işte size Netflix yapımı klasik bir gençlik dizisi tarifi. Sex Education’da da benzer anahtar kelimeleri görünce, “tadını bildiğim bir dizi daha” düşüncesiyle uzaklaştım, sonra izlerim diye erteledim.
İflah olmaz dizi tutkunları ne demek istediğimi anlayacaktır; kalbimize taht kuran bazı istisnalar dışında neredeyse her dizinin aşina olduğumuz bir matematiği vardır. Özellikle gençlik dizilerinde beklenen sonları, birbirine benzer konuları, tek tip haline gelen karakterleri ve herkesin gönlü hoş olsun diye verilen kamu spotundan hallice mesajları izler, dururuz. Buna rağmen bahsi geçen dizileri bile yataktan çıkılmayan bir pazar gününde tüketiriz. Ben de Sex Education’ı bu kategoriye koymuştum.
Ancak sosyal medyada okuduğum her olumlu yorumdan sonra, “daha fazla geri kalamam” içgüdüsü ağır gelmeye başladı. Giderek yükselen bu beğeni sesleri, haliyle beklentimi de yükseltti. Hatta “ Roma’nın geçen yıl izlediğimiz en iyi film olması” fikrinden sonra (bu konuda hemfikiriz bence) “bir konuda da daha mı hem fikiriz yoksa” diyerek başladım izlemeye. Evet, bir pazar gününde izledim. Bu kadar yakınmadan sonra, bu satırları uzun zamandır hasret kaldığım, “ lütfen izle” diye arkadaşlarıma önereceğim bir gençlik dizisine kavuşma coşkusuyla yazıyorum. Laurie Nunn imzalı Sex Education, tam anlamıyla bir İngiliz harikası.
Dizi, annesi seks terapisti olan ve özgüven eksikliği yaşayan 16 yaşındaki Otis’in okul, aile ve arkadaş hayatına odaklanıyor. Pek dikkat çekmeyen Otis, en yakın arkadaşı Eric ile birlikte sıradan yaşamını sürdürürken (Jane gibi bir anne ile nasıl sıradan yaşam oluyorsa!) okulun cool kızı Maeve bir teklifle Otis’in karşısına çıkar. Maeve, herkesten uzak, kendi dünyasında mutlu olan Otis’in bilgeliğini keşfeder ve bir ortaklık teklif eder. Yaşıtlarının yaşadığı cinsel sorunlara çözüm bulan bakir bir seks gurusudur artık! İşte macera burada başlıyor. Her bireyin sorunları üzerinden siber zorbalık, LGBTİ+’ların maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik şiddet, ergenler ve aile arasındaki ilişkiler, ilk aşk, arkadaşlık gibi kavramları izliyoruz.
Bu saydığım başlıklar az önce sözünü ettiğim, işin “matematiğe” uygun bir dizi izleyecekmişiz gibi düşündürüyor, farkındayım. Evet, klişelere yer veriyor ancak olayları tek boyutlu ele almıyor; farklı ve eğlenceli bir dünya yaratıyor. “Kendini tanı, benliğini sev, olduğun kişi olmaktan vazgeçme” mesajlarını büyük dramlar üzerinden izlemiyoruz, mesela. Bence başarısının ve bu kadar sevilmesinin en önemli nedeni de bu. Dünyanın neresine gidersek gidelim, ergenlerin ortak dertlerden muzdarip olduğunu görürüz. Sex Education, bu gerçekliğin farklında olan bir kalemin elinden çıkan bir iş. Karşılaşılan problemleri büyük dramlara, sarsıcı olaylara gerek duymadan, günlük hayatın bir parçası gibi –yani, olduğu gibi- ele alıyor. Dozunda klişelerle, başarılı oyunculuklarla, güzel görüntülerle ve belki de kendine hayran bırakan İngiliz soğukluğuyla, bildiğimiz matematiğin, bilinmeyeni olarak sivriliyor.
Sex Education’u bana bu kadar sevdiren bir başka şey de tüm karakterlerle aramıza koyduğu eşit mesafe. Bize esas çift olarak tanıtılan ve ister istemez ‘sahiplediğimiz’ karakterlerin bir araya gelmesine “engel” olan diğer karakteri, farklı bir şekilde hikayeye dahil ediyor. Jackson gibi bir karakteri mimlemek ya da kötü göstermek gibi bir klişeye kaçmıyor, mesela. “Bir şey olmuyorsa önünde mutlaka bir engel vardır ve engeller kötüdür” deyip kestirmeden gitmiyor; “olmuyorsa olmuyordur, belki de olmaması gerekiyordur ya da zamanlama yanlıştır” ihtimallerini de düşündürüyor. Bu durum, biz izleyicileri de özgür kılıyor. Çoğu zaman mecbur bırakıldığımız, taraf seçme sorumluluğu ortadan kalkıyor birden. “Hadi Jackson kötü bir şey yapsın, aralarındaki engel kötü biri olmalı” diye beklerken fark ediyorum ki, buna hiç gerek yok. Daha önce bildiğim yollardan geçmiyor bu hikaye.
Tabii bir de “kim bilir bizim diyarlara kaç ışık yılı sonra gelir” dedirten özgür ortam var. Sansür üstüne sansür yediğimiz ve maalesef artık kanıksadığımız yerli dünyamızdan sonra Sex Education 50’şer dakikalık sekiz bölümüyle tabusuz ve özgür bir ortamın kapılarını ardına kadar açıyor. Emsallerinde görmediğimiz kadar açık bir şekilde konuyu alması ama bunu yaparken de bir kamu spotundan çok daha fazlası olması da bir başka sevme nedenim.
Gillian Anderson’un cool anneliği, Birleşik Krallığın puslu havası, gülümseten diyalogları ve Wes Anderson filmlerini anımsatan renkleriyle kalbimi çalan Sex Education için, Netflix’in en iyi işlerinden biri diyebilirim. İkinci sezon müjdesini yakında duyarız gibi.
Yani, rafa kaldırılmayan beklentiler bu yönde.