Oyun içi fotoğrafçılığının yükselişi: Sanatı ve dünyayı keşfetme yöntemimiz değişiyor mu?

Ah şu pandemi neleri neleri değiştirmedi ki… Pek çoğumuzun tatil planlarını alt üst ettiğinde, genellikle tercihimiz huzursuzca da olsa durumu kabullenmek oldu. Fakat fotoğrafçı Pascal Greco tatil planlarına alternatif bir yaklaşım getirmesini bildi ve bir video oyununda tatile çıktı… Hatta Death Stranding adlı oyunun içinde de mesleğini yapmaya devam etti. Oyun içi fotoğrafçılığına yeni bir yön verdi, unutulmaz tatilini de tam anlamıyla ölümsüzleştirdi.

İsviçreli fotoğrafçı Pascal Greco İzlanda semalarına doğru yeni bir yolculuk planlıyordu. Tabii o zamanlar pandemi daha hayatımızın merkezine yerleşmemiş, kalpleri kırmamış, düzenlerin altını üstüne getirmemişti. Greco’nun da İzlanda’ya üçüncü seyahati olacaktı ve objektifini adanın eşsiz manzaraları için çoktan hazırlamıştı. Derken, olanlar oldu. Hızla küresel karantinaya doğru bir geçiş yaptık ve evlerimize kapandık. Greco da bir gün can sıkıntısını bir nebze de olsa hafifletmeyi umarak, yerel bir teknoloji mağazasına gidiyor, PlayStation 4 ve Metal Gear Solid gibi oyunların arkasındaki kreatif beyin Hideo Kojima’nın en son oyunu olan Death Stranding’in bir kopyasını alıyor. Tahmin ettiğiniz üzere macera böylece başlamış oluyor.

Death Stranding, son birkaç yılın en çok konuşulan video oyunlarından biri. Hatta yer yer “metafizik bilimkurgu destanı” gibi afili tanımlamalar bile yapılıyor hakkında. Oyun ise bir şirkete ürün teslim etmek üzere gönderilen kurye Sam Bridges karakteri olarak oynanmakta.

Greco, “Oyunu yükleyip çevreyi gördüğüm an, ‘İşte İzlanda!’ dedim. Aynı siyah kum, yosun, akarsular ve şelaleler vardı” diyerek ilk nasıl vurulduğunu da özetliyor. Büyülenmesi öyle çok vakit almıyor zaten. Üstelik amaçsızca oyunun manzarası içinde gezinirken bir noktada parmaklarının kaydığını ve kendini oyunun fotoğraf modunda bulduğunu da ekliyor…

Bu tesadüflerin sonunda ise Greco pek de bilmeden, oyun ve fotoğrafçılık arasında bir yerlerde salınan ve daha çok “oyun içi fotoğrafçılık” olarak bilinen bu harekete böylece katılmış oluyor. Greco, “Bazı fotoğraf modlarında, gerçek hayattaki fotoğrafçılıkta bulduğunuz diyafram açıklığı gibi birçok temel ayarı değiştirebilirsiniz. Polaroid ayarı bile vardı, gerçek hayatta da en çok bunu tercih ediyorum zaten” diyerek aslında bu işin gayet profesyonel bir bakış açısına ihtiyaç duyduğunu belirtiyor.

Öyle böyle derken Greco, belki de İzlanda özlemiyle oyunun içinde epey sanatsal bir yolculuğa çıkıyor. Bazalt taşları üzerinde ve dağlarda uzun yürüyüşler yapıyor. Yılların birikimini sanatçı bakış açısıyla da harmanlıyor tabii. Zaten fotoğraflara bakıldığında, Greco’nun oyunun içindeki çeşitli dokuları en iyi şekilde nasıl yakalayacağına çok fazla önem verdiği, bunun sonucunda da belli bir gerçekçilik duygusunu yansıtan ve aktaran görüntüler ortaya çıktığı görülüyor.

Greco ayrıca bu şekilde çekim yapmanın kolaylığı hakkındaki potansiyel yanlış anlamalara karşı şu sözlere yer veriyor; “İstediğiniz fotoğrafı çekmek için mükemmel açıyı ve doğru konumu aramanız gerekiyor. Death Stranding söz konusu olduğunda, mükemmel kareyi elde etmek için oyun içinde ciddi efor harcamanız gerekiyor. Sonunda kendinizi tam olarak doğru yere yerleştirene kadar ortalığı iyice karıştırmanız gerekiyor. Ve sadece 25 metre uzaklıktan yakınlaştıramazsınız; gerçekten yürümek zorundasınız.”

Greco, Death Stranding eserlerini bir de bir kitapta derliyor. Kasım ayı içerisinde çıkacak kitabın adı ise Place(s). Yani malum, her ne kadar dijital çağın zirvesinde olsak da bazı sanat dallarında geleneksel fikirler hâlâ geçerli. Biraz da bu sebeple bu fotoğrafların yayınlanması, oyun içi görüntülerin ‘gerçek’ fotoğrafçılık olarak sayılıp sayılmadığı konusunda daha fazla tartışmaya yol açacak gibi.

Yine de Greco, bu çalışmasını kişisel bir deney olarak görüyor. Her halükarda fotoğrafik bir yaklaşım benimsendiğine ve elbette benimsenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Bize kalırsa da doğru; konu, tema, en iyi kadraj, ideal ışık ve akabindeki gerekli ayarlamalar hâlâ geçerliliğini koruyorsa eleştirecek pek de bir şey kalmıyor sanki… Onun bu duruşu, oyun içi fotoğrafçılığa büyük ilgi duyan küratör ve araştırmacı Marco de Mutiis tarafından da paylaşılıyor ayrıca.

Greco’nun yayınlanacak kitabının sonsözünde de Mutiis ile bu konu hakkında yaptığı bir söyleşi de yer alıyor. de Mutiis’e göre tüm bu eserler, Robert Shore’un Post-Photography: The Artist with a Camera adlı kitabının yayınlanmasıyla popüler hale gelen ve fotoğrafçılığın dijital çağda nasıl değiştiğini anlatmak için kullanılan “post-photo” kavramı altında değerlendirilebilir. de Mutiis, oyun içi fotoğrafçılığını sokak fotoğrafçılığıyla karşılaştırıyor ve nesnelerin, insanların, mimarinin veya manzaraların gerçekte burada olup olmamasının önemli olmadığını söylüyor. Ona göre önemli olan tek şey ise fotoğrafçılara sundukları olasılıklar…

Açıkçası, katılmadan edemiyoruz. Sizce de ‘gerçeklik’ kavramının epey açık fikirlilik eşliğinde sorgulanması gereken bir dönemde yaşamıyor muyuz?